Yalçın Özçelik, 1981 İstinye doğumlu. Hani İstanbul boğazının kıyısında keyifli manzarası olan ufak bir semt. O zamanlar İstanbul’un İstanbul olduğunu düşündüğü yıllar. İspanyol paça pantolonların giyildiği, İstiklal caddesinde araç trafiğinden yürünülemediği, pavyonlar, gece klüpleri ve daha bir çoklarının cirit attığı zamanlar. İstanbul Boğazı kıyısında kayıkhanelerin henüz yok olmadığı, sahilde yürüyen insanların daha gaz bombalarıyla tanışmadığı zamanlarda doğan bir birey.
Ve Rumelihisarı’nda daha bir hisar olduğunu bilmeden geçen ilkokul zamanları… Şair Nigar İlkokulu… O yıllarda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlandığı ‘gün’lerin olduğunu ailesinden ve öğretmeninden öğrendiği ve sevdiği ‘gün’lerin kutlama arefelerinde ‘Aaa! bu kale burada ne arıyor’ dediği ve öğrendiği ilk çocukluk yılları… İlk köşe kapmaca, ip atlama, yakar top zamanlarından sonra İstanbul’un Anadolu yakasına taşınışı… Ortaokula Anadolu yakasında gidiş ve doğal olarak ilk ev, çevre değiştirmesinden dolayı garipseyişi :).
Peki, biraz daha düzgün bir üslup ile yazayım artık…
Okullar Okullar…
Hatırlıyorum da ortaokula giderken ki yıllarımda ilk defa okuldan sonra kaçıp moda semtine gitmiştim ve o kadar korkmuştum ki otobüsten iner inmez otobüse binmiştim. Garipsemiştim. Oysa ilkokul zamanında Rumelihisarı’ndan Beşiktaş’a ‘Anadolu Liseleri Sınavları’na hazırlık dershanesine giderdim. Evet, o zamanlar sınavlar çok daha basit, sade ve anlamlıydı. Ortaokulun son yılında, yani 8. sınıfta ilk defa teşekkür alamamıştım. Benim açımdan önemsiz, ailem açısından da düşündürücüydü ama liseye geçmiştim. Okuduğum liseye yıllar sonra gittiğimde adının başına ‘süper’ sıfatının geldiğini gördüm ve hayret ettim. Zaman Turgut Özal zamanıydı ve memuru işini biliyordu sanırım, o zamanlar anlamamıştım, ki hala da anlamam.
İlk yıl üniversite sınavını kazanamadım, ikinci yıl zar zor… Trakya Üniversite’ne giderken dönemin ‘reis’ lakaplı kişileriyle aynı duvarları kullanırdık bira sonrası mola vermek için. Biz chp afişleri hazırlardık, onlar kendilerininkini… Bukowski ile o zamanlar tanıştım, bir şişe tekiladan 24 çay bardağı içki çıktığını da ve yirmi ikisini içebildiğimi de. Öğrenci evinde bazen tuz olmazdı, belirtmeden edemem. Tiyatro ile tanıştım aynı zamanda; Namık Kemal bölge tiyatrosu, üniversite tiyatrosu derken sahnenin tozunu da yutuverdim. Henüz hapı yuttuğumu bilmiyordum kendi tiyatromu yönetmeye başlarken. Kendi okuduğum lisede ve bir başka lisede tiyatro eğitmenliği yapmaya başladım. Hiç para almadım. Önemli de değildi. Ve hala insanlar gezi parkına çok rahatça gidip piknik yapabiliyordu.
Yıllar Geçiyor Bir Şekilde…
Yıllar geçti sanırım, ki geçmiş de olmalı…
Fotoğraf çekmeye nasıl merak sardığımı hatırlamıyorum. İnsanın psikolojik olarak baktığında neyi görmek istediğini de? Bukowski kitaplarını da nasıl kütüphaneme kattığımı hatırlamıyorum. Sanırım yaşlandıkça gerideki zaman uzuyor bir şekilde. Ah! bu arada çalıştım tabi ki, akaryakıt sektöründe, tv sektöründe… Kostüm işi de yaptım, montaj – kurgu işi de. önemi olmadı ama. Oysa şimdi elektrik faturalarındaki detayları incelemek durumundayım.
İçkiyi ve yazıyı ve fotoğraf çekmeyi severim. Tiyatroyu da severim ama küstürdü beni. Tiyatro değil; sanata sahip çıkmayan insan kitlesi küstürdü beni. Ancak yaşanıyor mu? Evet bir şekilde devam ediyor… Her neyse, ilk fotoğrafı nasıl çektim, ilk yazılarımı nasıl yazdım hatırlamıyorum ama ‘Radyo D’deki Muzo’nun programını hatırlıyorum:).
Şimdi mi?
Şimdi buradayım işte; artık gaz bombalarının nasıl olduğunu biliyorum, nasıl atıldığını, nasıl korunulması gerektiğini, limon ihtiyacını, kişilik hakkının, özgür hürriyetimin nasıl olması gerektiğini… Unutmadan, eskiden coğrafya derslerimiz vardı, tarım ülkesiydik diye okuduk, öğrendik; üretiyorduk ve bir hacmimiz vardı ekonomik, sosyal ve kültürel olarak… Şimdi ise pc karşısındayız aslında… Her neyse;
Şimdi mi? Ben mi?
Buradayım, tam baktığınız yerde.