Trans Karadeniz güzergahı da denilen Karadeniz turu aktivitesine; Türkiye’deki güzergahlardan Trans Karadeniz güzergahına veya yolculuğuna uzun zamandır çıkmak istiyorduk. Bizim için en zor olanı nereden başlayacağımız ve nasıl bir güzergahta ilerleyeceğimizdi. Trans Karadeniz güzergahı, Karadeniz bölgesinde gezilecek, gidilecek önemli yerleri görmemizi sağlayacaktı. Karadeniz bölgesinde önemli yerlere nasıl gidilir, nerelerde kalınır gibi sorulara cevap bulacaktık.
Uzun düşünceler sonucunda iki şeye karar verdik, birincisi gittiğimiz yoldan geri dönmeyecektik, ikincisi de detay programlayıp kendimizi kısıtlamayacaktık. Böylece spontane bir yolculuğa çıkıp, 6 günde 5 kez konaklayarak 3200 km yaptık ve unutulmaz bir hikayeyle geri döndük :). Ve işte gittiğimiz Trans Karadeniz turu (Trans Black sea route).
Güzergahımız ve uğradığımız yerler aşağıda sıralı halde:
> uğradığımız yerleri
>> konakladığımız yerleri ifade ediyor.
İstanbul > Karabük > Sinop >> Samsun > Giresun > Trabzon > Uzungöl >>Sümela manastırı > Rize > Çamlıhemşin > Ayder yaylası >>Pokut yaylası >> Zigana geçidi > Gümüşhane > Karaca Mağarası > Alucra/Çamoluk >> Niksar > Amasya> Safranbolu >>İstanbul
Trans Karadeniz Turu Güzergahı fotoğrafları için tıklayınız
Trans Karadeniz Turu Güzergahı Detayları
Trans Karadeniz turu kapsamında aşağıda sırası ile gezdiğimiz veya duramadığımız noktalar hakkında kısa ve ilginç bilgileri mümkün olduğunca derlemeye çalıştık, bir bu kadar daha, hatta daha fazlası var yazamadığımız. İstanbul’dan Tem yolu ile çıkıp Bolu’dan ‘Yeniçağa’ sapağından Karabük yoluna saptık.
Karabük
2012 yılında 16 – 21 Temmuz tarihleri arasında yaptığımız Trans Karadeniz turu güzergahının ilk durağı: Karabük. Karabük yolu her ne kadar düz ve keyifli olsa da zaman zaman inişli ve çıkışlı ve trafik polisleri ile de maceralı. Karabük Demir Çelik fabrikası her ne kadar görülesi bir yer olmadığını bildiğimiz kadar ülkemizde bir ilk olması ve yolumuzun üzerinde olması sebebiyle de fotoğraflayabileceğimiz bir yapıydı. Gündüz geçmemize rağmen havanın pusundan ötürü inip fotograflamak içimizden geçmedi. Daha yaklaşmadan ileride bir demir çelik fabrikası olduğunu anlamamız için ise harita veya google map kullanmamıza pek gerek yoktu, eğer siz de bu güzergahı kullanırsanız ne demek istediğimizi bitki örtüsü üzerindeki tozumsu maddeleri görünce anlayacaksınız. Biz gündüz geçtik buradan ancak gece geçseydik belki de çok ciddi bir sis katmanı bizi beklerdi.
Sinop
Sinop’a giderken yol çalışmalarından dolayı pek de etrafı gezemedik. Hoş, herhangi bir seçim yoktu ama etrafta yol çalışmasından bol başka bir şey görünmüyordu. Oysa Sinop ilinin bulunduğu yarımadayı yukarıdan ilk gördüğümüzde etkilenmemek de elde değildi hani. Bir gece Sinop’ta kaldık, ama nerede? Size söyleyelim ki siz de kalırsanız eğer yanınıza almanız gerekenleri şimdiden belirleyin. Aslında çok da bir şey almanıza gerek yok fakat çadırda kalacaksanız bizim gibi kesinlikle ‘sivrisinek kovucu’ alın, çünkü gerçekten iyi ısırıyorlar. Şehrin batısına doğru giden ‘Sinop – Akliman’ yolunun sağında kalan (şehir merkezine 15 km kadar) herhangi bir kamp alanında kaldık. Ama siz kalmayın, kalsanız bile yukarıda bahsettiğim gibi sivrisinek kovucusuz gitmeyin. Son bir not: Gece saat 22 sularında etrafa nem düşmekte ve sivrisinekler kaybolmakta.
Ertesi gün Sinop merkeze döndük ve Tarihi Sinop Kalesi ve Tarihi Sinop Kapalı Cezaevi‘ni gezmek için plan yaptık. Az olan zamanımızda Tarihi Sinop Kapalı Cezaevi’ni gezebildik. Zaten Cezaevi kalenin içinde kalmakta.
Samsun, Giresun, Trabzon ve Trans Karadeniz Turu Güzergahı
Öncelikle Yeni Türkü’nün ‘Mamak Türküsü (Samsun Asfaltı)’ isimli şarkısını cd çalara koyduk ve Sinop sonrasında sahilden Samsun, Giresun, Trabzon üçlemesine devam ettik. Sinop’tan doğuya doğru devam ettiğinizde sahil yolundan sizi ilk karşılayacak olan Gerze tünelidir. 2012 yılında tünel daha yeni yapılmış olduğu halde asfaltta bazı yarıklar vardı ama tünel sağlamdı :). Ve o yıl Samsun’da kıyamet gibi sel vardı. Biz oradan geçmeden birkaç gün öncesinde her yanı sel götürmüştü ve ne yazık ki 2012 yılında selden dolayı sadece Samsun’da 9 insan ölmüştü. 2018 yılında da Samsun’da çok sel felaketi oldu. Sadece Samsun’da da değil. Değişen iklim koşulları neticesinde ölmek üzere olan tabiat kendisini başka nasıl savunacaktı ki?
Biz yolumuza Bafra üzerinden devam ettik; her yanda iş makineleri çalışıyor ve 16 inç lastiklerin yarısına kadar hala suların içinde gidiyorduk Samsun’da. Giresun ve Trabzon’da sahilden devam ettik. Bu güzergahtan geçecek arkadaşlara sahil yolunu pek tavsiye etmiyorum aslında, neredeyse her kilometre başında trafik ışıkları mevcut, keyif alınmıyor. Samsun merkezinde Bandırma Gemi Müze ve Milli Mücadele Parkında Bandırma vapuru’nun replikasını gezdikten sonra trafik lambalarına takıla takıla yola devam ettik. En çok Trabzon’da trafik bizi rahatsız etti. İstanbul’da devamlı araç kullanan ben, sizlere derim ki Trabzon’da trafiğe dikkat edin lütfen.
Ve Trabzon’da iyi karar vermeniz lazım; acaba sahilde oturup serin havayı mı içimize çekelim yoksa arka taraftaki hemen hemen her daim görebileceğiniz bulutların menziline mi girelim diye. Biz birkaç kere gidip geldikten sonra öncelikle Uzungöl dedik. Öyle ya, Sümela Manastırı daha yakınken neden uzaktaki Uzungöl’e gitmeyelim ki?
Uzungöl, Trabzon
Hemen hemen hepimiz ya fotoğraflarına bakmışızdır ya da gitmişizdir Uzungöl’e. Hani anlatılacak gibi değil desem, ‘neden anlatmaya çalışıyorsun o halde’ diye soracak olmanızdan çekindiğim için anlatayım o halde: Uzungöl, Trabzon ili Çaykara ilçesine bağlı doğal sit alanıdır ve imkanı olan herkesin bir kere gitmesi gereken bir yerdir. Ne zaman yağmur yağacağı belli olmadığından kesinlikle çantada bir adet yağmurluk bulundurun derim. Göl gerçekten de uzun olmakla birlikte geniş olan yerinde yerleşim daha çoktur ve yöre halkı kadar neredeyse her mevsim arap turistlerle doludur. Gölün başladığı alandaki (yukarı doğru) oteller daha sessizdir. Göle kaynak sağlayan nehrin sol yanında yol mevcut olup oteller genelde sağ yandadır ve nehirin üzerindeki köprülerden geçilerek otellere varılır.
Uzungöl’ün 1980’li yıllarda etrafına yapılan beton bariyerler hala mevcuttur. Gölün doğal ve ekolojik yapısını alt üst eden beton bariyerlerin kaldırılması ve gölün eski doğal görünümüne kavuşturulması için çok sayıda çevreci sivil toplum örgütünün çabaları devam etmektedir. Uzungöl’e varmadan önce Uzungöl camisinin minareleri sizi karşılamakla birlikte, arap turizminden dolayı gittikçe konservatif olan yöre halkına ‘burada nerede güzel rakı balık yapan bir yer vardır’ diye sormamanızı da ayriyeten tavsiye ederim, çünkü söylemezler. Uzungöl hakkındaki bilgiler için Uzungöl sayfamıza uğrayabilirsiniz.
Uzungöl’de Akşam Keyfi Yapabilmek?!
Ancak siz kendi çabalarınızla bulmak zorundasınızdır. Otellerde genellikle içki olmamakla birlikte restoranlarında balık servisi yerine köfte önerilmiştir, sonunda çok güzel balık yapan bir yer bulunmuş, güzel bahçesinde rakı keyfi yapılmış ve içerden gelen tulum sesine kulak kabartılmış ve horon bile çekilmiştir. Uzungöl’de bir gece kalınmalı çünkü sabahın erken saatlerinde yapılan kahvaltı gerçekten insanı Uzungöl’ün etrafında olan tepelere doğru sürükler.
Uzungöl’e gidiş yolu tek şerit asfalt yolla sağlanır. Tepelerin yeşillikleri arasında çay ağaçlarının o enfes yeşilliği göze batarken aklınıza gelebilecek bir kaç bilgi vereyim: Çay ağacı kendi haline bırakıldığında 10, 20 metreye kadar çıkabilir ama o zaman yapraklarını toplamak zor olacağından pek de ergonomik değildir. Bu yüzden kısa şekli daha makuldür. İkinci olarak ise çay ağacı ülkemize 1970’li yıllarda getirtilmiş ve tarımı yapılmıştır. Nerden mi? Gürcistan’dan. Biz de Uzungöl’de sabah kahvaltısı yaparken tabii ki çay içtik ve yolumuza öğleden önce gibi devam edip Trabzon’a gerisin geriye döndük. Çünkü bir sonraki durağımız Sümela Manastırı.
Sümela Manastırı
Uzungöl sonrasında sahile çıkıp Of ilçesinden batıya doğru devam ettik. Of ilçesi demişken Oflu hoca, Oflu İsmail’i duymuşsunuzdur, biz de duymuştuk ama kimseye sormaya cesaret edemeden Sürmene ilçesine geldik. Trabzon merkezine yaklaşırken ‘Trabzon Ayasofya Müzesi’nin yanından geçtik. 1250 – 1260 yılları arasında yaptırılan ve bir manastır kilisesi olan Trabzon Ayasofya Kilisesi, Fatih Sultan Mehmed’in 1461 yılında Trabzon’u fethinden sonra da kilise olarak kullanılmış, 1584 yılında camiye dönüştürülmüş. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 1964 yılında müze haline getirilen yapı 2013 yılında tekrar cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bizim de yakınından geçip son bir kez müze olarak gezememiş olmamız sonradan çok içimize oturmuştur :(
Trabzon merkeze gelmeden Migros alışveriş merkezinin oradan köprü altını geçip sola dönün (nasıl tarif ama!) Migrosu biraz geçince seyyar araçta kavun satılıyor, kesinlikle alın. Altını çizerek tekrar söyleyeceğim, migrosu geçince seyyar araçta satılan kavunlardan kesinlikle almalısınız. Yol sizi Maçka ilçesine götürecek ki, Çağlayan ilçesini geçtikten sonra hani her 15 dakikada bir yanınızda götüreceğiniz kamp tüpü ile Türk kahvesi yapsanız yeridir, o kadar keyifli bir manzara karşılıyor sizi. Maçka, ilk defa gören için o şarkılarda türkülerde anlatılan imgesi gibi değil, beton grisi bir ilçe. Maçka’dan sonra yol daralıyor ve yükseğe çıkıyorsunuz hissi hakim olsa da gerçekten ufak ufak yokuş yukarı çıkıyorsunuz. Zaman zaman ufak bir dere size eşlik ediyor. Evet yanılmadınız, dağa doğru çıkıyorsunuz.
Sümela Manastırı’na Nasıl Çıkılır?
Ve Sümela Manastırı. Öncelikle Sümela Manastırı’na çıkmak için iki yolunuz var: ilki, aracınızla. İkincisi ise aracınızı aşağı bırakıp yürüyerek. Karar sizin! Eğer yürümek isterseniz manastırın kutsal yol güzergahını izlersiniz ki bir nevi hac yürüyüşü yapmış olursunuz, dikkatli olun hem eğimli hem virajlı hem de yanınızdan araçlar geçebilir. Araçla çıkacaksanız da dikkatli olunası bir yol olduğunu hatırlatırım; yer yer çok dar, yer yer çok dik ve genelde ıslak. Sümela Manastırı’nın sağ çaprazında yol kenarında ufak bir dinlenme yeri var, genelde fotoğraflar buradan çekilir, aklınızda olsun. Ayrıca araç yolunun bittiği yerden manastırın içine kadar da keyifli bir yürüme yolu var, manastırın girişinin manzarası da cabası. Sümela Manastırı ile ilgili tüm bilgilere buradan erişebilirsiniz.
Ayder Yaylası
Ayder yaylasına giderken aklımızda bir gece orada kalmak vardı. Yukarıda da dediğim gibi yolu uzatmıştık ve niyetimiz de bu olmuştu; Uzungöl’den geriye Sümela Manastırı’na git, sonra gerisin geriye, doğuya, Rize’ye ve hatta Çayeli’ne ‘çayelinden öteye giderum yane yane’ ve Ardeşen’e kadar geldik. Ardeşen’de bizi karşılayan Çamlıhemşin ve Kaçkar Dağları Milli Parkı tabelalarını takip edip Ayder yaylasına doğru gitmeye başladık. Solumuzda gayet sıkı rafting yapılan Fırtına Deresi, Karadeniz’in içlerine doğru ilerlemeye başladık. Çamlıhemşin’e yaklaştıkça sanki her yer daha bir yeşil ve gökyüzü sanki daha bir mavi – mor.
Kıvrımlı yollar, sessizlik ve cd çalarda ‘Philippe Jaroussky’. Birkaç fotoğraf çektikten sonra yolun sağındaki ufak bir cepte ‘kokoreç’ yazısını görünce durduk merakımızdan. Kokoreç var mıydı? Yoktu! Önemi de yoktu, çay içtik bir demlik. Çayları taze taze dalından mı kopartıyorsunuz diye bir soru sordum ve soruma istinaden boş gözlerle bakan bir çift göz görünce espriden de vazgeçtim. Durduğumuz yerin tam karşısında kayaların arasından belli ki gürül gürül çıkan bir kaynak suyu ve orada mütevazi bir şekilde yapılmış çeşme dikkatimizi çekti, mükemmel tatlı ve buz gibi sudan kana kana içtik. Ve işin güzel tarafı biz orada çay içerken o civarda yaşadığı belli olan bir aile geldi kendi çaylarını yaptılar ve arkalarında tek bir çöp bırakmadan gittiler. Hem sevindim hem de büyükşehirde yaşayan bizlere üzüldüm.
Ayder yaylasına nasıl geldiğinizi anlamadan bir anda kendinizi yaylanın içinde yokuş yukarı araç sürerken görüyorsunuz. Eğer Ardeşen’den yaylaya otostop çekmek isterseniz, kesinlikle bir araç bulursunuz 42 km’lik yol için, yöre halkı enfes keyifli. Ayder yaylası ile ilgili tüm bilgiler için Ayder yaylası sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Ayder Yaylası Nerede Kalınır?
Size tavsiyemiz yaylada yolun en sonunda solda bulunan Oberj Oteli internette araştırmanız ve Ayder’e gidecekseniz eğer orada kalmanız. Eminim ki diğer oteller de çok keyiflidir ama biz sadece kaldığımız yer hakkında bilgi verebiliyoruz. Biz sadece bir gece kalmak istemiştik ama o kadar keyifli rehberleri, misafirleri, sahipleri var ki otelin, bir gece daha kaldık. Bununla da kalmadık gecenin 01:00’inde kaldırılıp tulum eşliğinde horon çektik, titiz oynadık. Otel işletmecisi bilhassa olmazsa olmaz dedik o da eşlik etti. Gerek kültürel, gerek çevreci yaklaşımlarıyla ve gerekse sosyal atıflarıyla kesinlikle Oberj tavsiye olunur. Öyle ki otele gelen misafirlere uyarıları ilk gözünüze çarpan şeylerden biridir.
Not: Oberj Otel 2018’den önce el değiştirdiğinden veya satıldığından bir daha gitmedik. O yüzden artık nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz.
Pokut Yaylası
Oberj Otel’e yerleştikten sonra otelin önündeki verandada oturup çay içip insanlarla sohbet ederken turların detaylarını öğrendik. Bir sonraki günün programında Pokut yaylasına gidileceğini öğrendik ve biz de gelmek istiyoruz dedik. Kabul ettiler. Sabah erkenden minibüslerle Çamlıhemşin’e geldik ve bizi yaylaya götürecek olan ‘Unimog’a bindik. Unimogu turistik geziler için dizayn etmişler ve arkası sırt sırta seyahat edilen keyifli bir hal vermişler. Önceleri herhangi bir gezi gibi başladı, ta ki ilk rampamızın sonunda aslında onun bir rampa olmadığını ve sadece diğer rampaların başlangıcı olduğunu anlayana kadar.
Öyle ki, yolda asfalt bittiğinde anlayın ki yol darlaşıyor ve viraj içinde viraj oluyor yukarı doğru. Önceleri pek bir şey anlamıyorsunuz çünkü sıkısıkıya araca yapışmışsınız, hani bıraksanız arkaya doğru düşüp araçtan çıkacaksınız. Abarttığımı düşünmeyin ama sanırım 30 – 40 derecelik açı yapan yollar, bu yol yanında TEM gibi kalır. Heyecanınızın da geçmesini beklemeyin çünkü hep yukarı çıkıyorsunuz. Bir ara fırsat bulup da karşınıza baktığınızda sisin içinde olduğunuzu anlıyorsunuz ve içinizden ‘hadi canım!’ derken sisin de üzerine çıkıyorsunuz. Bu yol tahmini bir saati geçiyor, ancak ben yolun sonunda ne kadar gittiğimizi düşünmemiştim bile manzaranın keyfinden. Sonra yayla için biraz yürüyorsunuz ancak isteyen taksi çağırabilir :).
Pokut yaylası Türkiye’deki enfes yaylalardan biridir, ancak yaylanın manzarasına bakarken bu manzarayı zaten herhangi bir duvar posterinde aslında daha önceden gördüğünüzü hatırlıyorsunuz. Ayrıca yanınıza kalın bir şeyler alın çünkü hava sıcak olsa da yaylada serin olabiliyor. Yayla evlerinin üzerinden yayla manzarası enfes güzellikle. Yürüyüşün sonunda bir de yöre yemeklerinden yedik ki; tatlarından mıdır, oksijenden midir ne kadar yediğinizin çetelesini tutmuyorsunuz.
Çamlıhemşin yolundan başka yaylaya çıkan diğer yollar nasıl bilmiyorum ama 4×4’lük bir yol olduğunu söyleyebilirim ve kesinlikle soğukkanlı bir şoför olmalı aracı kullanacak. Ve yanınızda mola verdiğinizde yapmak için Türk kahvesi araç ve gereçleri olmalı. O manzaranın tadı bir başka. Son olarak diyebilirim ki geniş bir alan olduğundan dolayı kaybolmamak için önleminizi alın lütfen. Pokut yaylası bilgileri için buraya tıklayabilirsiniz.
Zigana Geçidi
Pokut yaylasından sonra Ayder yaylasına geri döndük yorgunluğumuzla ve hani güzel şeylerin ortasında iken insanın aklına gelir ya güzelliklerden sonrası; işte öyle öyle bir hüzün çöktü manzarayı seyre dalmışken: ‘acaba buralarda HES’lerden nasibini ne zaman alacak’ diye. Ertesi günün planını yaparken ne yalan söyleyeyim buradan ayrılacağımız için öyle bir sessizlik hakimdi bize.
Bir sonraki gün erken kalkıp yola koyulduk, Trans Karadeniz güzergahı için. Amacımız her zaman duyduğumuz ve benim de çocukken bir kere geçtiğim Zigana geçidinden geçmek ve Gümüşhane’ye doğru ilerlemekti. Öyle ya bir zamanlar birçok aracın korkulu rüyası olan Zigana Geçidi nasıldı? Gerisin geriye sahil yolundan Trabzon ve oradan içeriye girdik, Maçka yolundan Zigana tarafına saptık. Yol içeriye girip ilerledikten sonra biraz virajlı, dikkatli olun derim; her ne kadar geniş virajlar yola hakim olsa da çok sürat yapmayın. Anayurt beldesinden sonra yol yokuş yukarı bir eğim de kazanıyor.
Ve kısa bir süre sonra Zigana geçidinden daha doğrusu tünelinden geçiyorsunuz. Kuzey tarafından girişte aslında pek de bir şey anlamıyorsunuz; kuru bir tabela ile rakım yazıyor bir de nerede olduğunuzu, ki zaten bunları biliyorsunuz. Uzun bir tünelden ibaret burası; uzun ve eski ve düz, aşağıya doğru hafif eğimli. Geçitten sonra zaten yokuş aşağı inmeye başlıyorsunuz. Manzarası gayet geniş ve güzel, eğer bir de sis varsa kesinlikle dikkatli olun iniş yönünde. Yolun kaygan ve virajlı olduğunu unutmayın, genişliğine de aldanmayın; gerçekten tehlikelidir, dikkatsiz olduğunuzda. Aman dikkat! Zigana geçidi bilgileri için Zigana geçidi sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Karaca Mağarası, Gümüşhane
Trans Karadeniz güzergahında Zigana geçidinden 21 km kadar sonra Torul ilçesine geliyorsunuz. Artık Karadeniz bölgesine özgü ağaçlar kendilerini pek göstermemeye başlıyor. Çünkü sıradağların güneyine geçiş yapıyorsunuz. İşte Karaca mağarası, bu ilçeye bağlı ve kesinlikle gidilmesi gerekli olan yerlerden biri, ki biz de öyle yaptık. Mağaraya gitmek için Gümüşhane yönüne giderken malum kahverengi tabeladan yolun soluna sapıyorsunuz (o yıllarda yol yapımı vardı, eğer belediye değiştiyse eminim hala yol yapımı vardır). Yoldan saptıktan sonra her yer biraz daha ıssızlaşıyor ve keskin virajlı ince yoldan yukarılara çıkıyorsunuz. Enfes genişlikte bir manzara sizi bekliyor, öyle ki dünyada gerçekten de ufacık olduğunuzu anlıyorsunuz. Yol ortasında bir adet çeşme var, mola verin; rüzgarı dinleyin, sessizliğin keyfini çıkartın.
Yola devam ederek nihayetinde en yularıdaki Karaca mağarasına geliyorsunuz. Mağara etrafında dükkanlar var; girin birisine kızılcık suyundan için, siron yiyin. Hatta geri döndüğünüzde evde yapmak üzere siron alın, yöresel yemeklerindendir. Mağaranın girişindeki bey amcaya dikkat edin, kesinlikle fotoğraf makinenizi saklayın :). (ÖNEMLİ NOT: mağaralarda fotoğraf çekecekseniz eğer lütfen flaş patlatmayın!). Biz gittiğimizde gördük ki Karaca Mağarası gerçekten de bu tür oluşumlar arasında önemli bir yere sahip. Zaten ilgili Karaca mağarası sayfamızdaki açıklamalarımızı okuduğunuzda bunu siz de göreceksiniz. Birkaç saat geçirdikten sonra anayola geri dönerek Gümüşhane’ye ve oradan da Alucra / Çamoluk’a devam ettik. Devam ettik ne kelime, akşamı kesinlikle Kayacık köyünde geçirmekti niyetimiz.
Kayacık Köyü, Çamoluk
Trans Karadeniz turu güzergahı içindeki en keyifli yollardan biri; her ne kadar Gümüşhane ile Çamoluk arası 120 – 130 km kadar olsa bile yol minimum 3 saat sürdüğünden önünüze çıkan virajları siz tahmin edin. Özellikle inişli çıkışlı, sola sağa virajlar gerçekten de dikkatli olmanız için bas bas bağırıyor. Ancak her kilometresi yola değer, eğer cd çalarınızda hafif bir müzik varsa gerçekten 3 saat harika geçecektir.
Bizim bu Trans Karadeniz güzergahını seçmemizin sebeplerinden biri de yıllardır gitmediğim Kayacık köyüne uğramak ve tatilde oraya giden ailemin yanına gidip bir gece kalmaktı. Diğer Karadeniz köylerinden ziyade farklıdır gerek konumu gerek tarihiyle. En basitinden kaç köyde ulu önder Atatürk’ün enfes bir fotoğrafı sizi köy girişinde karşılar ki? Köyde bir gece kaldık ve gece Trabzon’dan aldığımız kavunu rakı eşliğinde yıkık Rum kilisesi duvarlarına yaslanarak ve teleskobumuzla yıldızlara bakmaya çalışarak geçirdik. Yazmadan geçemeyeceğim, yaz mevsiminin ortasında yorgan ile yattık, çünkü köy o kadar yüksek rakımlı. Kayacık köyü bilgileri hakkında ilgili sayfaya uğrayabilirsiniz. Gün doğarken yola koyulduk tekrar, artık dönüş yolu bizim için başlamış oldu.
Niksar, Tokat
Trans Karadeniz turu rotası sona doğru yaklaşırken, Çamoluk’tan çıktığımızda ilk durağımız 200 km kadar batıda yer alan Niksar oldu ve cd çalarımızda Yaşar Kurt’un ‘Kamyonlar Kavun Taşır’ isimli şarkısı vardı. Hiç dinlemediyseniz tam sırası, aratın dinleyin efendim, Cahit Külebi’nin mısralarıyla… Amasya yoluna devam ederken artık anlıyorsunuz ki Karadeniz kıyılarının ve sıradağlarının kucağındaki o yeşillikler artık sadece öbek öbek kalmış durumda. Yol her ne kadar rahat olmuş olsa da yine de radarlara dikkat edin derim.
Amasya Şehzadeler Şehri
Amasya’ya geldiğimizde artık öğleden sonrayı çoktan geçmiştik, acelesi olmadan seyahat etmenin keyfini de zaten buraya kadar sürdük. Ama ne de olsa Trans Karadeniz güzergahı devam ediyor. Çünkü Amasya ilinin en büyük özelliği elma değilmiş. Amasya kaya mezarları ve onun önünde sıralanmış tarihi evleri, gerek tarihi gerekse konumu itibariyle dağların arasında kalmış ve henüz bozulmamış gerçek bir Anadolu cevheri. Amasya’da aracı bir yere bırakıp yaya olarak gezdik ki siz de öyle yapın. Kaya mezarlarına çıkmaya çalışın, Amasya kalesini gezin, en azından Yeşilırmak kenarındaki tarihi evlere girin, yöresel yemeklerden tadın, eski ve dar ve harabe olmuş sokaklarında fotoğraf çekin. Biz de öyle yapıp yolumuza batıya doğru, Safranbolu’ya doğru devam ettik. Amasya hakkında tüm bilgileri ilgili sayfada bulabilirsiniz.
Karadeniz Turu Safranbolu
Trans Karadeniz turu güzergahı kapsamında Amasya’dan yola çıktığımızda öğleden sonraydı, bir sonraki güzergahımız Safranbolu ilçesi. Düz ve geniş bir otobandan 5 veya 6 saat yoldasınız. Çok hız yaparsınız benim gibi hız cezası yiyebilirsiniz. Yoldaki radar tabelalarına kesinlikle itimat edin, hatta ilk iki tabela sonrasında trafik polisi olmasa bile! Safranbolu’ya vardığınızda saat kaç olursa olsun öncelikle gezin derim, çünkü günün her saati bu tarihi kasabada ayrı bir renk ve keyif var. Biz gecenin ilerleyen saatlerinde varmamıza rağmen o taş ve dar sokaklar bir dinginliğe çağırıyor sizi; bir açıkhava müzesi sessizliğinde. Safranbolu’da dinlenilecek, gezilecek, peşinden sürüklenilecek o kadar obje, hikaye var ki; Safranbolu sayfamızda bulabilirsiniz bunların hepsini.
Ve gittiğinizde mümkünse günübirlik gitmeyin, yetişemezsiniz, hangi birine yetişeceksiniz ki, hangi hikayeyi, hangi tarihi üstün körü dinleyebilirsiniz ki? Attığınız her adımda tarihin, dinginliğin, Karadeniz insanının o anlatılamaz güzelliğini görüyorsunuz ve her adımınızda ‘biraz daha kalabilir miyim’ diye düşünmeden edemiyorsunuz.
İstanbul
Ve Trans Karadeniz turu güzergahında son; İstanbul’a dönüş. İki gece kaldıktan sonra dönüş yoluna geçmek bir tatil serüveninden gerçekten kötü, hele dönüş yolun İstanbul ise cidden de kötü; o büyük, anlamsız ve insansız kente.
Zaten Bolu geçidini geçtikten sonra TEM bildik, tanıdık İstanbul yolu oluvermiş. Zaten biz de bir güzergahı bitirmekten, dahası İstanbul’a dönmekten her ne kadar haz edemesek de bir bakmışsınız ki aklınızda ilk iş gününün yapılacakları…
Oysa daha İstanbul’a 260 km kadar yol var!
Bir başka zaman bir başka Trans Karadeniz turu yapmakta kesinlikle fayda var diye düşünsek de Araplar çoktan buraları parsel parsel işgal etmiş durumdalar. Ayrıca diğer gidilen güzergahlar ve güzergah yazıları için buraya bakabilirsiniz.
Ayrıca İlgili Linkler:
Karadeniz bölgesi detaylı bilgiler
Karadeniz bölgesi fotoğraf galerisi
Türkiye müzeler, antik şehir ve tarihi kentler
Karadeniz bölgesi hava durumu