Leblebi tarihi bilgilerine geçmeden önce diyebiliriz ki, pek çoğumuz leblebiyi severiz ve yeriz. Ancak Leblebinin tarihçesini biliyor muyuz veya leblebi nasıl yapılır, nasıl yenilir, bunlardan haberimiz var mı? Dahası meşhur leblebi tariflerini biliyor muyuz ve leblebi aslında neden olur? Nerenin leblebisi meşhurdur diye sorduğumuzda, kendi kendimize vereceğimiz ilk cevap Çorum’dur. Ancak Orta Anadolu’da da birçok yerde ‘meşhur leblebi’ ibaresi geçmektedir. İşte bütün bu soruların cevapları bu yazımızda.
Hatta çoğu zaman leblebiye görevler de yükleriz. Sigarayı bıraktığımızda yanımızda olması gibi; film izlerken, içki içerken, sohbet ederken çoğu zaman vazgeçilmeyenlerimizdendir kendileri. Bununla birlikte hayatımızda bizimle iç içe olmasına rağmen pek çoğumuz leblebinin tarihçesini hiç bilmez veya hiç araştırmaz. Çünkü sadece yeriz. Leblebinin tarihçesini bilmediğimiz gibi leblebinin alternatif tarihini de bilmeyiz.
Şimdi öncelikle gelelim leblebinin bilinen tarihine. Bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da internette bilgi kirliliği mevcut. Kimi kaynaklar 7000 yıllık geçmişten bahsederken, kimi kaynaklar da 1300’lü yılları işaret etmektedir. Bu konudaki bilgileri internette arama motorlarında bulabilirsiniz. Ancak biz alternatif tarihinden bahsetmek istiyoruz.
Kavimler Göçü
Bildiğimiz üzere Çorum ilinin olmazsa olmazıdır leblebi ve tarihi kayıtlara baktığımızda Çorum ilimizin görünürde hiç de, antik bir adı yok gibi görünmektedir. Hani İstanbul ilimizin yunanca veya persçe isimleri vardır ya, hah! Çorum ilimizin de vardır aslında, (yunanca:Leblebisies, antikçe: leblibus). Peki bu Leblebisies ismi nerden gelmektedir.
Aslında tarih olarak biraz daha ileriye gitmekte fayda var.
Kavimler göçü olarak bildiğimiz ve dünya tarihini değiştiren olay, M.S. 350 yıllarında başlamıştır. Bu göç neticesinde özellikle Avrupa ve Anadolu’daki tüm yaşam değişmiştir. Oysa kavimler göçünden önce Çorum ve civarlarında Hitit medeniyetinden arta kalanlar bulunmaktaydı ve 1000 yıldan fazla geçmesine rağmen kültürel ve sosyal olarak bir asimile söz konusuydu, ki bu asimile zamanımızda hala görülmektedir. Ayrıca Hitit gibi bir medeniyetin yok olmasından sonra o civarda yaşayan halk zorluk çekmeye başlamış ve kurak topraklarda yiyecek bir şey bulamaz hale gelmiştir.
Kavimler göçünün başlamasından kısa bir süre sonra Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu), Roma İmparatorluğu’nun doğu kısmında ve başkenti İstanbul olacak şekilde kurulmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu kurulduğunda, imparator Anadolu insanına ve civardaki halka şirin gözükmek ve yardım sağlamak için bir plan yapmış ve ellerinde bulunan Avrupa’dan getirdikleri çuval çuval nohut ağacı tohumunu Anadolu’ya dağıtmışlardır. Nohut ağacı tohumunun bulunması ise bambaşka bir yazımızın konusudur. Biz yine konumuza dönelim.
Bizans Elçileri Anadolu’da
İlk Bizans İmparatoru emriyle ellerinde çuval çuval nohut ağacı tohumu olan elçiler Anadolu’ya gönderilmiş ve her bölgeye çuval çuval nohut dağıtılmıştır. İşte Çorum ve bölgesine iki hafta sonra varan bu elçiler, yorgunluktan ölmek üzere olduklarından ve daha fazla Anadolu içlerine gitmek istememelerinden dolayı bu nohut tohumlarını ahaliye vermiştir (alternatif resmi kayıtlara göre 150 çuval). Çuvalları gören ahali “altın neyim getirdiler herhal?” diye düşünürlerken, elçiler bu tohumları ekmelerini böylece Anadolu’nun kurak topraklarının yemyeşil bir hale gelivereceğini anlatmıştır. Ayrıca elçiler, bu tohumlardan oluşan ağaçların gölgelerinde oturabileceklerini, yapraklarını hayvanların yiyebileceğini, ağaçlardaki yemişlerin de insanları doyuracağını anlatmışlardır. (Bu konuda özellikle Çorum ilinin girişinde, o zamanlar bir çok açıklamalarda bulunarak halkın sevgisini kazanan elçi Nohutarius Elçisismum’un heykeli bulunmaktadır.)
O günkü Çorum ve çevresinde yaşayan insanlar, kısıtlı olanaklarına rağmen aldıkları bu nohut ağacı tohumlarını ekmiş, sulamış ve beklemeye başlamıştır. (Bu esnada orta Asya’da başlayan Kavimler Göçü, Anadolu sınırlarına kadar ilerlemiştir. O zamanlardaki teknolojik ivmenin olmamasından dolayı günümüzdeki teknoloji ile maalesef kıyaslayamıyoruz, dolayısı ile ne kadar sürede Anadolu’ya geldiklerini bilmiyoruz.)
Bir kaç yıl içinde ufak bir ağaç haline gelen nohut tohumlarını duyan civardaki ilim ve bilim insanları, bu ağaçları görmeye gelmiş ve yemişlerin nasıl yenilebileceği hakkında yorumlar yapmışlardır. Ancak halk bu konuda kararsız kalmış ve çeşitli şekilde bu yemişleri tüketebilmenin yollarını araştırmıştır.
Öyle ki efsane arama moturu Google fikrinin bile bu zamanlarda ortaya çıktığına dair alternatif bilgiler mevcuttur. Biz yine konumuza dönelim.
Bizans imparatorunun verdiği ve halkın ektiği bu tohumlar, gerek karakteristik gerekse coğrafi şartlar neticesinde sadece Çorum ili ve civarında filizlenmiş ve ağaç haline gelmiştir. Ağaçlardan yemişleri toplayan halk bunlarla ne yapacağını düşünürken, Kavimler göçünden kopan ve biraz daha aşağıya inerek yolunu kaybeden bir şahıs, artık leblebinin tarihçesini yazmaya başlayacaktır. Peki kimdir bu? Nohut Baba’dan başkası değildir tabi ki.
Nohut Baba ve Leblebi
Kavmini bulmak için yollara düşen Nohut Baba, yolu üzerindeki Çorum’a gelmiş ve bir nohut ağacının gölgesine uzanmıştır. Yorgunluğundan dolayı kısa bir öğle uykusuna yatan Nohut Baba, uyandığında halkın çaresizliğini görmüş ve onlara yol göstermek istemiştir. Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi sözüne hayati bir vurgu ile gönderme yapan Nohut Baba, Çorumca bildiği için, Çorumca olarak “lütfen bana bir tencere, su ve çalı çırpı getirin” demiştir. Nohut Baba’nın sakalından etkilenen insanlar, istediklerini getirerek merakla ne yapacağını izlemeye başlamıştır.
Nohut Baba, su ile elini yüzünü yıkadıktan sonra yemişleri tencerenin içine atmış ve ateşte kavurmaya başlamıştır. Etrafa güzel bir koku yayılmaya başladığında tencerenin içindekileri kuşağından çıkardığı bir mendil üzerine alarak ‘lıb lıb’ diye yemeye başlamış ve etrafındakilere de ikram etmiştir. Halkın dili dönmediği için ‘lıb lıb’a zamanla ‘lıblıbı’ demiş ve bu ‘lıblıbı’ sesinden dolayı o yemişin adı nihayet ‘leblebi’ olarak tarihe geçmiştir. Leblebi kelimesinin telaffuzu daha da zor olduğundan, bu yöreye artık Leblebisies denilmeye başlanmıştır. Ayrıca bu yörede yaşayan insanlara da Leblebisier denildiğini bilmekteyiz.
Nohut Baba’yı izleyenlerden biri olan Sorguç Baba, “bi bak heri!” diyerek, bunu nasıl bildiğini sorunca da aldığı cevap “olm biz bunu orta Asya’da kımızla yiyoruz. Ben bilmeyeceğim de kim bilecek” şeklinde olmuştur.
Tarihi kayıtlar, bu olay neticesinde Nohut Baba’nın hızlıca o yöreden ayrıldığını ve tam 18 yıl sonra kavmine katıldığını, 55 yıl sonra da Macaristan’da bir leblebi dükkanı açtığını yazmaktadır. Hatta alternatif tarih, Nohut Baba’nın bu iyiliğinden ötürü o yörede yaşayan bir kadının, onun peşine takıldığı, onunla birlikte seyahat ettiği ve sonralarda çam fıstığı Nene adını aldığını yazmaktadır.
Not: Leblebi tarihi bir alternatif tarih ürünü olup, saçma sapan bir yazı olsa da bir akıl ürünüdür.
Leblebinin alternatif tarihçesi ile ilgili yazımız hakkında yorum yapmak için aşağıdaki bölümü kullanabilirsiniz.
Diğer Alternatif Blog yazılarımız için burayı tıklayabilirsiniz.
Ayrıca diğer gezi yazılarımız için ana sayfamıza gidebilirsiniz. Ana sayfaya gitmek istemezseniz belki buraya uğramak istersiniz.