Ayasofya mimarisi adı altındaki bu içerik, Ayasofya’da yapılan restorasyon ve onarımlar ile birlikte mimarisini de, Ayasofya’nın yapılışından günümüze kadar içermektedir. Makalemizin altındaki bulunan kaynakçadan yararlandığımız ilgili kitapları bulabilir ve Ayasofya mimarisi, restorasyonları ve onarımları hakkında daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz. Ayasofya hakkındaki diğer tüm bilgilere ulaşmak isterseniz Ayasofya hakkında her şey isimli sayfamıza bakabilirsiniz.
Ayasofya tarihçesi isimli sayfada, Iustinianos (Jüstinyen – Justinianus), Nika ayaklanmasını bastırır bastırmaz günümüze kadar gelen üçüncü Ayasofya’yı tasarlamak ve yapmak için goemetri bilimi ile uğraşan Anthemios ve Isidoros’u görevlendirmiştir diye belirtmiştik. İmparatorun bu iki bilim insanını seçmesi, aslında Ayasofya’nın günümüze kadar gelen ve adının dünya mimari ve sanat tarihinde daima ön sırada geçmesine zemin hazırlamıştır.
Çünkü bu iki bilim insanından mimar olarak bahsedilmemektedir. Bu iki bilim insanından mekhanikos veya mekhanipoioi olarak bahsedilmektedir. Bu terimler ise o yüzyıllar için tasarım sanatını icra eden çok az kişiyi ifade etmektedir.
Ayasofya fotoğrafları için tıklayınız
Ayasofya Camii Ziyaret Saatleri ve Giriş Ücreti 2024
Ayasofya Camii giriş ücreti 2024 yılı itibariyle üst kat için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına 800 TL, eğer Müzekart var ise 425 TL, turistlere ise 25 Euro olarak güncellenmiştir. Gezilebilecek alanlar ise Ayasofya’nın üst katıdır. Ayasofya’nın üst katına çıkanlar aşağı kata inememektedirler.
Eğer ibadet için alt kata girdiyseniz üst kata çıkmak için bu ücreti vermeniz gerekmektedir. İbadet alanı olan alt kısma günün tüm saatleri girilebilse de turistik olan üst kısma ancak saat 19:00’a kadar girilebilmektedir.
Ayasofya Mimarisi
Ayasofya katedralinin restore edilmesinden ziyade, yeniden inşa edilerek imparatorluk otoritesini temsil etmesi ve gökyüzündeki ilahi gücün yeryüzündeki temsilcisi olarak imparatorun yetkinliğini göstermesi önemliydi. Mimari bir eser olarak Roma kenti yapıları dahil diğer şehirlerdeki eserlerden üstün olmalıydı. Bu bağlamda bazı kaynaklar aslında imparatorun ayaklanmadan önce yeni bir Ayasofya’yı inceden inceye düşündüğünü belirtir. Çünkü günümüzdeki yeni Ayasofya tam olarak 5 yıl 10 ay gibi bir sürede bitirilmiştir.
Ayasofya son derece karmaşık bir mimari girişimdir. Genişletilmiş (rüzgardan şişmiş bir yelken biçiminde) kubbeli bir bazilika olarak adlandırılabilir. Buna benzer bazilikal mimariler özellikle Suriye’de ve İç Anadolu’da değişik biçimlerde uygulanmıştır. İki yarım kubbe arasında bir merkezi kubbeyle örtülmüş ve uzunlamasına plan ile merkezi planı birleştiren dikdörtgen bir yapıdır. 48 x 32 metre ölçülerinde olan iki narteks ve revaklı atrium hariç tutulduğunda iç ölçüleri 70 x 75 metre olan yapının uzunluğu yaklaşık olarak 135 metreye ulaşmaktadır. Ayasofya’da neften önce batıda iki narteks yer almaktadır. Dıştaki narteks, atriumun doğu kanadını oluşturup tamamen kapalıdır. Buradan iç nartekse beş kapıdan girilebilmektedir. İç narteksten de kilisenin nefine dokuz kapıdan girilmektedir. Kısaca bahsetmek gerekirse Ayasofya, iç ve dış olmak üzere iki narteks, üç nef ve bir apsisten meydana gelmiş iki katlı ünik bir yapıdır.
Ayasofya’nın Mimari Oranları
Yapının dışı 6.yy’da genişlik ve uzunluk yönünden uygun şekilde oranlanmış ve kitlesini oranlarının uyumuyla birleştirmiş şeklinde tanımlanmıştır.
Ayasofya kubbesinin çapı yaklaşık 31,7 metre, yerden yüksekliği ise 55,6 metredir. Kubbe tümüyle tuğla ve harçtan ötülmüştür. Kubbe ayrıca 180 derecelik tam bir yarım küre değildir, 163 derecedir. Kubbeyi oluşturan 40 kaburganın arasında 40 pencere bulunmaktadır. Aslında günümüzdeki kubbeyi, üçüncü Ayasofya’yı yapan İsodoros’un yeğeni genç İsodoros 558 yılının mayıs ayındaki depremde çökünce yeniden yapmıştır. Günümüze kadar gelen kubbe budur. İlerleyen bölümlerde Ayasofya Onarımları isimli bölümde tüm bunları okuyabilirsiniz. Üçüncü Ayasofya kubbe yapıldıktan sonra 24 Aralık 562 yılında tekrar (ikinci kere) açılmıştır.
Kubbenin iki tarafındaki yarım kubbe, ana kubbenin yaptığı baskıyı azaltmak için yapılmıştır. Bu her yarım kubbe de eksedra yarım kubbeleri ile üçe bölünmüştür.
Burada Semavi Eyice’nin ‘Bizans Mimarisi’ isimli kitabından bir değerlendirme verelim: Bizans zamanında yapılan diğer kiliselerin kubbeleri Ayasofya’nın kubbe çapına asla erişemediği gibi, Bizans mimarisi ne Ayasofya’nın ölçülerine yaklaşmış ne de onun mimarisini geliştirerek yeni çözümler aramıştır.
Ayasofya’nın nefi cüretkar bir genişlikte olup, Avrupa’daki her hangi bir gotik katedralden yaklaşık üç katı genişliktedir. Ayrıca ortaçağda yapılan Ortadoğu ve Avrupa’daki hiç bir yapı Ayasofya’nın yüksekliğine erişememiştir. Sekiz yüzyıl kadar bir süre Ayasofya dünyadaki en büyük tonozlu yapı olmak özelliğini sürdürmüştür. Günümüzde ise tuğladan yapılmış en büyük üçüncü kubbeye sahiptir. Genç İsodoros’un yaptığı bu kubbe, iç tarafında ve tam ortasında daire içinde muazzam bir haç ile bezenmiştir.
20. yy’ın sonlarında yapılan araştırmalar neticesinde üst nartekse yaslanmış olarak duran dört uçan (?) payandanın 869 veya 989 yıllarında ilave edilmiş olduğu ortaya çıkmıştır. Bu da uçan payandaların mimarlık tarihinde kayda geçmiş en eski uçan payandalar olduğunu gösterir.
Ayasofya’nın Sütunları
Günümüze kadar gelen Ayasofya’nın içinde kullanılan sütunların bazıları Heliopolis (Mısır)’ten, sekiz büyük kırmızı porfis sütun ise Artemis mabedi (Efes)’ten, Kyzikos (Kapıdağ Yarımadası)’tan ve Ba’lebek (Suriye)’ten getirilmiştir. Sütunların mermer gövdeleri büyüklük, oran ve renk yönünden karmaşık bir biçimde yerleştirilmiştir. Ayrıca duvarlarında kullanılan mermerler de çeşitli yerlerden getirilmiştir. Frigya’dan çok renkli taş, Sparta’dan zümrüt yeşili mermer, Yunanistan Carystus’tan getirilen yeşil mermer bunlardan bazılarıdır. Neflerde kullanılan ince mermer levhalar, tek blok halindeki mermerin ikiye bölünmesiyle elde edilip yan yana birleştirildiği için doğal damarı merkezi bir eksen boyunca simetrik şekiller oluşturmaktadır. Bu kaplama levhalar 20 – 30 mm kalınlığındadır.
Ayasofya’nın üst kat galerilerine, dört köşedeki dört kapı ile dört adet helezonik yoldan çıkılmaktadır. Ancak günümüze bunlardan üçü gelebilmiştir. Bir yolun yerini ise sonradan yapılan göğüsleme duvarı almıştır. Helezonik yollar taş ile döşenmiş olup duvarları tuğla ve harç dolgudan yapılmıştır.
Ayasofya’daki sütun başlıklarının hepsi beyaz renkte ve değişik tarzdadır. Başlıklar akantus ve palmiye yaprakları ile süslenmiştir. Bu oyma başlıklardan bazıları yaldızla kaplanmış ve çoğunlukla Jüstinianus ya da imparator monogramları taşımaktadır. Sepet başlık olarak trabir edilen bu başlıklar ya da monogramların hiç biri diğerine benzememektedir.
Işık duvardaki pek çok pencereden içeri girmekte ve burayı bir ışık hazinesine dönüştürmektedir. Ayasofya mimarisi içeriğinde sonradan ortadan kaybolan renkli camlar kullanıldığı düşünülmektedir. Öyle ki ‘karanlığı kovan’ bu ışıklar, bir ışık bilgeliği (Hagia) oluşturmakta ve geceleri de içerisinin ışıl ışıl olmasını sağlamaktadır.
Ayasofya Litürjik Donanımı
Litürji özellikle Hristiyanlık’ta halka açık dini ibadetlerin veya ayinlerin nasıl yapılacağını belirleyen prosedürler ve metotlar bütünüdür. Bunlara uygun olarak düzenlenen ayinlere de litürjik denir. Ayasofya’daki donanım hakkında ise günümüzde hiç bir detay veya görsel olmamasına rağmen Prokopius’un (Bizanslı tarihçi) kilisedeki litürjik donanımının 20.000 kilo gümüşle tezyin edildiğini gösteren kayıtları vardır. Ayrıca şair Paulus da ana hatlarıyla bu litürjik donanımı anlatmıştır. Tarihi kayıtlarda ise 1204 yılındaki Haçlı seferleri sonucunda bu donanım yağmalanmış, 1261 yılında Haçlı ordusu şehri terk edince tekrar restore edilmiştir. 1346 yılında ana kubbenin doğu bölümü çökünce donanımın bir kısmı tahrip olsa da restore edilmiştir ve 1453 yılında 2. Mehmet mihrap koyana kadar yerinde kalmıştır. Ayasofya cami olduktan sonra ise İslami litürjik öğeler caminin her yanında görülmektedir.
Ayasofya Yapı Elemanları
Ayasofya’da taş, tuğla ve harç kullanılmıştır. Taşlar esas olarak payelerde, tuğla ve harç ise duvarlarda kullanılmıştır. Taşlar kireçtaşı ya da yeşil taştır. Tonozların ve kubbenin dış yüzeyleri kurşun levhalarla kaplanmıştır. İmparatorluk kapısı kaplamasında bronz kullanılmıştır. Yapının tamamı değişik tipteki tonozlarla örtülmüş ve kalın harç tabakası içine gömülmüş tuğlayla örülmüş duvarlardan oluşmaktadır. Tuğla örgü arasındaki harç tabakasının kalınlığı 50 – 60 mm kalınlığında olup harç – tuğla oranı 2:3’tür. Dikkat çekici şekilde ana kubbe pencere kemelerinin hemen üzerinde 80 cm kalınlığında olup kaburgaların birleştiği yerde ise 65 cm’dir. Kullanılan harç direk veya dolaylı olarak yapıda deformasyona yol açmıştır. Örneğin, 4 büyük kemerin inşası tonoz başlangıç çizgisine ulaştığında ana payeler dışarı doğru eğilmeye başlamıştır. Sebebi geç donan harç ve ana payelerin temellerinin güçsüzlüğüdür.
Ayasofya’daki Deformasyon
Günümüzde payelerin düşey sapması 61 cm civarındadır. Bu sapma, yapının yapıldığı ilk günden beri sürmekte olup kubbenin geç İsodoros tarafından tekrar yapılmasından sonra da sürmüştür. Günümüzde ise bu deformasyon sonusu Ayasofya’nın, Pisa Kulesi’nden sonra gelen en deforme yapı olmasına sebep olmuştur. Öyle ki başlangıçta kusursuz bir şekilde tasarlanan ana kubbe, payelerin dışa eğimi nedeniyle kuzey – güney doğrultusunda 2 metre daha geniş bir biçimde bitirilmiş, bu da elips şeklinde olmasına sebebiyet vermiştir.
Bunlara ek olarak Iustinianus, Ayasofya’nın iç duvarlarını altın levhalarla kaplatmak istemişse de etrafındaki yetkililer bir gün Bizans’ın yoksul düşebileceğini ileri sürerek bu kararından vazgeçirmişlerdir.
Ayasofya mimarisi yazısında Ayasofta hakkındaki bir çok eser, makale, tez gibi belgeler incelenmiş ve bir araya getirilmiştir. Pek tabi ki bu kadar onarım geçiren bir yapının büyüklüğü, görkemi, barındırdığı eserleri ve yapı detayları sorgulanabilir. Bu malzeme değil de şu malzeme kullanılsaydı, kubbe şu şekilde yapılsaydı daha sağlam olabilirdi, diye yorum yapılabilir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, zaman içerisinde bir çok onarım görmüş olan yapıda yapılan onarımların kalitesi de yapının devamlılığını etkileyen bir unsurdur.
Hatta ‘bir mimar yerine bir geometrici yaptığı için bu kadar onarım geçirmiştir’ diye de düşünülebilir. Ve doğal olarak mimarlık bilimiyle uğraşanlar veya mimarlar arasında fikir ayrılıkları oluşabilir. Ancak göz ardı edilmemesi gereken şey, Ayasofya’nın 1500 yılı aşkın bir süredir mimarlık ve sanat tarihi araştırmacılarının irdelediği ve bir çok farklı uzmanlık tarafından incelenen, tartışılan ve hala gizemini koruyan detayları barındıran en özgün Bizans yapısı olmasıdır.
Ayasofya’da Yapılan Restorasyon ve Onarımlar
Ayasofya mimari olarak, dünya tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan mabet, yaklaşık 1500 yıllık tarihinde bir çok doğa olayına (deprem, fırtına vb.) ve toplumsal (4. Haçlı Seferi, İstanbul’un fethi vb.) olaya direnmiştir. Ancak tüm bu olaylar neticesinde ve yapı yorgunluğu sebebiyle Ayasofya, çeşitli onarımlar ve restorasyonlar geçirmiştir. Bu onarımlarla ilgili en detaylı ve belgeli bilgi, Hasan Fırat Diker’in “Belgeler Işığında Ayasofya’nın Geçirdiği Onarımlar” isimli tezinde bulunmaktadır.
Ayasofya’da Yapılan Başlıca Onarımlar ve Restorasyonlar
553 ve 557 yıllarında İstanbul’da yaşanan büyük depremler sonrası 558 (7 Mayıs) yılında büyük kubbenin doğu tarafı yıkılmış ve katedrali yapan İsodoros’un yeğeni genç İsodoros kubbeyi 7 metre yükselterek tekrar yapmıştır.
768 yılında Patrik Niketas tarafından pek çok mozaik, ikonlar ile birlikte bazı resimler de ortadan kaldırtılmış, bazılarının da üzerleri sıvanmış ya da haç motifleriyle bezenmiştir. 867 yılında apsisteki büyük Theotokos mozaiği bitirilmiş veya Patrik Photius tarafından üzerindeki sıva kaldırtılmıştır (İkonoklazm sebebiyle üzeri sıvanmıştır).
Ayasofya ve Depremler
İmparator I. Basileus zamanında, 9 Şubat 869 yılındaki deprem sonucunda yıkılması söz konusu olan batı yarım kubbesi onarılmıştır. İmparator II. Basileus, 25 Ekim 986 ( Bir kaynağa göre 989) yılındaki bir başka deprem sonucunda duvarlarda meydana gelen çatlaklar ile kubbenin bir kısmının yıkılması sonucu Tridos (Trdat) isimli ünlü Ermeni mimar ile anlaşmış ve 6 yıl süren bir çalışma ile Ayasofya onarılmıştır. 996 yılında katedral tekrar hizmete açılmıştır.
1028 – 1034 yılları arasında imparatorluk yapan III. Romanos zamanında ilk süslemeler tamamlanmış, sütun başlıkları altın ve gümüşle bezenmiştir. Ayrıca bu zamana kadar zarar gören mozaikler de yenilenmiştir. 1122 yıllarında Ioannes II. Komnenos, eşi Eirene ve oğulları Aleksios’ın mozaikleri yapılmıştır.
1261 yılında şehir tekrar Ortodoksların eline geçince imparator VIII. Mikael, mimar ve rahip olan Ruchasa’ya katedrali tekrar onartmıştır. Ancak burada tam olarak ne yapıldığı bilinmemektedir.
Ayasofya’da Çökme Tehlikesi
1317 yılında II. Andronikos, çökme tehlikesi yaşayan binayı payandalarla tahkim ettirmiştir. 1343 ve 1344 yılları arasında Ayasofya mimarisi yine hasar almıştır. Bir dizi deprem sonucunda, doğudaki yarım kubbe ve kemer ile 1346 (19 Mayıs) yılında da büyük kubbenin bir bölümü çökmüştür. Bu bölümlerin tekrardan inşası 1354 yılında Phakeolatos zamanında yapılmıştır. bu onarımın mimarları Astras ve Latin uyruklu John Peralta’dır.
İsmail Kandemir kitabında Ayasofya cami olduktan sonra “1453 – 1913 yılları arasındaki 460 yılda Ayasofya için 6 milyon altın harcanmıştır. Cami için özel bir Ayasofya mimari atanmış, sürekli onarım yapılmıştır” demiştir. Aslında Fatih Sultan Mahmet İstanbul’u fethettikten sonra Bizans dönemine ait bina ve arsalardan elde edilecek olan yıllık 14.500 altının, Ayasofya için kurdurduğu vakıf aracılığı ile Ayasofya camisinin bakımı, onarımı ve masrafları için harcanılacağını buyurmuştur.
Rahmetli Semavi Eyice’nin “Yabancıların Gözüyle Bizans İstanbul’u” isimli kitabında, Bizans zamanındaki Ayasofya’nın gezginlerin gözüyle nasıl aktarıldığı ve Ayasofya mimarisi anlatılmıştır. Bu kitapta zaman zaman bazı gezginlerin, İstanbul’daki yoksulluğu ve perişanlığı ile Ayasofya’daki bakımsızlığı anlattığı görülebilir. İşte 2. Mehmet artık zenginlik çağını geride bırakan Bizans’tan Ayasofya’yı böyle devralmıştır. 2. Mehmet’in Ayasofya içinde yaptıracağı bir çok tamirat vardır. Çünkü artık bu katedral cami olacaktır. Ayasofya gezginleri ile ilgili sayfaya buradan ulaşabilirsiniz.
Osmanlı İmparatorluğu Zamanında Ayasofya Mimarisi, Restorasyonları ve Onarımları
1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in emriyle önce mozaikler ince bir sıva ile kaplanmıştır. Ancak galeridekilere, apsisteki mozaiğe ve Pantokrator mozağine dokunulmamıştır. Çünkü surların yapımı daha önemlidir. Kilisenin eksenine 10 derece güneye doğru olacak şekilde mihrap ve minber inşa edilmiştir. Mihrabın yanındaki duvarlara, bugün yerlerinde olmayan Hz. Muhammed’in seccadeleri ve zafer sancakları asılmıştır. Kubbenin tepesinden haç çıkartılmış, kuleden çan indirilmiştir. Ayrıca bu dönemde bir minare yapılması emredilmiş, ancak bu minare ile ilgili herhangi bir bilgi bulunamamıştır. Oysa 1950 yılında Emerson ve Van Nice’nin yayımladığı belgeler, Fatih Sultan Mehmet’in iki adet minare yaptırdığı bilgisini vermektedir. Ayrıca caminin kuzeyine medrese yapılmıştır. Bu medrese ile katedral arasında üstü kapalı bir yol bulunmaktadır ve medrese camiye bitişik değildir.
1481 – 1512 yılları arasında hükümdarlık yapan II. Beyazıt, Topkapı Sarayı’na en yakın üçüncü minareyi yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda bu minarenin II. Selim döneminde yapıldığı da geçer. 1490 – 1491 yıllarında 8156 akçe ödenerek mihrap yenilenmiş ve camlar onarılmıştır.
1526 yılında Ayasofya camisine Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferinden getirdiği iki büyük şamdan mihrabın iki yanına yerleştirilmiştir. Şamdanlar Sadrazam İbrahim Paşa tarafından Budin’in fethi sırasında Macar Kralı I. Matyas’ın saray kilisesinden getirilmiştir.
Ayasofya ve Mimar Sinan
1572 (bazı kaynaklara göre 1573) yılında, II. Selim minare yapılmasını emrettiği zaman mimar Mehmet Ağa, caminin çok daha kapsamlı bir onarımdan geçirilmesi gerektiğini belirtir. Bunun üzerine Selimiye Camisini yeni bitiren başmimar Mimar Sinan İstanbul’a çağırılır ve tavsiyeleri alınarak görev başı yapar. Yapının dışa doğru yayılmasını engellemek amacıyla Mimar Sinan, kubbeyi taşıyan payeler ve yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerlerle takviye etmiş, bunun yanısıra ağır dayanak duvarları yaparak yapıyı desteklemek yoluna gitmiştir. Ayrıca doğu Roma döneminde yapılmış olan destek duvarları yeniden örülerek taş muhafazalar içine alınmıştır. Tüm bunlardan önce Mimar Sinan caminin çevresinde açık bir alan yaratmak istemiştir. Bu yüzden caminin dış duvarlarına bitişik olan tüm yapılar temizlenmiştir. Çünkü bu yapılarda eski payandaların malzemeleri kullanılmıştır. Bu payandalar yükseltilerek batı duvarı boyunca kemerler de yapılmıştır. Bu dönemde Ayasofya mimarisi dışarıdan daha heybetli görünür hale gelmiştir.
Ayasofya Minareleri
Ayasofya onarımı sürerken vefat eden II. Selim’in yerine geçen Sultan III. Murat, Mimar Sinan ile görüşerek batı cephesindeki iki minareyi tamamlatır. Burada bir not düşmekte fayda var; minarelerin üçü taştan yapılmış olup sonuncusu kırmızı tuğladandır ve Ayasofya’nın dört köşesinden yükselen minarelerin boyları yaklaşık 60 metredir.
1577 yılında II. Selim’in türbesi, Mimar Sinan tarafından Ayasofya cami külliyesinin haziresine yapılmıştır. 1580 yılında şehzadeler türbesi Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Bu türbe kubbeli, dıştan sekizgen içeriden dört köşelidir.
1595 – 1596 yılları arasında caminin medrese yakınındaki kemeri ve kubbesiyle tuvalet kapıları onarılmıştır. Ayrıca cami kapıları, çatı kurşunu ve medrese de onarılmıştır. 1599 yılında III. Murat’ın türbesi, mimar Davud Ağa tarafından Ayasofya’nın hemen yanına yapılmıştır.
1607 yılında medrese kapısı, cami döşemesi ve tuvaletlerin onarımı yapılmıştır. 1608 yılında III. Mehmet’in türbesi mimar Dalgıç Ahmed Ağa tarafından Ayasofya avlusuna yapılmıştır. Aynı sene yapılan onarımlarda yüklü miktarda akçe harcandığı tamirat defterlerinde geçmektedir. Bu onarımlar kubbe kurşunlarının tamiri ve yenilenmesi, ana kubbe ve yarım kubbe bezemelerinin yenilenmesi, galeri katının trabzanları ile camlarının tamiri, mihrabın billur camlarının yenilenmesi, mihrap, minber ve mahvilin onarımlarıdır.
1609 – 1755 Yılları Arasında Ayasofya Mimarisi, Restorasyonları ve Onarımları
1609 yılında I. Ahmet, kubbe içindeki Pantokrator mozaiğini kapattırmıştır. 1639 yılında, 1623 yılında yağhaneye dönüştürülen vaftizhaneye Sultan I. Mustafa türbesi yapılmıştır. 1648 yılında Sultan İbrahim vefat edince Sultan I. Mustafa’nın yanına gömülmüştür.
1717 yılında Sultan III. Ahmet ana kubbenin ortasına 30 metre yüksekliğinde, yerden 3 metre yüksekte duran bir top kandil astırmıştır. 1739 yılında Sultan I. Mahmut, Ayasofya camisi içine, güney kısmındaki iki payanda arasına bir kütüphane yaptırmıştır. Kütüphanede okuma salonu ve kitapların saklandığı bölüm bulunmaktadır.
1740 (bazı kaynaklara göre 1736) yılında Ayasofya avlasunun güneybatı köşesine şadırvan ve sıbyan mektebi (çocuklar için ilkokul) yapılmıştır. Şadırvan, Osmanlı rokoko üslubuna güzel bir örnektir. Bu tarihte tüm bunların yanında çeşitli onarımlar da yapılmıştır. Okuma salonunun doğu duvarında Sultan I. Mahmut’un somaki mermere işlenmiş tuğrası görülebilir. Buradaki 5000 adet kitap 1968 yılında Süleymaniye kütüphanesine devredilerek ‘Ayasofya Özel Koleksiyonu’ adı altında korunmaktadır.
1743 yılında Sultan I. Mahmut tarafından yoksul ve kimsesizlere yemek dağıtılması amacıyla kuzeydoğu tarafında caminin dışına imarethane yapılmıştır. Geçirdiği onarımlar kapısındaki kitabede mevcuttur. 1755 yılında çıkan yangında kubbedeki kurşun kaplamalar erimiş sonrasında bu eriyen kurşunlar değiştirilmiştir.
Fossati Kardeşler ve Ayasofya Mimarisi Onarımları
1847 yılında Sultan Abdülmecid‘in Ayasofya’nın onarımı için davet ettiği G. Fossati ve kardeşi, Ayasofya camisini damı akar ve harap durumda bulmuştur. Öncelikle ufak depremler sonucunda kubbe ve duvarlarda oluşan çatlakları onarmakla işe başlamışlardır. Fossati kardeşler, demir zincirlerle kubbenin etrafını sararak dışa doğru olan itme kuvvetini kontrol altına almışlardır. Dört adet uçan payanda yıktırılmış, yılların geçmesiyle çatlayan sıvanın altında görülen mozaikler temizlenerek onarılmış ve kopyaları arşivlemek amacıyla çıkartılmıştır. Bu işlemlerden sonra mozaiklerin üzerleri tekrar kapatılmıştır.
Ayrıca Fossati kardeşler, hünkar mahfilini de kaldırmışlar ve apsisin kuzeyindeki payeye yeni bir mahfil yapmışlardır. Bu mahfil, padişahı suikastçilerden korumak amacıyla öncekinden daha yükseğe yapılmıştır. Abdülmecid’in isteği ile Ayasofya’nın kuzey tarafına bir medrese yapılmıştır. Bu medresenin temelleri Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı medresenin temelleri üzerindedir.
Ayasofya’daki Büyük Levhaların Asılması
1849 yılında kazasker Mustafa İzzet Efendi‘nin celi sülus hat tekniği ile Allah, Muhammed, Hasan, Hüseyin ve ilk dört halifenin adlarını yazdığı 8 levhayı Fossati kardeşler Ayasofya’ya asmışlardır. Bu levhaların boyu 7,6 metre, kalınlığı 35 cm’dir. Levhalar kubbeyi ve yarım kubbeleri tutan payelere galeri hizasında asılmıştır. Kazazasker Muzaffer İzzet Efendi ayrıca büyük kubbenin ortasındaki kitabenin de yaratıcısıdır. Aslında bu levhalardan önce tympanum duvarlarında asılı olan ve Allah, Muhammed ve dört halifenin adlarının yazılı olduğu dikdörtgen formunda levhalar bulunmaktaydı. Bu levhaları ise Teknecizade İbrahim Efendi yapmıştır.
1853 yılında Fossati kardeşler tarafından bir adet Muvakkithane (horologion) (halkın namaz vakitlerini öğrenmesi için yapılan yapı) yapılmıştır. Muvakkithane kare planlı bir yapı olup kesme taştan duvar örgülüdür.
1895 yılında ise, 1894 yılında meydana gelen deprem nedeniyle Ayasofya’nın çatlayan sıvaları kazınarak 750 metrekarelik bir alan tekrar sıvanmış ve boyanmıştır. 19.yy sonunda geçirdiği depremler ve onarımlar neticesinde Ayasofya mimarisi farklı tekniklerin uygulandığı bir yer haline gelmiştir.
Cumhuriyet Döneminde Ayasofya Mimarisi, Onarımları ve Restorasyonları
1931 – 1958 yılları arasında Harvard Üniversitesi Bizans Enstitüsü adına Thomas Whittemore, mozaikleri tekrar ortaya çıkartmış ve restore etmiştir. 1931 yılında narteksteki mozaikler, 1933 yılında güney giriş holündeki mozaikler, 1934 yılında da Deesis mozaiği ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca Ayasofya’nın müze olarak kullanılması kararına istinaden Ayasofya’nın bütünü içerisinde iyileştirmeler ve onarımlar yapılmıştır. Ayasofya’nın müze olarak kullanılma tarihçesi için bu sayfaya bakabilirsiniz.
1935 yılında A. M. Schneider ve Muzaffer Ramazanoğlu (Ayasofya müzesi eski müdürü)’nun da içinde bulunduğu bir ekip Ayasofya’da kazı yapmıştır. Kazı sonucunda çıkartılan ve Ayasofya’nın ikinci dönemine ait olan eserler sonraki yıllarda temizlenerek müze bahçesinde sergilenmeye başlanmıştır. 1945 ile 1950 yılları arasında da Muzaffer Ramazanoğlu Ayasofya’nın çevresinde kazılar yapmış, bu kazılarda Frig seramikleri ile duvar kalıntıları bulunmuştur.
1955 yılında Ayasofya’nın ana mekanına ait zeminde kazılar yapılmış ve taban döşemeleri altında eski mermer döşemelere ve mimari buluntulara rastlanmıştır. 1961 yılında avluda bulunan muvakkithanede çatıda değiştirmeler yapılmıştır. 1967 yılında Ayasofya haziresindeki türbede onarımlar ve restorasyonlar yapılmaya başlanmıştır.
1975 yılında başlayan onarımlarda sıva ve derz işlemleri yapılacaktır. Bu onarım 1976 yılına kadar uzamış olmakla birlikte yüklenici firma Ayasofya bahçesi içine kireç kuyusu açmıştır. Kuyu açılırken çıkan molozların altında kalan tarihi eserler zarar görmüştür. Ayrıca lahitlerin içine su doldurulup kireç söndürüldüğü de raporlarda yer almaktadır.
1980 Sonrası Ayasofya Mimarisi ve Onarımları
1980 yılında Ayasofya müzesi haziresinde onarım çalışması yapılırken arkeolojik bulgulara rastlanmış ve kazı yapılmıştır. Yapılan kazılarda zemin kat tamamiyle ortaya çıkartılmıştır.
1982 yılından itibaren kubbe kurşunları değiştirilmiş, çatlaklar onarılmış ve rampalar yenilenmiştir. Önceleri vaftizhane olan yağhanede döşemeler yenilenmiş, türbe girişindeki ahşap saçak yeniden yapılmıştır.
1985 yılında yarım kubbelerin onarımları yapılmış ve 3 yıl kadar sürmüştür. Onarımlar esnasında medresede yapılan kazılarda önceki dönemlere ait olduğu düşünülen kalıntılar bulunmuştur. Ancak ödeneksizlik nedeniyle kazılar 1987 tarihinde durdurulmuştur.
1992 yılında UNESCO ile İstanbul Restorasyon ve Koruma Merkez Laboratuvarı tarafından desteklenen uluslararası bir ekip kurulmuş, Ayasofya ve ona bağlı binaların tümünde inceleme, tespit, restorasyon ve sağlamlaştırma çalışmalarına başlamıştır.
1993 yılında bu ekip büyük kubbenin en fazla tahrip olmuş kuzeydoğu çeyreğine muazzam bir iskele kurmuştur. Günümüze kadar gelen bu iskele bir kaç defa yer değiştirmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Metin Ahunbay ve Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’ın da içinde bulunduğu ekibin yaptığı bu çalışmada kubbenin, kubbedeki kitabenin ve mozaiklerin ne kadar ve hangi unsurlarla aşındığı incelenmektedir.
27.02.2000 tarihinde Ayasofya Bilimsel Kurulu Ayasofya güneybatı cephesi restorasyon projesini onaylamış ve uygulamaya başlanmıştır. 2000 yılının Ağustos – Ekim ayları arasında, 1990 yılından beri süren Ayasofya kubbe mozaikleri konservasyon projesinin 8. evresi yapılmıştır. Kubbenin geri kalan kısmında ise bu çalışma 10 – 15 yıl sonra tamamlanabilecektir. Ayasofya mimarisi ile ilgili bu dönemde yapılan kapsamlı çalışmalar, yapılan restorasyonları şekillendirmiştir.
2002 Temmuz ayından itibaren kuzeybatı pandantifindeki Seraphim tasvirini koruma ve onarım çalışması kapsamında Catania Güzel Sanatlar Akademisi’nden üç öğretim üyesi çalışma yapmıştır.
2006 yılında Şehzadeler türbesinde pencere üstlerindeki kemer alınlıklarında Rumî desenli malakârî süslemeler ile diğer bazı detaylar ortaya çıkartılmıştır. (Kabe örtüsü, 16.yy’a ait puşideler, şehzade kaftanları). 2006 yılınan Eylül ayından itibaren denetimi İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nde olacak şekilde bir özel firmaya kubenin kurşun örtüsünün yenilenmesi işi kapsamında detaylı bir restorasyon yaptırılmıştır.
Ayasofya’da Yapılan Kalitesiz Onarımlar
Ayasofya tarih boyunca çeşitli depremlerde tahribata uğramış, ayrıca 1500 yıl boyunca çeşitli dönemlerde yapılan kalitesiz onarımlar sonucu yara almıştır. Günümüzde ise yeni ve bilimsel teknikler kullanılarak bunlar giderilmeye çalışılmaktadır. Doğu Roma döneminde yapılmış olan temel yapısal onarımlar Ayasofya’nın günümüze kadar gelmesini sağlamış, Osmanlı döneminde yapılan onarım ve eklentiler Ayasofya mimarisi içeriğini yeniden şekillendirmiştir.
Sonuç Olarak Ayasofya Mimarisi, Restorasyonları ve Onarımları
Bu bölüme kadar Ayasofya mimarisi, restorasyonları ve onarımları hakkındaki bilgileri Ayasofya meraklıları için derledik. Ancak en önemli konuyu sona sakladık. Hasan Fırat Diker’in doktora tezinde sonuç bölümünde ele aldığı bir konu çok ilginç ve bizleri düşünmeye sevk etmekle birlikte, ülkemizde yapılan restorasyon ve konservasyon işlemlerini irdelememize sebebiyet vermektedir.
Hasan Fırat Diker, ‘Sonuç’ bölümünde aynen şöyle demektedir:
“Fossati onarımlarının, 1993’ten bu yana yapılan Ayasofya mozaik konservasyon ve restorasyon onarımlarında halen etkisini sürdürebiliyor olması ilginçtir. Tezde vurgulandığı üzere, Fossati onarımlarında, kanımca bugünkü restorasyon ilkeleriyle pek bağdaşmayacak yapısal ve bezeme anlamında yanlış uygulamalar yapılmış olduğu halde, üzerinden 160 yıl geçmesine rağmen, halen Fossati onarımlarını nitelik olarak geçebilecek çağdaş ve Ayasofya’ya özgü yeni bir karakteristik restorasyon felsefe ve politikasının geliştirilememiş olması düşünüdürücüdür.
Yapmış olduğu mozaik onarımlarındaki uygulamalar bile korunmaya değer bulunan Fossati’nin özellikle mozaik restorasyonu anlamındaki uygulamaları günümüzde halen benimsenerek uygulanmaya devam edildiği sürece, halen ana kubbe yüzeyinin yarısını kaplamakta olan mozaik bezeme, önümüzdeki yüzyıllarda gitgide azalacak ve kaybolan orijinal Ayasofya dokusu, Fossati’nin kendi onarımlarında mecburi olarak yaptığı kalemişi taklitlerinin, yapımına devam edilecek ve 1500 yıllık bir tarihe sahip bu abidenin kendi orijinal dokusuna yabancılaşmasına göz yumulmuş olunacaktır.”
Ayrıca günümüzde Ayasofya’da yapılacak herhangi bir işlem için verilen kararların bürokrasi sebebiyle nasıl da geciktiğini yine aynı tezde görmekteyiz.
Ayasofyanın daha nice yıllar boyunca ayakta kalması ve sanat tarihi ile mimarlık tarihindeki yerini koruması amacıyla yapılacak işlemlerin kalıcı ve derinlikli olmasını temenni etmekteyiz.
Ayasofya hakkında tüm bilgiler için bu sayfaya gidebilir Ayasofya hakkında diğer tüm bilgiler için bu sayfayı ziyaret edebilirsiniz.
Ayasofya mozaikleri ve fotoğrafları için bu sayfayı ziyaret edebilirsiniz.
Ayasofya tarihçesi ve diğer bilgileri için bu sayfayı ziyaret edebilirsiniz.
Ayasofya efsaneleri için bu sayfayı ziyaret edebilirsiniz.
Ayasofya gezginleri için ilgili sayfayı ziyaret edebilirsiniz.
Ayasofya mimarisi, restorasyonları ve onarımları hakkında bilgi ve içerik olarak aşağıdaki kaynaklardan yararlanabilirsiniz.
Kaynakça ve İlgili Linkler:
Türkiye müzeler, antik şehir ve tarihi kentler
Marmara bölgesi antik yerler ve tarihi şehirler
Marmara bölgesi fotoğrafları
Bizans Mimarisi – Semavi Eyice
Türk Metinlerinde Konstantiniye ve Ayasofya Efsaneleri – Stefanos Yerasimos
Ayasofya – W.Eugene Kleinbauer & Antony White
Ayasofya Müzesi – Erdem Yücel
Ulu Mabed Ayasofya – İsmail Kandemir
Ayasofya’nın Mimari Özellikleri ve Süslemeleri – Ali Can Özçelik
Üç Devirde Bir Mabed-Ayasofya – Prof.Dr. Ahmet Akgündüz
Belgeler Işığında Ayasofyanın Geçirdiği Onarımlar (Doktora Tezi) – Hasan FıratDiker
Haçlı Seferleri
Ayasofya tapusu
Ayasofya müzesi ve Atatürk