Galata Kulesi kadim İstanbul şehrinin en ikonik yapılarından biri olmakla birlikte İstanbul’un antik yerleşim alanlarına ve İstanbul tarihi yarımadasına neredeyse yukarıdan bakan en önemli iki noktasından biridir (bir diğeri Beyazıt Kulesi’dir). Günümüzde Beyoğlu ilçesine bağlı, ismini verdiği tarihi Galata semti içinde Haliç’in girişinde bulunmakta ve İstanbul’un birçok yerinden görülmektedir.
Adeta İstanbul’un üzerinde bir koruyucu gibi duran Galata Kulesi, içinde olduğu bölge kadar eski olmasa da 700 yılına yakın bir zamandan beri özellikle tarihi yarımadayı, İstanbul’u ve Anadolu yakasının kıyılarını gözetlemekte ve gölgesini her zaman hissettirmektedir. Hani tabiri caiz ise tüm zamanların en iyi filmlerinden olan Yüzüklerin Efendisi film serisindeki Argonath heykelleri gibi Haliç’in girişinde bulunan Galata Kulesi ilk yapıldığı dönemde de günümüzde de 62,59 metre ile adeta bir devdir.
Günümüzde müze olarak kullanılan Galata Kulesi, zaman içinde birkaç defa büyük onarım geçirerek günümüzde İstanbul gezilecek tarihi yerleri içinde yer almakta ve yaz kış demeden yılın her günü adeta İstanbul’u kuş bakışı izlemek isteyenlerin uğradığı nefes kesici tarihi bir kuledir. Ayrıca kulenin bulunduğu sokaklar da yılın herhangi bir zamanı gayet hareketlidir. Galata Kulesi 2020 yılında (14.04.2020) ‘Ceneviz Ticaret Yolu’nda Akdeniz’den Karadeniz’e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri’ konu başlığı ile (Türkiye) Dünya Mirası Geçici Listesi içinde yer almaya başlamıştır.
Galata Kulesi Fotoğrafları İçin Lütfen Tıklayınız
Galata Kulesi Ziyaret Saatleri ve Giriş Ücreti 2024
Daha öncesinde İBB’ye bağlı olan Galata Kulesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıdır. Her gün açık olan Galata Kulesi ziyaret saatleri 08:30 – 23:00 saatleri arasıdır. Girişinde Müzekart geçmekte olup eğer Müzekartınız yoksa 650 TL giriş ücreti bulunmaktadır. Türk vatandaşları haricinde ise giriş ücreti 30 Euro’dur.
Eğer bunlar haricinde kuleye giriş ile veya farklı bir konu ile ilgili bilgi isterseniz 0212 249 03 44 numaralı telefondan ve galatakulesimuzesi@ktb.gov.tr mail adresinden gişe görevlilerine ulaşabilirsiniz.
Galata Ne Demek?
Galata ismi ile ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Rumlar Galatlardan geldiğine inanmaktadır. Evliya Çelebi dahil birçok kişi Rumca süt anlamına gelen ‘galaktos’ sözcüğünden türediğini düşünmüştür. Gezgin Petrus Gyllius bahsi geçen süt sözcüğünün, incirin sütünden geldiği savını ortaya atmıştır.
Bir diğer sava göre bu söz İtalyan-Ceneviz dilinde bayır veya denize inen yol anlamına gelen gallada, caladoo sözcüğünden türemiştir. Değişik bir yaklaşım ise, Katoliklerin Ortodokslar tarafından Galus olarak adlandırılmasından dolayı bir Katolik kasabası olan yörenin, bu isimle anıldığı yönündedir.
Fakat en doğru tanım belki de, calata, İtalyanca, limanların rıhtımlarının ticari gemilerin bağlanmasına, doğrudan mal veya yolcu bindirilip indirilmesine, malların ve deniz teçhizatının geçici olarak depolanmasına yönelik bölümü anlamına gelir.
Galata Kulesi Tarihi Bilgileri
Galata Kulesi’nin tarihini anlamak için öncelikle içinde bulunduğu Galata bölgesinin tarihine kısaca bir göz atmak gerekmektedir. Çünkü kulenin tarihi bulunduğu bölgeden ayrı bir şekilde düşünülememektedir.
Galata Tarihçesi
Galata bölgesinin tarihçesi, tarihi İstanbul yarımadası ile birlikte neredeyse paralel gitmektedir. Tarihi yarımadayı etkileyen her olay Galata bölgesini de etkilemiştir. Antik Çağ’da Byzantion dönemi (yaklaşık M.Ö. 660 – M.Ö. 160) sonlarında Peran en Sykae (diğer taraftaki incirlik) olarak bilinen Galata bölgesi, Haliç’in kuzey tarafındaki bir incir korusunun yanındaki ufak limana verilen isimdir. Sonraları bu bölge Doğu Roma imparatoru Konstantin (324-337) zamanında Regio Sykaena adı ile anılarak genişler ve yoğunlaşır. İmparator Konstantin, Konstantinopolis’i her birinin naip tarafından yönetildiği 14 bölgeye ayırmış Sykae denilen bu bölge de 13. Bölge olarak kayıtlara geçmiştir.
Bölge Konstantinopolis’in sınırları içinde değildir, bölgenin kentin sınırları içine katılması 5. yüzyılda II. Theodosius tarafından gerçekleştirilmiştir. Thedosius döneminde Galata’nın sahile paralel uzanan revaklı caddesi, sonradan 13. yüzyılda Cenevizliler döneminde kurulan yerleşmenin ana arterini oluşturmuştur. 4. yy.’da sur duvarları yapılmaya başlanmış olan bölgede 425 yılında kilise, forum, hamamlar, tiyatro, liman ve 435 konutun mevcut olduğu tarihi kaynaklarda yazılıdır. Ancak bu dönemde Sykae sınırları tam olarak bilinmemektedir. Bölge halkı ise muhtemelen yerel Rum köylüleridir. Ancak bu halka sonraları Yahudiler, Ermeniler, Suriyeliler, Franklar, Katalanlar ve Venedikliler ile Cenevizliler eklenecektir.
Regio Sykaena bölgesi, I. İustinianos’un (I. Jüstinyen) (482-565) bölgede gerçekleştirdiği imar çalışmalarından sonra kent statüsü kazanmış, İustinianos’un kenti manasına gelen İustianopolis olarak adlandırılmıştır. Surları da bu dönemde yenilenmiştir. Konstantinopolis ile ulaşım kayıklarla yapılırken bir de ahşap köprüden bahsedilmektedir. Petrus Gyllius’un 16. yüzyılda aktardığına göre İustinianos döneminde bu ahşap köprünün yerine taş bir köprü yapılmıştır. Bu dönem Doğu Roma İmparatorluğu’nun en geniş sınırlara ulaştığı dönemdir. İtalya’ya kadar genişleyen sınırlar sonucunda Venedikliler ve Cenevizliler bölgeye ve kente akın etmeye başlamıştır.
Gittikçe genişleyen ve kalkınan kente ve Haliç’in üzerindeki Regio Sykaena bölgesine diğer güçler göz koymuştur. Bu tehlikeli durumu gören İmparator II. Tiberios (578-582), yabancı gemilere karşı Haliç girişine iki kule inşa ettirerek girişi bir zincirle kapatmıştır. Bu zincir, ilki 717’de Arapların kenti kuşatması sırasında olmak üzere tarih boyunca beş kez kullanılmıştır. Haliç’in düşman gemilerine karşı kapatılmasını sağlayan zincirin bir ucu Sarayburnu’na yakın bir noktada Eugenius (Yalı Köşkü) Kapısı’nın yanında Kentenarion adıyla anılan kuleye, diğeri ucu ise karşı kıyıda bulunan Kastellion ton Galatou olarak anılan kalenin kulesine bağlıdır. 7.yy.’daki Bizans Savaşı ve 8.yy.’daki Arap akınları sebebiyle ilgili dönemde Sykae bölgesi terk edilecek bir tek zincirin bağlı olduğu Kastellion ton Galatou kulesi faaliyette olacaktır.
Galata ve Makedon Hanedanlığı
9. ve 11.yy. arasında Bizans İmparatorluğu’nu yöneten Makedon Hanedanlığı zamanında Konstantinopolis tekrar sınırlarını genişletmiş ancak 1071 yılında Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ile büyük toprak kayıpları ile karşı karşıya kalmıştır. Komnenos Hanedanı zamanında ise (1081- 1185) yeniden toparlanan imparatorluk başkenti Konstantinopolis, artık Avrupa’nın en zengin kenti olmuştur. İşte 8. ve 9.yy’da başlayan bu süreç, Sykae bölgesine yoğun olarak Yahudilerin ve Cenevizlilerin de gelmesini ve bölgenin isminin artık Galata olarak kalmasını sağlamıştır.
Latin İşgali ve Sonrasında Galata Kulesi Yapımı
Cenevizliler ile Venedikliler tarih boyunca bir çekişme içindedir. Galata bölgesinde kendi nüfusları arttıkça bu çekişme de artacak ve 1171 yılında İmparator Manuel Komnenos döneminde Galata’daki Ceneviz bölgesi saldırıya uğrayıp yerle bir olacaktır. İmparator da suçlu olduklarından emin olmadan şehirdeki tüm Venediklileri zindana attırır ve mallarına el koyar. On bir yıl sonra Nisan 1182’de şehirdeki Katolik Latinlerin katledilmesi Ortodokslar ile Katolikler arasındaki gerilimi tırmandırır. Bunun sonucunda doğuya ve Mısır’a Haçlı seferi hazırlığında olan Venedik Doçu Dandolo önderliğindeki Haçlı ordusu İstanbul’a saldırır ve 1204 yılında bir Latin İmparatorluğu kurulur.
1261 yılında kenti Latinlerden tekrar alan İmparator VIII. Mihael, 1260’ta imzalanan ve 1261’de onaylanan Nif Dostluk ve Ticaret Anlaşması ile Cenevizlilere, bir zamanlar Venediklilere tanınan bütün ayrıcalıkların yanı sıra serbest ticaret yapma hakları ve Bizans’ta ticaret loncası, saray, kilise, hamam, fırın, ev ve dükkân yapma hakkı vermiştir. Galata, bütünüyle içindekilerle birlikte Cenevizlilerin olmuştur. Artık Galata bağımsız bir kent-devlettir. Bir zamanlar var olan surlar artık yıkıldığı için Cenevizliler, 1303 tarihli fermanla kendi sur sistemleri olan Castrum ve Cristea Turris yani ünlü Galata Kulesini inşa etmeye başlayacaklardır.
Osmanlı dönemine kadar ve hatta Osmanlı döneminde de Galata’da özellikle Cenevizliler ile Venedikliler yoğundur ve daima çekişme halindedir. Denizci ruhları ile ön plana çıkan bu halklar arasında hem tüccar ve politikacılar hem de korsanlar bulunmaktadır. Galata’da ticaret amaçlı hanlar, mahzenler, antrepolar yaptırırlar, kendi bölgelerinde yerel yönetim teşkilatları kurarlar. Venedik tüccarları daha aristokrat olup Pera bağlarında zaman geçirirler. Venedik Balyosu Venedik kent yönetiminin en üst kademesidir. Cenevizlilerin de kendi bölgelerinde podesta adını verdikleri yöneticileri vardır. Podesta’ya İstanbul’un fethinden sonra ‘kethüda’ ya da protogeros denmiştir.
Galata’nın kozmopolit yapısı Orta Çağ döneminde ve daha sonra Osmanlı yönetimi altında hep kaçış yeri olmuş, korsanlar, kaçakçılar, mafya grupları gizli kapaklı işler için hep Galata’yı tercih etmişlerdir. Bu durum Osmanlı döneminde de değişmemiş, 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar asker kaçakları, düzene başkaldıran kaçaklar, yeniçeriler hep bu sokaklarda ve bu kent dokusunda yaşamını sürdürmüştür.
Denizcilikte kullanılan bazı deyimler Galata’da yaşayan bu İtalyan denizcilerden miras kalmıştır:
Voltasını almak- çekip gitmek (volta/dönüş)
Mostrasını bozmak- yüzünü yaralamak (mostra/görünüş)
Dümen çevirmek- arkasından iş çevirmek (timone/dümen)
Racon kesmek- kural koymak, yöntem belirlemek (raggione/akıl)
Pasa parola etmek-ağızdan ağıza bir olayı yaymak (passa parola/söz iletmek)
Osmanlı Dönemi Galata Bölgesi
1 Haziran 1453’te II. Mehmed’in bir Ahitnâme ile teslim aldığı Galata’da nüfusun büyük bölümü ile yapılar Osmanlı idaresine geçmiştir. Bu Ahitnâme ile ahaliye mal ve can güvencesi verilmiştir. Teslimden sonra sultan hemen bir voyvoda (subaşı) ve kadı atamıştır. Bizans döneminde Cenevizliler kenti, güçlü surlarla çevirerek bağımsız bir Ceneviz kolonisi hâline getirmişlerdi; Osmanlı idaresinde bu durum kalkmıştır. 1455 Osmanlı nüfus sayımına göre, Galata’da gayrimüslim nüfus üç kategoriye ayrılmıştı: Birincisi, kente geçici olarak gelmiş Cenevizli ve Venedikli tüccar; ikincisi, Osmanlı uyruğu tabiiyeti altına geçen yerli Cenevizliler; üçüncüsü Ceneviz döneminde yerleşmiş Rumlar, Yahudiler ve Ermenilerdir. Bu dönemde Galata bölgesinin kuzeyine Müslüman yerleşimleri de kurulmaya başlanmıştır.
Sultan, Galata surlarının, güvenlik nedeniyle yer yer yıkılmasını emretmiş, ama kent, Ceneviz dönemindeki esas konumunu korumuştur. İlk Ceneviz çekirdek bölgesi (contrata), Azapkapı ile Karaköy arasındaki bölüm, büyük kuleye doğru genişlemiş, Osmanlı döneminde Galata’nın en canlı ticaret bölgesi olarak kalmıştır. Cenevizlilerin Eski Lonca ve Yeni Loncası, belli başlı Latin kiliseleri (San Michele, San Francesco, Santa Anna, Santa Maria, San Domenico, San Zani) bu bölgededir. Yahudiler kalenin doğusunda Karaköy ve Yüksek Kaldırım boyunca; Rumlar Büyük Kale (Galata Kulesi) ile ilk Ceneviz Kalesi arasında ve Karaköy’den Tophane’ye kadar kıyıda Haliç üstünde; Ermeniler ise onların arkasında yamaçta yer almıştır.
1502’de Sultan II. Bayezid, şu an Galata köprüsünün bulunduğu yerde bir köprü için Leonardo da Vinci’den bir çalışma yapmasını ister. Sanatçı Leonardo da Vinci, üç iyi bilinen geometrik ilkeyi, yay, parabolik eğri ve kilit taşı kemerini kullanarak, Haliç boyunca 240 m uzunluğunda ve 24 m genişliğinde benzeri görülmemiş tek açıklıklı bir köprü tasarlar. Yapılmış olsaydı, dünyanın o zamanki en uzun köprüsü olacaktır. Ancak bu iddialı tasarım padişah tarafından onaylanmamıştır.
Galata ve Tersane-i Amire
15. Yüzyılda donanmanın Galata’nın Haliç tarafına taşınması ve Tersane-i Amire’nin kurulmasıyla birlikte liman bölgesi askeri ve ticari olarak ikiye bölünmüştür. İşlevsel olarak limanın ikiye ayrılması, bölgenin dönüşümündeki etkili kırılma noktalarından biri olmuştur. Limanın ticaretle ilişkili olan kısmı, Karaköy Kapısı’yla Tophane arasında kalan Boğaz’a kıyısı olan bölgeyle sınırlanmıştır. Bu kıyı alanı, Haliç köprülerinden Karaköy-Eminönü bağlantısını sağlayan ikinci köprünün inşasıyla sınırları daha belirgin bir liman bölgesi haline gelmiştir.
İstanbul’dan Galata’ya geçiş o zamanlarda Perama/Balık Pazarı kapısından yapılmaktaydı. Sonraları Yemiş İskelesi’nden yapılmaya başlandı. Ayasofya Vakfiyesi’ne göre İstanbul’da bu bölgede iki han, bir gümrük kapanı, bir yemiş kapanı, bir tuzhane, bir mumhane, üç tane boyahane, yedi tane han ve dört yüz yirmi iki dükkân kaydedilmiştir. Buradaki Han-ı Sultanî’de bir dörtgen hâlinde üç yüz altmış bir dükkân sıralanmaktaydı ve burası bölgenin esas çarşısını oluşturmaktaydı. Yahudi tüccarlar da bu bölgede yerleşmiş bulunuyordu. Bu bölge Venedik balyosunun ve tüccarının da yerleşim bölgesiydi.
Fatih Dönemi Galata ve Galata Kulesi
Fatih dönemi sonrası tüm Konstantiniyye’de Bizans izleri üzerine yeni bir şehrin kurulma süreci görülür. Galata’da yaşayan azınlıklar kendi düzenlerini sağlamakta özgürdür, fakat ciddi yaptırımları da vardır. Bizans döneminde podestaya bağlı olarak görevlerini sürdüren ve kendilerini Magnifica Communita di Pera (Muhteşem Pera Cemaati) olarak adlandıran 24 üyeden oluşan koloni meclisi, sultanın ‘kulu’ olmayı kabul ettikten sonra 1682’ye kadar bölgedeki kiliselerin yönetiminden sorumlu bir topluluk haline gelmişlerdir.
Türklerin Galata’ya yerleşmeleri yasakken, Galata çevresine yerleşmeleri yasaklanmamıştır. 16. yüzyılda II. Bayezid döneminde Galatasaray mektebinin ve Galata Mevlevihanesi’nin kurulması ile Pera ve Galata genişleyecek, Türk ve Müslüman nüfus çoğalacaktır. Kanuni döneminde bu bölgede kurulan yabancı elçilikler ve saraylar Pera ve Galata’nın hem dönüşüm ve gelişimini hızlandıracak hem de bir nevi dokunulmazlık kazandıracaktır.
Galata Mevlevihanesi Bizans İmparatorluğu döneminden kalan Aziz Theodore Manastırı’nın da içinde bulunduğu arazide bulunur. 1491 yılında İskender Paşa tarafından yaptırılan ve şehirdeki ilk Mevlevihane olma niteliği taşıyan yapı farklı zamanlarda çeşitli onarım ve ekleme çalışmalarının sonucunda bir külliye hâline geldi. Günümüzde Mevlevihane bünyesinde semahane ve derviş odalarını kapsayan ana yapı, kütüphane, sebil ve türbe, Şeyh Galib Türbesi, Hasan Ağa Çeşmesi, sarnıç, Hâmuşân, Adile Sultan Şadırvanı ve çamaşırhane bulunmaktadır.
Bölgeye ilk olarak kulede görev yapan yeniçeriler ile diğer Türk askerlerin gelmesi ve 18. ve 19. yüzyıllarda nüfusun da artması ile Galata, Türk yerleşimi kimliğini de taşımaya başlamıştır. Galata sırtlarında bulunan Pera mezarlığı Küçük Mezarlık olarak tanımlanır ve hem Müslümanları hem de diğer dinleri barındırırdı. Pera’dan ileriye günümüzde Taksim’e doğru uzanan bölümde Büyük Mezarlık vardır.
18. yüzyıl sonunda idarecileri azınlıklarla Levantenler olan ayrı bir belediye dairesi (VI. Daire) kurulduktan sonra semtin görünümü bütünüyle değişmiştir. Buradaki evler ve iş yerleri XVII-XVIII. yüzyıllarda o dönemin Osmanlı mimarisine uygun olarak yapılırken sonraları bunlar yerlerini Batı mimari üslûplarındaki yapılara bırakmıştır. I. Mahmud tarafından, Beyoğlu bölgesine su veren yeni bir şebekenin (Taksim Maksem) yapılması ile1732’den itibaren semtin her yerine irili ufaklı çeşmeler inşa edilmiştir.
Galata Bölgesi ve Galata Kulesi Tarihi 19.yy
19. yüzyıl ise Galata’nın fiziksel ve sosyal açıdan yoğun değişimler geçirdiği bir dönemdir. 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması ve 1839 Tanzimat Fermanı’yla birlikte imparatorluğun yıkılmasına kadar etkilerini sürdüren idari yenilik arayışları ve çağdaşlaşma çabaları bu değişimlerin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Askeri alanda başlayan çağdaşlaşma hareketlerini kentsel düzenlemeleri içeren nizamnameler çıkarılması izlemiştir. Yolların genişletilmesi, surların yıkılması, ahşap yapıların yerini kagir yapıların alması, binaların kat yüksekliklerinin ve yapı adalarının parselizasyonun değişmesi gerçekleşmiştir.
19. Yüzyıldaki çağdaşlaşma hareketlerinin bir parçası olarak Galata Rıhtımı’nın yenilenmesi konusu 1839 İlmuhaberi’nde Haliç’in iki kıyısında da taş rıhtımlar inşa edilmesiyle gündeme gelmiştir. 1895 yılında tamamlanabilen rıhtım inşaatında yapılan dolgu ve bu alanda yapılan kalıcı rıhtım yapıları Galata’nın kent dokusunu ve siluetini değiştirmiştir.
Galata ve Yeniçeriler
Özellikle XIX. yüzyılda Galata ve Beyoğlu semtleri önemli ölçüde bir İtalyan işçi ve işsiz sınıfının göç ettiği yerler olmuştur. Bilhassa inşaat sektörünün bu iş gücüne ihtiyacı vardır ve kâgir binalardan oluşan Galata ve Beyoğlu İtalyan mimar, kalfa ve işçilerinin çalıştığı şantiyeler olmuştur. İtalya’nın her yerinden gelen, mahallî lehçeleriyle şehirdeki dilleri karıştıran bu zümrenin İstanbul’da gezgin Edmondo de Amicis’in gözlediği gibi kendine özgü bir İtalyanca ortaya çıkardığı da söylenebilir.
Galata’da sokakların tarihinde bıçaklı kapışma motifi önemlidir. Yeniçerilerin “bıçak altından geçirme” ve “it dalaşı” tabirleri o günlerden yadigâr kalmıştır. İt dalaşları bazen teke tek, bazen de çeteler arasında bıçaklı palalı “sokak muharebesi” şeklinde gerçekleşmiş̧, kanlı düellolarda hasım taraflar Galata’daki Hendekbaşı yahut dönemin halk ağzındaki ismiyle “Kanlı Hendek” denilen yere gelerek kapışmışlardır.
Reşat Ekrem Koçu’nun detaylı olarak bahsettiği bu kabadayılar arasında bıçağını tek hamlede düşmanının kalbine saplamasıyla ünlü Galata Canavarı Bıçakçı Petri de vardır.
Günümüzde Galata Bölgesi
Cramer, Müller-Wiener gibi araştırmacılar Galata’nın bugünkü en eski hanlarının, yani sivil mimari eserlerinin ancak 18. yüzyıla kadar inebildiğini, Avrupa neo-klasisizmine uyan oryantal biçimli binaların da bilindiği üzere 19. yüzyıla ait olduğunu göstermişlerdir. 15. yüzyıla kadar inen Voyvoda caddesi ve Galata Kulesi sokağı köşesindeki ünlü Cenova Podesta Sarayı (Palazzo Communale) bugünkü görünümünü yine 18 ve 19. yüzyıllardaki değişikliklerle almıştır.
Galata’nın bugünkü yoğun yerleşimli görünümü, Doğu-Batı üsluplu binalar temelde 19. yüzyılın eseridir. 19. yüzyılda apartman tipi yerleşim ve yoğun iş merkezinin oluşumu, yani mimari topografyanın değişimi dolayısıyla Galata modern belediyecilik hizmetine de erkenden geçmiş, kente dair bir nizamnâme ile bina düzeni, kanalizasyon, temizlik ve aydınlatma hizmetleri sağlanmış, hatta Tepebaşı’ndaki ilk park bu bölgede gelişmiştir.
1840’larda Beyoğlu artık Kapalıçarşı’ya alternatif hale gelmiştir. Pera Büyük Caddesi, Avrupa mallarının satıldığı mağazaları, Avrupai otel ve eğlence yerlerinin faaliyette bulunduğu kozmopolit Beyoğlu semtine hayat vermiştir. İngilizler başta olarak Avrupalılar, kapitülasyonlar sayesinde Galata’yı gerçekten bir serbest liman hâline sokmuştur. 1855’te Perşembe Pazarı, Voyvoda Caddesi ve Karaköy başta olmak üzere Galata, Avrupa mallarının ve bankaların yer aldığı başlıca ticaret merkezi hâline gelmiştir.
Bugün Beyoğlu ve Galata mimari doku olarak XIX. yüzyılın en iyi korunduğu, fakat nüfus kompozisyonundaki değişmenin en hızlı olduğu İstanbul semtlerindendir. Yüzlerce yıldır burada oturan Yahudiler 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla, başta Rumlar da 6-7 Eylül 1955 günleri meydana gelen olaylardan sonra bölgeyi ve ülkeyi terk etmişlerdir. Özellikle 6-7 Eylül sonrası evler, işyerleri, mülkler uzun süre boş ve atıl kalmış, 1970’lerde köyden kente göç sürecinde bu boş mesken ve yapılar gayrı resmi olarak sahiplenilerek bölgenin nüfusu değişmiştir. 1980 ve 90lar süresince asayişin zor sağlandığı tehlikeli bir bölge olan Galata Pera bölgesi, 1990 sonrası uygulanan gentrifikasyon (soylulaştırma) süreci ile birlikte yeniden canlanmaya başlamıştır.
1875 yılında dünyanın ikinci metrosu olan Tünel de hizmete başlamıştır.
Kısaca Galata Kulesi Yapılışı ve Özellikleri
Cenevizliler, Bizans Devleti’nin iyice zayıfladığı 14.yy.’da bu arazinin en yüksek noktasında, deniz seviyesinden 35 m yükseklikte Haliç girişiyle Marmara’ya hâkim bir yerde bir kule inşa etmişlerdir. Bugünkü Galata Kulesi’nin esasını teşkil eden bu burç, karadan gelecek bir tehlikeye karşı Galata surlarının kuzey tarafını korumaktaydı. Surların başkulesi olan bu burcu Bizanslılar Büyük Burç (Megalos Pyrgos), Cenevizliler ise İsa Kulesi (Christea turris) olarak adlandırmıştır. Ceneviz idaresi 1348 yılında acele ile Galata tahkimatının ana unsuru olan bu kuleyi yaptırmış, bunu sur duvarlarına bağlayarak hendeği de derinleştirmiştir.
Cenevizliler, 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın ilk yarısı içinde kule çevresindeki tahkimatı devamlı geliştirmişler, 1445 veya 1446’da kuleyi de yükseltmişlerdir. Türklerle dost geçinme siyasetini takip eden Cenevizliler, Galata tahkimatında yapacakları “yüksek bir kule” için II. Murad’dan malzeme ve borç para istemişler; bu yardıma karşılık kulenin uygun bir yerine Murad Bey’in adını veren bir kitâbe koymayı da teklif etmişlerdir.
1453’te İstanbul’un fethinin arkasından Cenevizliler kalenin anahtarlarını savaşsız teslim ettikleri için ellerine, kendilerine bazı haklar tanındığını bildiren bir Ahitnâme verilmiştir. Çeşitli kopyaları günümüze kadar gelen bu belgede Fâtih Sultan Mehmed Cenevizlilerin kalelerini yıkmayacağını açıkça ifade etmektedir. Ancak yine de hükümranlığının delili olmak üzere surların kara tarafındakilerin üst kısımları ile Galata Kulesi’nin tepesinden 10 arşın (7,58 m.) kadarı yıktırılmıştır.
1509 Küçük Kıyamet ve Galata Kulesi
1509 yılında kırk beş gün süren ve “küçük kıyamet” olarak adlandırılan depremde Galata surları ile kulesinin de zarar gördüğü bilinmektedir. Bu tahribatın ardından 1510 yılı ortalarında tamirat yapılmıştır. Bugünkü zeminden ikinci kat hizasında (13,20 m.) ve üçüncü kat hizasında (17,17 m.) gövdeyi saran tuğladan iki kuşak bu tamirin işaretleri olmalıdır. Bunlardan üstteki açıkça Türk mimarisi üslûbundadır ki kulenin bu kuşaktan itibaren yukarısının Türk inşaatı olduğu söylenebilir.
Evliya Çelebi, 17. yüzyılın ilk yarısında kulenin tepesinin kurşun kaplı bir külâhla örtülü olduğunu bildirdikten sonra, “İçi on kat halinde zindan ise de şimdi tersanenin gemi levazım ambarı olmuştur” der. Yine o sıralarda Hezarfen Ahmed Çelebi kollarına yapma kanatlar takarak Galata Kulesi’nden atlamış ve Üsküdar’da Doğancılar’a inmiştir. Galata’da astronomi âlimi Takıyyüddin er-Râsıd’ın 1575’te kurduğu, fakat 1580’de tahrip edilen rasathanesinin Galata Kulesi’nde olduğunu yazanlar varsa da bu rasathanenin Tophane sırtlarında Gritti Konağı yanında bulunduğu kesinlik kazanmıştır. Ermeni coğrafya yazarı P. G. İnciciyan, 1717’den beri Galata Kulesi’nde gece yarısını duyurmak üzere kös vurulduğunu bildirir.
III. Selim tarafından kuleli kata köşkler eklenmiştir. Bu yıllarda İstanbul’a gelen yabancı ressam ve seyyahlar, şehrin genel manzarasını çizmek veya uzaktan seyretmek için kulenin tepesindeki köşke çıkmışlardır. O yıllarda burada gecenin her saatinde açık bir kahvehane bulunmaktadır. II. Mahmud döneminde 1831 yangınında Galata Kulesi bir daha yanarak harap olmuştur. Önceki tamirde yapılan dört çıkmalı cihannüma yerine yarım yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlanan büyük bir sofa inşa edilmiş, bunun üstündeki daha ufak çaplı ve yine pencereli katın önüne de demir parmaklıklı çepeçevre bir balkon konulmuştur. On dört pencereden ışık alan bu katın üstünde kurşun kaplı oldukça sivri bir külâh yapılmıştır. Külâh üzerine açılmış dört pencere çatı arasını aydınlatmaktadır. II. Mahmud tarafından yaptırılan biçimiyle kule J. F. Lewis’in, E. Flandin’in, Miss Pardoe’nin, Brindesi’nin albüm ve kitaplarındaki renkli veya siyah-beyaz gravürlerle, 1855’e doğru çekilmeye başlanan İstanbul’un ilk fotoğraflarında yer almıştır.
Galata Kulesi Özellikleri ve Mimarisi
Kulenin masif taş temeli kayalık ve killi şistli bir zemine oturur. Yüksekte olan girişe taş bir merdivenle ulaşılır. Bu girişin yukarı kaldırılan ahşap bir köprüsü bulunduğu bazı izlerden anlaşılmaktadır. Kulenin eteğinde eskiden onu kavisli biçimde çeviren bir sur duvarının olduğu, böylece kulenin etrafında bir avlunun varlığı bilinmektedir. Bugün bu duvardan kalan küçük bir parçaya, 1957’de eski yerinden sökülen Bereketzâde Çeşmesi yerleştirilmiştir. Zeminde iç çapı 8,95 m., duvar kalınlığı ise 3,75 m olan kulenin dıştan çapı 16,45 metreyi bulur. Gövdede yerden 17,17 m yüksekte ve üçüncü kat hizasında tuğladan motifli bir kuşak vardır. Bu kuşak hizası altı Ceneviz dönemi, üstü Osmanlı dönemi olarak kabul edilir.
Galata Kulesi, 6. Belediye Dairesi’nin imar çalışmaları ile etrafındaki avlusunu, surlardaki kapılarını, kıyıya doğru uzanan sur duvarlarını kaybetmiş, hendekleri de doldurulmuştur. Bütün Türk dönemi boyunca kulenin dibinden bir taraftan Kasımpaşa’ya, diğer taraftan Tophane’ye inen büyük Türk mezarlığı, yapılacak Levanten evlerine yer açmak için servileri ve taşları ile yok edilmiştir. Kulenin dibi ve etrafında, eski gravürlerde ve hatta fotoğraflarda görülen ahşap evler yıktırılarak yerlerini 19. yüzyıl apartmanları almıştır.
1875’te çıkan bir fırtınada külâhının sökülmesi üzerine bu unsurunu kaybetmiş, pencereli en üst kâgir katın üzerine poligon biçiminde iki ahşap oda yapılarak ortaya da uzun bir bayrak direği dikilmiştir. II. Mahmud dönemine ait, iki kâgir katı bağlayan döner merdiven de kaldırılmıştır. Ayrıca 1874’ten itibaren İstanbul’da modern itfaiye teşkilâtı kurulurken Galata Kulesi tepesinde bir yangın haber merkezi oluşturulmuştur.
En tepede bulunan odaların döşemelerinin 1959-1960 kışında kirişlerinin çürüyerek çökmesi üzerine ciddi bir biçimde tamir edilmesi gündeme gelmiş, İstanbul Belediyesi 1964’te çalışmalara başlamıştır. Kulenin 1833-1876 yılları arasındaki şekline dönülmesi kararlaştırılmış ve bu uygulama modern malzeme ile yapılmıştır. Ancak külâh Sultan Mahmud döneminin külâhına nazaran daha az sivridir. 2020’lere kadar en üst katta bulunan restoran, kulenin müze işlevini içeren yeni müdahale ile kaldırılmış, en üstteki iki kat tamamen seyir amaçlı düzenlenmiştir.
Hezarfen Ahmed Çelebi Galata Kulesi Atlayışı
17. yüzyılda yaşayan Ahmed Çelebi’yle ilgili bilgiler sadece Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sine dayanmaktadır. Evliya Çelebi’ye göre; çeşitli fen ve sanatlardan anladığı için “bin fenli” anlamında Hezarfen unvanıyla anılan Ahmed Çelebi uçma ile ilgili araştırma ve deneylerini Okmeydanı’nda yapmıştır. Rüzgârın şiddetli olduğu sıralarda “kartal kanatları” olarak nitelendirilen aletle defalarca uçmuş, böylece rüzgâra karşı uçuşun kaldırma kuvveti temin edeceği kanaatine varmıştır. Daha sonra da Galata Kulesi’nden havalanarak lodosa karşı uçmuş ve Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na inmiştir. Bu olayı Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nden seyreden devrin padişahı IV. Murad, Ahmed Çelebi’ye 1 kese altın ihsan etmiş ve “Bu âdem pek havf edilecek bir âdemdir, her ne murad edinse elinden gelir, böyle kimselerin bekası câiz değil” diyerek Cezayir’e sürgün etmiştir.
1554-1562 yılları arasında Avusturya adına Konstantiniyye elçiliği yapmış O.G. de Busbecq, “bir Türkün uçuş denemesi yaptığını” kaynaklarında belirtmiştir. Ancak, Busbecq’in bu ifadesi doğruysa bile Evliya Çelebi’den yaklaşık 75 sene önceye dayanır.
Hezarfen Ahmed Çelebi’nin Galata Kulesi’nden Doğancılar Meydanı’na kadar 3358 metrelik mesafeyi uçması, kol ve kas gücüyle kuşları takliden kanat çırpması o dönemin teknolojisi ile mümkün değildir.
Galata Surları
Semavi Eyice’den ögrendiğimize göre Galata, İmparator Konstantin zamanında (324-337) iki metre kalınlığında ve toplam uzunluğu 2 bin 800 metreyi bulan surla çevrilidir ve bugünkü Azapkapı-Şishane-Tophane üçgeninde kuruludur. Kara tarafındaki surun önü 15 metre derinliğinde bir hendekle çevrilidir. Dev hendek, sur kapılarının önündeki ahşap köprülerle aşılmaktadır. Galata semtinde bugün de ismini koruyan Küçük Hendek, Büyük Hendek ve Lüleci Hendek sokakları bu surun güzergâhı hakkında fikir vermektedir.
II. Tiberius döneminde Haliç’in girişini kontrol amacıyla inşa edilen Kastellion tôn Galatu başka bir isimle Castrum Hisarı en önemli stratejik noktadır.
1303 yılında Cenevizliler, yerleşimlerinin etrafını geniş bir hendekle çevirmeyi başarmışlardır. Hendek boyunca muhkem evler inşa ederek aralarını yüksek duvarlarla birleştirip kolonilerini tahkim etmişlerdir. Surlar dışarıya doğru genişlediği gibi, içten de gelişmiştir. İç surlar, kentin farklı topluluklarına ait mahallelerini ayırmaktadır. Galata surları 1352 yılında en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Bu tarihte Karaköy’deki Galata Hisarı’nda surun kuzey sınırını belli eden Galata Kulesi (Christea Turris, 1349) öteki kentin baskın mimari unsuru olmuştur. Günümüzde de bu durum geçerlidir.
Bugün Galata Surları denince en çok Ceneviz kolonisinin 1303-1352 arasında inşa ettiği surlar anlaşılmaktadır. Bizans kaynaklarında Megalos Pyrgos (Büyük Burç), Cenova kaynaklarında ise Christea Turris (İsa Kulesi) olarak adlandırılan Galata Kulesi, Bizans’ın o dönemdeki idari zayıflığından yararlanarak her yaştan Cenovalının geceli gündüzlü ve kadınlı erkekli çalışmaları sonucunda inşa edildiği ifade edilmektedir. Kuleyi surlarla bağlayarak ve etraflarındaki hendeği daha da derinleştirerek savunmalarını güçlendirmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmet, ticari getirisi yüksek bu limandan vazgeçmemekle birlikte payitahtının karşısında Bati Hristiyan devletlerinin kontrolünde güçlü bir kalenin varlığını istememiştir. Cenevizlilerin tarafsız kalma önerisine rağmen kara surlarını yer yer yıktırmıştır. Galata’nın giderek gelişmesi ile, surlar yapıların arasında kalmaya başlar. Batıdaki devletlere burada toprak bağışlanır, elçilikler çevresinde koloniler gelişir, Cenevizliler, diğer Hristiyan topluluklar arasında nüfus olarak erir. Galata Surlarında II. Mehmet’ten sonra bilinen en köklü yıkım, 6. Daire tarafından 1864’ten sonra gerçekleştirilmiştir.
Ayrıca İlgili Kaynak ve Linkler:
Galata Kulesi fotoğrafları
İstanbul tarihi yerleri
Marmara Bölgesi gezilecek önemli yerleri
İstanbul tarihi Cumhuriyet Dönemi
İstanbul tarihi Osmanlı Dönemi
İstanbul tarihi Bizans Dönemi
İstanbul tarihi Byzantium Dönemi
İstanbul tarihi Byzantion Dönemi – İstanbul’un Kuruluşu
İstanbul tarihi Tarih Öncesi Dönemi
Belleten Dergisi Arşivi
Galata Kulesi Ziyaret ve İletişim Bilgileri