İstanbul Resim ve Heykel Müzesi İRHM - Istanbul Painting and Sculpture Museum

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Eserleri Bilgileri

İstanbul, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü bir şehirdir ve gezilecek pek çok değerli müze ve mekâna ev sahipliği yapar ve bu müzelerden biri de Türk resim ve heykel sanatının önemli eserlerini barındıran İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’dir. 1937 yılında kurulan bu müze, Türkiye’nin ilk güzel sanatlar müzesi olma özelliğini taşır ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüze uzanan 12.000 eserlik geniş bir koleksiyon sunar. Müzede, erken dönem Türk ressamlarının natürmortlarından peyzajlarına, portrelerinden figüratif çalışmalarına kadar pek çok farklı türde yapıt ve Türk heykel sanatının seçkin örnekleri sergilenmektedir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin koleksiyonunda Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid gibi öncü isimlerin yanı sıra, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Namık İsmail gibi Çallı Kuşağı sanatçıları ve modern sanatın önemli temsilcileri olan Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Mualla’nın eserleri dikkat çeker. Heykel alanında ise Yervant Osgan, İhsan Özsoy, Zühtü Müridoğlu gibi sanatçıların yapıtları görülebilir. Bu zenginlik, müzeyi İstanbul’da sanatseverlerin mutlaka görmesi gereken önemli duraklardan biri haline getirir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndeki eserler, sanatsal değerlerinin ötesinde, Türkiye’nin kültürel ve tarihi gelişimine ışık tutar. Her bir eser, ait olduğu dönemin sanatsal anlayışını, toplumsal dinamiklerini ve kültürel atmosferini yansıtır. Bu nedenle, müzeyi ziyaret etmek, Türk sanatının evrimini yakından görmek ve İstanbul’un kültürel mirasının önemli bir parçasıyla buluşmak demektir. Kültür anlamında İstanbul’da gezilecek önemli müzeler arasında yer alan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi eserleri sizlere enfes bir deneyim sunacaktır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Ziyaret Saatleri, Ulaşım ve Giriş Ücreti 2025

Türkiye’deki önemli sanat müzelerimizin başında gelen İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ziyaret saatleri şu şekildedir: Pazartesi günü kapalı olan müze, Salı günü 10:00-20:00 arası, diğer günler ise 10:00-17:00 saatleri arası açıktır. Ayrıca bayramların ilk günü ve 1 Ocak günü de kapalıdır. Önemli Not: İRHM (İstanbul Resim ve Heykel Müzesi), Salı günleri 16:00-20:00 arası tüm öğrencilere ücretsizdir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi giriş ücreti ise 2025 yılı itibari ile tam bilet 120 TL, 18 yaş üstü öğrencilere 60 TL, T.C. vatandaşı olmayanlara ise 300 TL’dir. Müzekart geçmemektedir. Ayrıca 0-18 yaş arası çocuklar / 65 yaş ve üstü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları / Gaziler, şehit ve gazilerin eş ve çocukları / Engelliler ile bir refakatçisi / Öğretmenler / Er ve erbaşlar / ICOM, ICOMOS ve UNESCO kartı ile Basın kimlik kartı sahiplerine ise ücretsizdir. Daha detaylı bilgi almak isterseniz 0212 261 42 98-99 numaralı telefon ile iletişime geçebilir veya irhm@msgsu.edu.tr adresinde mail atabilirsiniz.

İRHM eserlerine geçmeden önce müzenin tarihine göz atmak gerekmektedir. Ulu önder Atatürk’ün dediği gibi: “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Nermin Faruki, Nü, Alçı, (1930) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Nude, Plaster
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Nermin Faruki, Nü, Alçı, (1930) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Nude, Plaster

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Tarihçesi ve Türkiye’deki Yeri

Türkiye’nin ilk plastik sanatlar müzesi olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi (İRHM), 18 Temmuz 1937 tarihinde Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde kurulmuş, açılışı Atatürk tarafından 20 Eylül 1937 tarihinde yapılmıştır. İRHM’nin yönetimi Güzel Sanatlar Akademisi’ne (günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) bağlanmıştır. Ancak müzenin kuruluş adımları en azından düşünce olarak tarihte çok daha geriye gitmektedir diyebiliriz.

Güzel sanatlar için bir müze açma düşüncesi Osmanlı İmparatorluğunun sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. 1882’de ressam, müzeci ve arkeolog Osman Hamdi Bey’in çabalarıyla kurulan ülkenin ilk güzel sanatlar okulu Sanayi-i Nefise Mektebi yönetmeliğinde müze açma kararı da vardır. Osman Hamdi Beyin ölümünden sonra 1910’da müdürlük görevini devralan Halil Ethem, bu hedefe ulaşmak için önce bir bütçe temin eder ve koleksiyon hazırlamaya girişir. Osmanlı ressamlarının eserleri ve Batı resminin önemli tablolarından yaptırılan kopyalarla küçük bir koleksiyon oluşturulur. 1915 Yılında Sanayi-i Nefise Mektebi salonlarında sergilenen Elvah-ı Nakşiye (resim tabloları) adıyla bu ilk birikim, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne (İRHM) gidecek sürecin başlangıcıdır.

Aslında İRHM, 1882 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla kurulan Güzel Sanatlar Akademisi’nin içinden doğmuş bir üniversite müzesidir dersek yerinde olacaktır. Mektebin ilerleyen süreçte açılan çeşitli bölüm ve atölyeleri (İnas mektebi, Şişli Atölyesi, vb.) ressam ve heykeltraş yetişmesi için uygun platformlar olmuştur. 1926 yılında Sanâyi-i Nefise Mektebi’nin Fındıklı Çifte Sarayları’ndan Cemile Sultan Sarayı’na taşınması ile yıllar boyu çeşitli mekanlarda üretilip depolanan koleksiyon uzun süre kullanacağı mekanına kavuşmuştur. Bu koleksiyon ilerde açılacak ilk serginin nüvesini oluşturur.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Cemil Cem, Veli Efendi Çayırı, Tuval üzerine yağlıboya - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Veli Efendi Meadow, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Cemil Cem, Veli Efendi Çayırı, Tuval üzerine yağlıboya – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Veli Efendi Meadow, Oil on canvas

Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk sanat müzesi olan İRHM, Atatürk’ün destekleriyle Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde açılır. 20 Eylül 1937’deki ilk sergide 144 parçalık Elvah-ı Nakşiye koleksiyonuyla birlikte, çeşitli devlet kurumlarından getirtilen toplam 330 eser yer alır. Müze, dönemin plastik sanatlar alanında eğitim veren tek kurumu Güzel Sanatlar Akademisi’ne (bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) bağlanır. Bu nedenle Resim Heykel Müzesi’ni anlamak günümüzde varlığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak devam ettiren Akademi’yi anlamaktan geçer.

Müze koleksiyonları 1940’li ve 50’li yıllarda sanatçılardan ve devlet sergilerinden alınan yeni eserlerle zenginleştirilmiş, yetersiz bütçeye rağmen 1970’larin sonuna kadar eser alımına devam edilmiş, son yıllarda ise bağışlarla genişlemiştir. Birinci derecede tarihi eser olan Veliaht Dairesi’nde yer alan Müze, elverişsiz iklimlendirme, yangın tehlikesi, yıpranan alt yapının onarımı gibi nedenlerle aralıklı olarak kapanır. 2006 yılına gelindiğinde binada kapsamlı bir restorasyon başlatılır.

Restorasyon tamamlanmadan, İRHM koleksiyonları 2012’de Tophane’deki ‘5 numaralı Antrepo’ya taşınır. Antrepo, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mezunu mimar Emre Arolat’ın projesi doğrultusunda çağdaş bir müze binasına dönüştürülür. 2021 yılında inşaat süreci tamamlanır ve Müze, 15 Aralık’ta ziyaretçilere kapılarını açar.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin 1937 yılından bu yana büyük bir özveriyle koruyarak geliştirdiği İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonu, Osmanlı’nın Batılılaşma dönemi ile onun devamı niteliğindeki Cumhuriyet yılları sanatının görsel belleğini oluşturur. 12.000 esere ulaşan koleksiyonuyla Türkiye’de plastik sanatların 150 yıllık birikimini temsil eden İRHM, bu alanda eksikliği duyulan bir ölçüt belirler. Uzun yıllar kapalı kalan Müze’nin bu önemli işlevini hatırlatmak ve koleksiyonun az bilinen yönlerini ortaya koymak için tarihindeki en kapsamlı sergi sunulmaktadır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Soyut Sanatın Gelişimi Salonu - Istanbul Painting and Sculpture Museum, The Development of Abstract Art Hall
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Soyut Sanatın Gelişimi Salonu – Istanbul Painting and Sculpture Museum, The Development of Abstract Art Hall

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Sergi Salonları

İRHM Sergi salonları temalarına göre kronolojik olarak düzenlenmiştir. Her sergi salonu veya odasının girişinde sergi salonu numarası ile birlikte İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin açıklayıcı tema panosu da bulunmaktadır. Sergi salonları gezilirken birinci kattan yukarıya doğru bu oda numaralarının takip edilmesi ve sıralamaya uygun olarak gezilmesi önerilmektedir.

Bu panolar takip edildiğinde Osmanlı son dönemleri ile Cumhuriyet tarihinin sanat yolculuğu çok daha kolay şekilde anlaşılmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi Heykeli Sergi Salonu

Sultan Abdülaziz 1867 Avrupa gezisinde büyük olasılıkla kent meydanlarında gördüğü Batılı hükümdarlara ve önemli kişilere ait heykellerden esinlenerek Charles Fuller adlı bir İngiliz heykeltraşa 1871’de atlı bir heykelini yaptırmıştır. Bir Osmanlı sultanına ait ilk heykel örneği olan bu yapıt, 1872 yılında bronz olarak dökülmüş ve Beylerbeyi Sarayı’na konmuştur. Bu güzel sanatlar alanında yeni bir atılım gibi değerlendirilse bile, heykel gerçek boyutlarda yapılmamış, şehirdeki bir meydana dikilmemiş, sarayda muhafaza edilmiştir. Heykele karşı duyulan bu çekingenlik Sanayi-i Nefise Mektebi’nde heykel bölümünün kurulmasına kadar devam edecektir.

Heykel bölümünün ilk hocaları Yervant Osgan ile ihsan Özsoy’dur. Çoğu İhsan Özsoy’un öğrencisi olan Cumhuriyetin kuruluş yıllarının başlıca sanatçıları; Mahir Tomruk, Nijad Sirel, Iraida Barry, Sabiha Ziya Bengütaş, Nusret Suman, Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’dur. Bu sanatçılar mezun olduktan sonra Avrupa’ya gönderilmiş, dönüşlerinde heykel bölümünde hocalık yapmaları amaçlanmıştır. Paris, Münih ve Roma’daki heykel atölyelerinde eğitim alan sanatçılar ahşap, alçı, bronz, taş, pişmiş toprak gibi geleneksel malzemelerle çalışmışlar, çıplak heykelleri, devlet büyüklerinin, sanatçıların ve aile fertlerinin büstlerini yapmışlardır. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü uzun yıllar heykel eğitimi alanında öncülüğünü sürdürmüş, önce Rudolf Belling ardından Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu gibi sanatçılar eğitim alanında önemli rol üstlenmişlerdir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Zühtü Müridoğlu, Tors, Alçı (1934-1935) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Torso, Plaster
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Zühtü Müridoğlu, Tors, Alçı (1934-1935) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Torso, Plaster

Osmanlı Resminde Doğa Yorumu Salonu

Sanatçının doğa ile kurduğu ilişki farklı dönemlerde ve toplumlarda değişiklik gösterir. Osmanlı ressamlarının da doğa resimleri dönemin toplumsal yapısını yansıtmıştır.

1860-1870 yılları arasında Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyit, Civanyan, Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Hoca Ali Rıza, Ahmet Münip, Ömer Adil, Celal Esad ve Ahmet Ziya Akbulut Osmanlı resim sanatının başlıca temsilcilerindendir. Osman Hamdi Bey hariç, hepsi askeri okullarda perspektif eğitimi almıştır. Akademik eğitimin bir yöntemi olarak doğa ile kurulan bu ilişki ressamların Paris ziyaretleri ile dönüşüm geçirmiştir. Özellikle Şeker Ahmet Pasa ve Süleyman Seyyit ile onları takiben Halil Paşa, Jean-Léon Gérome, Gustave Boulanger, Alexandre Cabanel ve Gustave Courtois gibi ünlü sanatçıların atölyelerinde eğitim görmüşlerdir. Osmanlı sanatçıları bu sürede akademik resmin yanı sıra, Barbizon Okulu’nun manzara anlayışını benimsemiş, Gustave Courbet ve Fantin-Latour gibi sanatçılardan etkilenmişlerdir.

1870 sonrasında Osmanlı resmi, Paris’teki sanat hareketlerinin de etkisiyle, doğa ile daha sık ve özgür bir ilişki kurmuştur. Manzara resimleri, ölüdoğa ve portre ile birlikte en sevilen konulardan biri olmuştur. Özellikle Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa ile başlayan açık hava ressamlığı geleneği, Osmanlı resminde manzaraya bakışı değiştirmiştir. Şirket-i Hayriye’nin seferlerinin başlamasıyla Boğaziçi ve Adalar keşfedilmiş ve hayali manzaralar ya da fotoğraftan manzaralar yerine yaşadıkları manzaranın resmedilmesine geçilmiştir.

Osmanlı’da Figür Resmi Salonu

Osman Hamdi Bey 1882 yılında amacı klasik bir eğitim vermek olan Sanayi-i Nefise Mektebi’ni kurar. O dönemde akademik eğitimin en temel unsurlarından biri figürdür. Bu durum, okulun müdürü olan Osman Hamdi Bey’i bir seçim yapmaya itmiştir. Çağdaşları Hüseyin Zekai Paşa ve Şeker Ahmet Paşa daha çok manzara ve natürmort çalıştığından Osman Hamdi Bey tercihini Warnia Zarzecki, Salvator Valeri, Adolph Thalasso, Leonardo de Mango, Phillipo Bello gibi figür çalışan ressamlardan yana kullanmıştır.

Sanayi-i Nefise Mektebi eğitmen kadrosuna 1902’de Ömer Adil Bey ve 1909 yılında Halil Paşa katılır. Onlar da manzaranın yanı sıra figür resmi çalışmıştır. Bu dönemde figür resmi yapan ressamlar arasında Halife Abdülmecit, Cemil Cem, Şehit Hasan Rıza, Bahriyeli İsmail Hakkı, Tekezade Sait, Ahmet Münip, Şevket Dağ, Nevin Edhem, Sarkis Diranyan, Müfide Kadri, Ali Cemal Benim gibi isimler sayılabilir. Portrelerin yanı sıra çok figürlü kompozisyonlar, uzanan kadın temaları, görülmeye başlanmıştır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Halife Abdülmecit Efendi kopyası, Charles Joshua Chaplin, Kadın Portresi, Tuval üzerine yağlıboya - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Copyist: Halife Abdülmecid Efendi, Artist: Charles Joshua Chaplin, Portrait of a Woman, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Halife Abdülmecit Efendi kopyası, Charles Joshua Chaplin, Kadın Portresi, Tuval üzerine yağlıboya – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Copyist: Halife Abdülmecid Efendi, Artist: Charles Joshua Chaplin, Portrait of a Woman, Oil on canvas

Kopyalar Salonu

Sanayi-i Nefise Mektebi’ni kuran Osman Hamdi Bey’in başlıca amacı, bir resim müzesi kurmak ve Osmanlı ressamlarının eserlerinin yanı sıra maddi açıdan aslı alınamayacak değerde olan Avrupalı eski ustaların eserlerinin kopyalarını yaptırmaktır. Osman Hamdi Bey’in projesi, çağdaş bir eğitim vizyonunu yansıtmaktaydı. 19. yüzyılda, Ecole des Beaux-Arts’ın verdiği akademik eğitim Louvre Müzesi’nin bir parçasıydı. Öğrenciler, klasik ya da eski ustaların resim ve heykellerini müzede etüt eder ve kopyalarını yapardı. Eğitim açısından bakıldığında, kopyalar eserlerin asılları kadar değerli sayılırdı.

Osman Hamdi Bey kopya üretimi konusunda hedefine ulaşamasa da halefi ve kardeşi Halil Ethem hem müze hem de akademi müdürü olarak atandığında ‘Kopyalar’ yeniden gündeme gelir. 1910-1913 Yılları arasında, alınan Osmanlı resimleri ile Elvah-ı Nakşiye adıyla bilinen koleksiyonu oluşturur. Ethem, ağabeyi gibi, güzel sanatların bütün dallarında ilerlemek ve gelişmek için eski ustaların eserlerini görmenin bir sanatçı için esas olduğuna inanır ve bu nedenle Berlin, Madrid, Münih, Paris ve Viyana müzelerinden eski ustaların tablolarını bizzat seçer, Osmanlı ve yabancı kopistleri görevlendirir ve kopyalarını yaptırır. 1917 yılında hazırladığı Asâr-ı Nakşiye Müzesi Tüzüğü’nde eser seçimindeki ölçütü; klasik resim ekollerinin ve güzel sanatlar tarihinin araştırılmasında yararlı olacak, resim eğitiminde örnek alınabilecek tablolar şeklinde nitelemiştir. 1924 Yılında kopya eserlerin sayısı 44’e çıkmış olup bunların 10’u Osmanlı ressamları tarafından yapılmıştır.

Osmanlı Resminde Ölüdoğa Salonu

Türkçe’ye ölüdoğa olarak çevrilen natürmort, doğal ya da insan yapımı cansız nesnelerin resmidir. Batı sanatında insanla ilgili bir konuyu yansıtmadığı için uzun süre ikinci derece bir resim türü olarak görülür. Daha sonra modernizm ölüdoğayı keşfeder. Özellikle Paul Cézanne ve sonrasında Kübist ressamların biçimsel denemelerine temel oluşturur. Ölüdoğa, Türk resim sanatında çok sevilir. Topkapı Sarayı’ndaki III. Ahmet Has Odası‘nda da görüldüğü gibi geçmişi 18. Yüzyıla uzanan bir temadır. Osmanlıca’da ‘Tabiat-ı Sâkine’ adı verilen bu resimlerde, genellikle meyveler ve çiçekler tüm canlılığı ve doğallığıyla gözler önüne serilir. Süleyman Seyyit, Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekai Paşa bu türün en başarılı temsilcilerindendir. Halil Paşa ve 1914 Kuşağı ressamları ölüdoğa temalı eserler vermiştir. Bunlar arasında İbrahim Çallı’nın Güzel Sanatlar Akademisi’nin bahçesinde bulunan manolya ağacından yaptığı ölüdoğalar ‘Çallı’nın ünlü manolyaları’ olarak bilinir.

İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ve İlk Öğrencileri Salonu

Kadın sanatçı, sanat tarihinde en tartışılan konulardan biridir. Erkek egemenliğindeki sanat dünyasında kadın sanatçı olmak, aslında toplumsal anlamda statü mücadelesinin yansımasıdır. Osmanlı modernleşmesi, kadın sanatçının kendini kanıtlamasına imkân vermiş, toplum yapısı sınırları içinde kadının kendine yer edinmesi için uygun çözümler üretmiştir. II. Meşrutiyet ile hürriyet kavramı kadınların sloganı haline gelmiş, savaş ortamı sosyal etkinliklerde kendilerini göstermelerine olanak tanımıştır.

Bu dönemde kadın dernekleri kurulmuş, kadın dergileri yayınlamıştır. 1913 Yılında çıkarılan Tedrisat Kanunu ile eğitim olanağı genişletilirken, bir yıl sonra kadınlara yüksek öğretim imkânı tanınmıştır. Beyazıt’taki Zeynep Hanım Konağı’nda açılan İnas Darülfünunu (1914) binasında İnas Sanayi-i Nefise Mektebi eğitime başlamıştır. Sonraki yıllarda Bezm-i Âlem Valide Sultan Mektebi’nde eğitime devam edilmiş, ardından da Gedikpaşa’daki Sıbyan mektebine taşınmıştır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Hüseyin Avni Lifij, Sanatkarın Kendi Portresi, Tuval üzerine yağlıboya - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Self-Portrait, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Hüseyin Avni Lifij, Sanatkarın Kendi Portresi, Tuval üzerine yağlıboya – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Self-Portrait, Oil on canvas

1914 Kuşağı Sanatçıları: Portre ve Otoportre Salonu

Sanat tarihinde, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra resim eğitimi için yurt dışına devlet tarafından gönderilen ya da kendi imkânlarıyla giden sanatçılara 1914 Kuşağı veya Çallı Kuşağı ismi verilir. Çoğunluğu Paris’te Fernand Cormon atölyesinde ve Academie Julian’da eğitim gören bu sanatçılar, 1914’te I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla beraber memleketlerine geri dönerler. Avni Lifij, Nazmi Ziya Güran, İbrahim Çallı, Ali Sami Boyar, Namık İsmail, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Mehmet Ruhi Arel ve Sami Yetik gibi Meşrutiyet döneminin bu ilerici ressamlarının büyük bölümü Cumhuriyet döneminde de sanat etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Sanat tarihimizde açık hava resminin öncüleri kabul edilen bu sanatçılar, kendilerinden önceki dönemin sanat anlayışından farkı olarak desen ve biçimden çok ışık ve renge önem vermişlerdir. Bu grup, çoğunlukla İstanbul manzaralarını tercih ettikleri için ‘Türk İzlenimcileri’ olarak da tanımlanmıştır.

Aynı zamanda modern kent yaşantısı, kadın imgesi, iç mekân ve figürü de konu edinmişlerdir. Figür resmi içerisinde portre önemli bir ifade aracı olmuştur, Modernleşmeyle değişen yaşam biçimlerinin bireysel ifadelerini portre ve otoportrede görmek mümkündür. 1914 Kuşağı sanatçılarının otoportrelerinde, birbirlerini ve yakın çevrelerini betimledikleri portrelerinde modernleşmenin iç dinamikleri ve sembolizmi göze çarpmaktadır.

Büstler Salonu

Heykele karşı duyulan çekingenlik Sanayi-i Nefise Mektebi’nde heykel bölümünün kurulmasına kadar devam edecektir. Heykel bölümünün ilk hocası Yervant Osgan, ilk heykeltraş kuşağını yetiştirerek otuz iki yıl kurumda hocalık yapmış ve 1908 yılında emekli olmuştur. 1883 yılında Sanayi-i Nefise’nin çevresinde dolaşırken Osman Hamdi Bey ile karşılaşan ve onun “Okula mı girmek istiyorsun?” sorusuna “Evet” yanıtını veren İhsan Özsoy, heykel bölümünün ilk öğrencisi olmuş; 1891 yılında mezuniyeti sonrasında Paris’e gönderilmiştir.

1908 Yılında emekli olan Yervant Osgan’dan sonra heykel atölyesinin başına getirilen Özsoy, Cumhuriyetin ilk kuşak heykeltraşlarını yetiştirmiştir. 1893 Yılında heykel bölümüne giren İsa Behzat, 1898 yılına kadar bu kurumda Osgan Efendi’nin öğrencisi olmuş; heykelin yanı sıra resim atölyesine de devam etmiştir. 1901 Yılında Arkeoloji Müzesi eski eser onarım uzmanlığına atanan Behzat, bir süre resim öğretmenliği yapmış; 1913 Yılında Yıldız Çini Fabrikaları’nın başına getirilmiştir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, İsa Behzad, Sakallı Adam Büstü, Alçı - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Bust of a Man with Beard, Plaster
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, İsa Behzad, Sakallı Adam Büstü, Alçı – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Bust of a Man with Beard, Plaster

Şişli Atölyesi Salonu

1914 Kuşağı sanatçıları, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile Paris’teki eğitimlerini bırakmış ve İstanbul’a dönüşlerinde savaş ortamının neden olduğu ekonomik sıkıntılara maruz kalmışlardır. Bu sıkıntıların farkında olan, dönemin önemli sanat tarihçilerinden Celal Esad (Arseven), Harbiye Nezaretine ressamların kendilerine ait bir atölyede çalışmalarını önerir. Böylece Şişli Astölyesi 1917 yılında Şişli’de Bulgar Çarşısı mevkilinde kurulur. Bu atölye ile müttefiki olduğu Almanya ve Avusturya gibi ülkelere Osmanlı’nın sanat alanında da gelişmiş bir toplum olduğu imajı vermek amaçlanmıştır.

Atölye üstü camla kaplı bir barakada kurulmuş; barakanın çevresindeki araziye siperler için hendekler kazılmış, askerler, silahlar, top arabası gibi malzemeler de temin edilmiştir. Bu atölyede Hikmet Onat, Avni Lifij, İbrahim Çallı, Ali Cemal Benim, Namık İsmail, Mehmet Ruhi Arel, Sami Yetik, Mehmet Ali Laga, Ali Sami Boyar gibi sanatçılar savaş karşıtı resimler üretmiştir. Bu eserlerin Avrupa’da sergilenmesi düşünülmüş, 1918 yılında Viyana’da sergilenen bu resimler, Berlin’e gönderilmeden savaş sona ermiştir.

1914 Kuşağı’nın Manzaraya Bakışı Salonu

1914 Kuşağı sanatçıları yurda döndükten sonra Türk resim sanatı için artık yeni bir dönem başlayacaktır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecine damgasını vuran bu sanatçılarla resim sanatı, yeni bir anlatım biçimine kavuşmuştur. Halkın kültürel değerlerinden hareket ederek halka yeni yaşam görüşünü yansıtmaya çalışmıştır. 1914 Kuşağı sanatçıları halkın seveceği ada manzaralarını, çamlıkları, koyları ve cami avlularını ele almış; Hilmi Ziya Ülken, 1914 Kuşağı’nın eserlerini Fecr-i Ati dönemi edebiyatına benzeterek, “Fecr-i Ati’nin edebiyatta aradıkları şeyi onlar resimde buldular: Ada plajları, Çamlıklar, Kalamış koyunda sabah, Cami avluları” ifadesini kullanır.

İzlenimcilik Fransız Pozitivist filozoflarının ve bilim adamlarının algıyı ve renk kuramını inceledikleri bir dönemde ortaya çıkmıştır. Osmanlı İzlenimciliğinin ise benzer bir düşünsel temeli yoktur. Türk izlenimcileri olarak da adlandırılan 1914 Kuşağı sanatçıları İzlenimciliği ışık-renk çeşitlemeleriyle birleşen duygusal bir anlatım tarzı olarak benimsemiş ve sanatta öznelliği öne çıkarmıştır. 1914 Kuşağı, İzlenimciliği felsefi içeriği ile değil, daha yüzeysel ele almış; kendi kişisel yorumlarıyla resme yeni bir bakış açısı ve anlatım zenginliği katmışlardır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Hüseyin Zekai Paşa, Söğüt'te Ertuğrul Gazi Türbesi, Tuval üzerine yağlıboya - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Tomb of Ertuğrul Gazi in Söğüt, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Hüseyin Zekai Paşa, Söğüt’te Ertuğrul Gazi Türbesi, Tuval üzerine yağlıboya – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Tomb of Ertuğrul Gazi in Söğüt, Oil on canvas

Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Geç Kübizm ve Art Déco Salonu

Avrupa’da iki Dünya Savaşı arasındaki dönemin egemen estetik eğilimi olan Art Déco, Türkiye’de erken Cumhuriyet döneminin yeni bir toplum ile modern ve monden bir yaşantıyı inşa etme arzusuyla uyum içindedir.

Özellikle Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği ile D Grubu sanatçıları Cumhuriyet dönemi modern sanatını inşa ederken Art Déco sentezli geç Kübizmi tercih etmişlerdir. Bundan ötürü Türkiye’de, 1930-1940 arasındaki sanat üretimini Art Déco dönemi olarak adlandırabiliriz. 20. Yüzyılın başında, Art Déco, Kübizmin bir türevi olarak mimarlık, resim, grafik sanatlar, mobilya ve küçük el sanatlarını etkiler. Bu açıdan, Türk modernleşmesinin temsilinde de önemli bir paya sahiptir. Modern kent yaşantısının bir göstergesi niteliğinde olan Art Déco ile modernleşen insanın ve kent yaşamının örnekleri verilmiştir. Modern kadın imgesi, harf devrimi, kılık kıyafet devrimi gibi yenilikler tuvallerde görselleştirilmiştir.

İnkılap Resimleri Salonu

İlki 1933’te Cumhuriyet Bayramı’nda açılan ve 1936’ya kadar her yıl aynı dönemde tekrarlanan İnkılap Sergileri, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile devrimleri konu alan yapıtlarıyla resim tarihimizde özel bir ikonografi oluşturur. Ulus devletin kimlik imgelerini toplum bilincine yerleştirme girişimlerinden biri olan İnkılap Sergileri, tüm sanatçılara açıktır. Zamanla bu sergilerdeki yapıtlarda devrimlerden çok savaş konusunun ele alınması, sanatçının belli bir konuya yönlendirilmesi eleştirilmiştir.

Sanatçılar ve sanat eleştirmenleri yapıtın konusunun değil, kendisinin devrimci olması gereğini savunmuş ve daha serbest konulu resimlere yönelmişlerdir. İnkılap Sergileri 1937 yılından itibaren Birleşik Resim Sergisi olarak düzenlenmiş ve 1939’da Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne dönüştürülmüştür.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Zeki Faik İzer, İnkılap Yolunda, Tuval üzerine yağlıboya (1933) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Towards Revolution, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Zeki Faik İzer, İnkılap Yolunda, Tuval üzerine yağlıboya (1933) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Towards Revolution, Oil on canvas

Modern Görünüm Salonu

Erken Cumhuriyet dönemi, Türkiye için bir dizi toplumsal dönüşümün başladığı bir evreyi işaret etmektedir. Sanatçılardan da modern unsurları temsil etmesi beklenmiştir. Cumhuriyet’in bu döneminde bir modernleşme estetiği yaratılmıştır.

Modern kadın ve modern erkek betimlemeleri, yeni eğlence biçimleri ve modernleşme ile ilişkili diğer konuların işlenmesi bu amaca örnektir. Cumhuriyet’in ilanından sonra kadın, laik ve modern bireyin simgesi olarak idealize edilmiş, resimdeki imgesi de bu bağlamda değişime uğramıştır. Toplumsal yaşamda görünürlük kazanan kadın, şapkalı ve çağdaş kıyafetler içinde sokakta dolaşırken, baloda erkeklerle dans ederken, meclis kürsüsünde konuşurken ya da okuma yazma öğretirken gösterilmiştir. Genellikle kısa saçlı ya da topuzlu, koyu renkli ciddi kıyafetlerle temsil edilen bu kadınların saygınlığı öne çıkarılırken onlara adeta cinsiyetsiz bir kimlik verilmiştir. Yıllardır Oryantalist kadın imgelerine hâkim olan uzun saçlı, hülyalı bakışlı, egzotik harem kadınının yerini, enerjik ama ağırbaşlı bir kadın tipi almış, dişiliği geri plana itilmiştir.

Geç Kübist Manzaralar Salonu

Batı tarzı perspektifli resme geçişte Osmanlı ressamlarının başlıca konusu doğa ve doğa görünümleri olmuş; bu ressamlar batılı teknikleri ve tarzları uygulama olanağını buldukları bu manzaralarda, İstanbul’un kaybolan görünümlerini günümüze taşımışlardır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde, 1914 Kuşağı ressamlarının manzaralarında ana tema yine pitoresk İstanbul görünümleridir. Ancak Cumhuriyet’in ilanıyla başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, erken Cumhuriyet döneminin Anadolu’yu önceleyen kültür politikaları ve özellikle yurt gezilerine gönderilen ressamların etkisiyle Ankara ve Anadolu manzaraları İstanbul manzaralarının yerini almaya başlar.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Fransa’ya ve Almanya’ya gönderilen sanatçılar, I. Dünya Savaşı sonrası modern sanat akımlarından etkilenmiş; Batı modernizmi onların ve Cumhuriyet’in modernleşme isteklerine cevap vermiştir. Bu sanatçılar, 1914 Kuşağı’ndan farklı olarak manzara resimlerinde izlenimciliği ret etmiş, Cézanne kaynaklı Andre Lhote’un kuramlarından etkilenen geç Kübist bir dili seçmiş ve biçimin konunun önüne geçtiği kompozisyonlar gerçekleştirmişlerdir.

Anadolu Görünümleri Salonu

Modernleşme ile yeni bir toplum yaratma hedefinde olan erken Cumhuriyet döneminde, milliyetçilik ve halkçılık ilkeleri önemli bir yer tutmuştur. Bu ilkeler, Türk kimliğinin kökenlerinin aranması ve modern ulusal bir kimliğin halka yaygınlaştırılması amacını taşımaktadır. Halkevlerinin açılması (1932), ardından Köy Enstitülerinin kurulması (1940) Cumhuriyetin bu ideolojisi ile ilgilidir.

Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkevleri tarafından düzenlenen Yurt Gezileri (1938-1943) de bu doğrultuda gerçekleşmiştir. Bu proje ile 48 ressam çeşitli Anadolu illerinde görevlendirilmiştir. Yurt Gezileri ‘Yurdun güzelliklerini yerinde tespit ettirmek ve sanatkarlarımızın memleket mevzuları üzerinde çalışmalarını kolaylaştırmak’ amacını taşımaktadır. Aynı zamanda, devlet bursu ile Avrupa’ya gönderilen sanat öğrencileri bunun karşılığını Anadolu’nun çeşitli illerinde öğretmenlik yaparak ödemiştir. Bu geziler sonunda İstanbul manzaralarının yerini Anadolu manzaraları ve köy yaşantısını yansıtan resimler almıştır. Anadolu, erken Cumhuriyet dönemi sanatçılarının en sevdiği temalar arasında yer almıştır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Malik Aksel, Oda İçi, Kağıt üzerine suluboya (1951) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Interior of a Room, Watercolor on paper
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Malik Aksel, Oda İçi, Kağıt üzerine suluboya (1951) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Interior of a Room, Watercolor on paper

Enteriyör Salonu

İç mekân resmi anlamına gelen enteriyör, 17. Yy. Flaman resminde ün kazanmış bir türdür. Bu dönemde sanatçılar; ev, atölye, oda, meyhane gibi mekanların içlerini resimlerine konu edinmişlerdir. Türk sanatında enteriyör, Osman Hamdi Beyin cami ve türbe içinde geçen resimlerine konu olmuştur. Esas olarak 1914 Kuşağı ile yaygınlaşan enteriyörler, çoğu zaman Nü resmi ile birleşmiştir. Erken Cumhuriyet döneminde de modern kadın imgesinin yansıması olarak görülmüştür.

Aynı zamanda bu dönemde enteriyörler, modernleşme ile ortaya çıkan yeni yaşam biçimlerini ve modern zevkleri yansıtmıştır. Modernist tasarım ve mobilyaları ile bu resimler, geleneksel evin yerini aldığı düşünülen modern zevki gösterme amacını taşır. Enteriyörler, fiziksel görünümlerin ötesinde modern kadın imgesi, modern aile yapısı ve yeni yaşam biçimlerini temsil etmiştir. Cumhuriyet ile birlikte yaşanan kültürel ve sosyal dönüşümü vurgulamıştır. Zeki Faik İzer, Zeki Kocamemi, Elif Naci, Edip Hakkı Köseoğlu, Şeref Akdik, Malik Aksel, Ziya Keseroğlu, Refik Epikman, Arif Kaptan, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçılar bu dönemde iç mekân resimleri gerçekleştirmişlerdir. Bedri Rahmi’nin Fındıklı’daki ilk evlerinden gerçekleştirdiği oda içi, ev içi sahneleri duygusal boyutuyla diğerlerinden ayrılmaktadır.

Nü Salonu

Fransızca ‘nü’ kelimesinden kaynaklanan ve çıplak anlamına gelen Nü resim türü özellikle 1914 Kuşağı sanatçılarında yeni bir konu olarak karşımıza çıkmıştır. Dönemin Galatasaray Sergileri’nde ‘üryan’, ‘çıplak’ ya da ‘nü’ gibi farklı isimlerle adlandırılan Nü resmi, 1914 Kuşağı sanatçılarından sonra erken Cumhuriyet dönemi sanatçılarınca da tercih edilmiştir. Mehmet Ruhi Arel ve Hikmet Onat’ta bir sınav etüdü olarak karşımıza çıplak erkek bedeni çıkarken; İbrahim Çallı’da, Feyhaman Duran’da, Melek Celal’de yumuşak bir ışığın figürde toplandığı Nü’ler görürüz. Erken Cumhuriyet döneminde Nü resmini tercih eden sanatçılar ise bedeni, Geç Kübist biçim diline ait geometrinin uygulandığı bir alan olarak yorumlamışlardır. Zeki Kocamemi ve Cemal Tollu’nun figürleri Geç Kübist biçim diliyle açıklanabilir.

Sosyal Gerçekçi Eğilimler Salonu

Sosyal Gerçekçi Eğilimler, 19.Yy’ın ortalarında Fransa’da topluma dair güncel olayların yorumlanması ve eleştirisini içeren sanatsal bir yaklaşım olarak nitelenir. Sanatçının içinde yaşadığı toplumu gerçekçi biçimde yansıtan, birey ile toplum arasındaki ilişkileri ve çelişkileri gösteren eserlerdir.

Türk resim sanatında toplumsal konuların ele alınışı, 1940’lı yıllarda Yeniler Grubu sanatçılarınca başlamış gibi algılansa da sosyal gerçekçi eğilimlerin 1914 Kuşağı sanatçılarına kadar uzandığı görülmektedir. Namık İsmail’in 1923 tarihli ‘Harman’ resmiyle başlayan süreç, Ruhi Arel’in ‘Taşçılar’ı ile devam etmiş; erken Cumhuriyet döneminde Halil Dikmen hasat konulu resimleri ve madencileri ele almıştır. Leopold Lévy’nin öğrencileri olan ve ilk sergilerini ‘Liman’, ikincisini de ‘Kadın’ konusuna ayıran Yeniler Grubu sanatçıları, sosyal problemleri toplu bir biçimde ele almıştır. 1950’li ve 1960’lı yıllarda Orhan Peker, Jak İhmalyan, Türkan Sılay, Hilda Yosmayan, Metin Talayman, Oktay Anılanmert de toplumsal sorunları yansıtan üretimler gerçekleştirmişlerdir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Ali Avni Çelebi, Oturan Erkek ve Nü Eserleri, Kağıt üzerine füzen - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Seated Man and Nude, Charcoal on paper
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Ali Avni Çelebi, Oturan Erkek ve Nü Eserleri, Kağıt üzerine füzen – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Seated Man and Nude, Charcoal on paper

Desen Anlayışı Salonu

Kelime olarak İtalyanca Disegno’dan türemiş olan desen, Rönesans’ta sanatçının ilahi bir güçle yaratma yeteneğine vurgu yapar. Desen, basit tanımla; eskiz, etüt ya da karalamaya karşılık gelir. Bu biçimiyle desen, bitmiş bir eserin hangi süreçlerden geçerek nihayetlendiğini anlamanın ve anlatmanın uygun bir aracıdır. Kimi zaman da başlı başına özgün bir eser niteliği taşır.

Türk sanatına desen, gözlem, ışık-gölge ve perspektif gibi batı tarzı yöntemlerin uygulanmaya başlaması ile girer. Akademik eğitimle birlikte desen, resmin temel unsuru haline gelir, özellikle portre ve figür çalışmalarında sağlam bir desen alt yapısı gözlenir. Modernizm denemeleri deseni sanatçı için bir oyun ve deney alanı haline getirir. Desen çalışmaları, yaratıcılık sürecinin bir tanığı olarak sanatçının kendine dair ifadesini yansıtır.

Leopold-Levy ve Öğrencileri Salonu

1936-1937 yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi’ne yurt dışından yabancı hocaların getirilmesi ile birlikte bir değişim dönemi yaşanmıştır. Bu hocalardan biri olan Leopold-Lévy resim atölyesine atandığında hem eğitimci kişiliği hem de resme dair görüşleri ile dikkat çeker. Leopold-Levy sanatçı olarak, doğadan doğrudan çalışma yöntemine inanmış ve İstanbul manzaralarında doğada klasik olanı ortaya çıkarmaya yönelik gerçekçi tavırla yaklaşmıştır. Akademi eğitiminde Kübist, Konstrüktivist bir eğilim sürerken, Levy’nin sanat anlayışından etkilenen sanatçılar farklı eğilimler göstermeye başlamıştır, İstanbul’un insansız, tenha yerlerini betimleyen manzaraları öğrencilerini etkilemiştir. Öğrencilerine doğayı yeniden keşfetmelerini öğütlemiştir.

Lévy’e göre atölye hocasının görevi öğrencinin kendi eğilimini keşfetmesine aracılık etmektir. Deseni de bir sanatçının kendi kimliğini bulmasının en önemli aracı olarak görmüştür. Her türlü taklitten uzak bu eğitim anlayışı, öğrencileri olan Fethi Kayaalp, Tiraje Dikmen, Nejad Melih Devrim, Feruh Başağa, Avni Arbaş, Selim Turan ve Mümtaz Yener gibi pek çok sanatçının kendi sanatsal anlayışlarına göre, farklı tema ve yöntemlerle üretmelerine olanak sağlamıştır. Levy’nin pek çok ögrencisi, sanat yaşamları süresince arayışlarına devam etmiş, farklı eğilimler göstererek her türlü kalıp ve formülden uzak biçimde üretmiştir.

Gelenek ve Soyutlama Salonu

Soyutlama, nesnenin bir özelliğinin ele alınarak zihinde tasarlanmasıyla ortaya çıkan sanatsal bir ifade biçimidir. Türk sanatçı için soyutlama batılılaşmanın ilk aşamalarından beri tartıştığı özgün sanat üretebilme sorusuna bir cevap olarak gelişir. Temel sorun, batının etkisinde kalmış, kopya olmaktan öteye gidemeyen sanat eğilimlerinin dışına çıkabilmektir. 1940’lı yıllarla birlikte giderek daha kabul gören soyutlama bu arayışa bir çözüm yolu gösterir. Geleneksel el sanatlarından ve zanaattan beslenen soyutlama denemeleri kendi olabilme çabasının bir uzantısıdır. Bu dönem soyutlamaları bir sentez peşinde değildir. Tam tersine, minyatür, kaligrafi, dokuma, hat gibi yerel ve geleneksel sanatların renklerinden, motiflerinden, hareketinden, üretme biçimleri bu sanatçılar için birer esin kaynağıdır. Tıpkı doğa gözlemlerinden yapılan soyutlamalar gibi, Türk sanatçı bu eserleri kendi yaratıcılığı ile harmanlar.

Bedri Rahmi Eyüboğlu kilim ve dokumalardaki renk ve motiflere odaklanır. Sabri Berkel ve Şemsettin Arel kaligrafiden esinlenir. Nurullah Berk’in bezemeleri anımsatan doğa soyutlamaları dikkat çeker. Zeki Faik İzer hareketli, lirik resimlerinde Doğu ve Batı’nın birbiri ile çarpışmasının enerjisini yansıtır. Eren Eyüboğlu’nun kırmızısı folklorik gelin kıyafetlerinde göze çarpan kırmızının bir yansımasıdır. Arif Bedii Kaptan ve Ercüment Kalmık modern şehirleri minyatür ve Japon resimlerinden esinlenen tarzda soyutlamalardır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Nuri İyem, Portre, Duralit üzerine yağlıboya (1969) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Portrait, Oil on hardboard
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Nuri İyem, Portre, Duralit üzerine yağlıboya (1969) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Portrait, Oil on hardboard

Soyut Sanatın Gelişimi: Tavan Arası Ressamları ve Paris Ekolü

Soyut sanatın gelişimi, Türk modernizminin başlangıcını oluşturur. Akademik sanata karşı çıkışlarıyla Tavanarası Ressamları ve Paris Ekolü olarak bilinen sanatçılar buna öncülük eder.

Soyut sanatın gelişiminde önemli rolü olan Tavanarası Ressamları; Nuri İyem, Fethi Karakaş ve Ferruh Başağa’nın atölyesinde çalışan öğrencilerinden oluşur. Aralarında Erdoğan Behnasavi, Baha Çalt, Atıfet Hançerlioğlu, Seta Hıdiş, Ömer Uluç, Haluk Muradoğlu, Ümit Mildon, Vildan Tatlıgil, Pindaros Platinidis gibi sanatçıların olduğu öğrenciler, akademik eğitim karşıtı tutumları nedeniyle Beyoğlu’nda bir apartmanın çatı katında buluşurlar. Bu grup, özellikle Akademi’nin klasisist anlayışına karşıdır ve Akademi’yi şu sözlerle eleştirirler: “Elbise inkılâbı yaptığımız zaman, kadınlarımız eski Yunan kıyafetinden başlayarak Garp aleminin bütün geçmiş kıyafetlerini hazmetmeli ve ondan sonra mı 20.yy elbisesine bürünmeliydiler?” Soyut resmin giderek ağırlık kazanması, Sabri Berkel, Hakk Anlı ve Zühtü Müridoğlu gibi bazı D Grubu sanatçılarını da etkilemiştir.

Soyut Sanatın Gelişimi: İstanbul ve Ankara Sergileri

II. Dünya Savaşı sonrasında Paris’te eğitim görüp yurda dönen genç kuşak sanatçılar da yeni sergi ekinlikleriyle soyut sanatı yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Lütfü Günay ve Adnan Çoker, 1953 yılında Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde ‘Sergi Öncesi’ adlı bir sergi düzenlemiş; 1954 yılında da Helikon Sanat Galerisi’nde aralarında Bülent Ecevit’in de bulunduğu sergilerini açmışlardır.

1954 yılının Nisan ayında İstanbul’da Kuyucu Murat Paşa Medresesi’nde ‘Yirmi Yeni Türk Ressamı’ sergisi açılır. Bu sergiye katılan sanatçılar arasında Sadi Öziş, Kuzgun Acar, Adnan Çoker, Lütfü Günay, Nuri İyem, Ferruh Basağa, Nevin Çokay gibi isimler yer alır. Sergi davetiyesindeki metin bu sanatçıların amaçlarını açıklar niteliktedir:

“Sizin yeni resmi yadırgayacağınızı sanmıyoruz. Yeni resmi yadırgayanlar, resmin yalnız bir tür benzetmeci olması gerektiğine karar kılmış olanlardır. Halbuki Karagöz’ü, yazmayı, killim nakışlarının türlü türlüsünü bilen sizler, resmin her türlüsünü anlayacak, sevecek kadar zengin bir geçmişin mirasçılarısınız. Bu sergiye böyle resim olmaz diye gelmeyin, acaba ne yapmak istiyorlar diye gelin. Yani resim uzun sözün kısası taklitten kurtulup, türkü gibi nakış gibi, insanın duyduğunu, düşündüğünü aracısız, içine doğduğu gibi vermek istiyor. Siz de sergimize aracısız, içinize doğduğu gibi hüküm vermeye buyurun.”

1953 yılında AICA Türkiye Şubesi kurulur. 1954 yılında düzenlenen ‘İş ve İstihsal’ konulu resim yarışmasında birinciliği Akademi dışından birinin, Aliye Berger’in, soyut çalışmasıyla kazanması büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Akademi’nin otoritesinin sarsıldığı fikri oluşmaya başlamıştır. 1960’lara gelindiğinde soyut resim de bir ölçüde akademikleşmiş ve Akademi, 1960 ve 1970 arası dönemde yoğun bir biçimde figüratif ve non-figüratif sanat tartışmalarını yaşamaya başlamıştır.

Anadolu Kübizmi Salonu

Erken Cumhuriyet dönemi modernlik estetiğinin dili geometriktir. Eş zamanlı olarak milli ve özgün bir sanat yaratabilme endişesi de sanata dair eğilimleri etkilemektedir. Evrensel karşısında yerli estetik, yeni sanat karşısında milli sanat dönemin en sık rastlanan tartışmasıdır. ‘Batı tekniğiyle yerel içerik’ denemeleri bu arayışın bir yansımasıdır. Bu bağlamda, Kübizm ve Konstrüktivizm, öncü unsurlarından arındırılarak geometrik bir tekniğe indirgenir. Anadolu da yerli ve milli içeriği sağlayacak kaynak haline gelir. Böylece, Anadolu kübizmi, Türk sanatının yerel ile moderni birleştirecek ideal bir sentezi olarak ortaya çıkar. Bu eğilimle yapılan denemeler, erken Cumhuriyet dönemi sonrası da devam etmiştir.

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu, Anadolu insanının elinden çıkan nakışlar, heybeler, yazmalar gibi halk sanatının ürünlerini yapıtlarına kaynak olarak kullanır. Nurullah Berk, Cemal Tollu, Halil Dikmen ve Cevat Dereli’de Anadolu yaşamı ve özelikle Anadolu kadınını yüceltme güdüsü hissedilir. Avni Çelebi ve Refik Epikman’ın Anadolu’nun doğasını ve insanın doğa ile kurduğu ilişkiyi önemsediği sezilir. Sabri Berkel, Maide Arel ise resimlerinde, geleneksel ve modern öncesi dönemdeki yaşam biçimlerini, alışkanlıklarını konu edindiği görülür.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, İbrahim Çallı, Şair Yahya Kemal'in Portresi, Tuval üzerine yağlıboya - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Portrait of Poet Yahya Kemal, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, İbrahim Çallı, Şair Yahya Kemal’in Portresi, Tuval üzerine yağlıboya – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Portrait of Poet Yahya Kemal, Oil on canvas

1950-1970 Dönemi Figüratif Eğilimler

1950 Sonrası sanatçıların bireysel eğilimlerini ve kendine özgü üretimlerini sergilemeye başladığı yeni bir dönemi işaret eder. Sanatçılar yeni üretim biçimlerini denemekten çekinmeden kendilerine güvenle hareket etmişlerdir. Bunun sonucunda sanat üretimi ve sanat dünyası çeşitlenmiştir. Soyutlamaya es zamanlı olarak figüratif eğilimlere yeniden yönelim bu çeşitliliği işaret etmektedir. Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesi öğrencilerinin Onlar Grubu (1947-1952) adı altında açtığı sergiler buna örnektir. Onlar Grubu: Mustafa Esirkuş, Nedim Günsür, Leyla Gamsız Sarptürk, Hulusi Sarptürk, Fahrünnisa Sönmez, İvi Strangali, Turan Erol, Orhan Peker, Mehmet Pesen ve Fikret Otyam gibi sanatçılardan oluşur. İlk sergilerini Akademi’nin lokantasında açan grup hem figür hem de Anadolu’nun geleneksel nakış ögeleri ile ilgilenmiş; bu motifleri Batı resminin anlatım biçimleriyle aktarmıştır.

Kapıya astıkları sağlı sollu afişlerden birinde bir kilim nakışına diğerinde ise El Greco’ya ait bir figüre yer verirler. Biri Doğu, diğeri Batı’ya ait olan bu iki imgeyi kullanmalarının her iki sanata da sahip çıktıklarının bir göstergesi olduğunu belirtmişlerdir.

1960’lı Yıllar ise figüratif eğilimlerin çeşitlendiği ve bireysel ifadelere aracılık ettiği döneme işaret eder. Bu evrede, sanatçının modernizmin eleştirel yönünü keşfettiği bir sürece de tanıklık edilir. Bir yandan Neşet Günal, Nedim Günsür gibi temsilcilerinin olduğu yerel figüratif resim görülürken diğer yanda 1968 Kuşağı sanatçılarının eleştirel figüratif resimleri ve Özdemir Altan, Cihat Burak gibi sanatçıların hiciv dozu yüksek figüratif çalışmaları kendini göstermiştir.

1960 Sonrası Türk Resminde Hiciv

1960’lı Yıllar hem toplumsal dönüşümler açısından hem sanatsal eğilimler açısından bir arayışlar dönemiydi. Bir taraftan temel hak ve özgürlüklerin tartışıldığı, toplumsal olayların her kesimden insanı harekete geçirdiği bir süreçti. Sanat açısından da akademik çerçevenin genişlediği, sanat üretimlerinin çeşitlendiği, Türkiye dışı sanat çevreleriyle ilişkinin arttığı, bireysel üretimlerin görünür olduğu bir dönemdi. Bu yıllarda sanat ortamında figüratif sanat ve non-figüratif sanat gerilimi yaşanmaktaydı. Bir yanda Neşet Günal, Nedim Günsür gibi temsilcilerin olduğu yerel figüratif resim eğilimi görülüyordu. Diğer yanda 1968 Kuşağı sanatçılarının eleştirel figüratif resimleri ve Özdemir Altan, Cihat Burak, Burhan Uygur gibi sanatçıların hiciv dozu yüksek figüratif çalışmaları kendini göstermekteydi. Gündelik hayatın, güncel siyasetin, hatta masalların hicvedildiği bu resimsel geleneğe 1980’li yıllarda Mevlut Akyıldız da eklemlenecekti.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Fahir Aksoy, Saz Heyeti, Duralit üzerine yağlıboya - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Group of Musicians, Oil on duralite
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Fahir Aksoy, Saz Heyeti, Duralit üzerine yağlıboya – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Group of Musicians, Oil on duralite

Neşet Günal – Nedim Günsür Salonu

1960’lar farklı dönüşümlerin yaşandığı dönemlerdir. İnsan hak ve özgürlüklerinin konuşulduğu, toplumsal olayların her kesimden insanı harekete geçirdiği bir süreçtir. Bu süreçte, sanat açısından, akademik çerçevenin genişlediği, sanat üretimlerinin çeşitlendiği, Türkiye dışı sanat çevreleriyle ilişkinin arttığı, bireysel üretimlerin artmaya başladığı görülmüştür. Batı ile eş zamanlılıktan kendi zamanının peşinde olan sanatçılar dönemine girilmiştir. Neşet Günal ve Nedim Günsür köylü aileler, işçiler, kent yaşamı ve sorunları gibi konulara eleştirel baktıkları için toplumcu gerçekçi olarak nitelenir.

Neşet Günal, modernizmin huzursuzluğunu hisseden, bu huzursuzluktan topluma bakan bir sanatçıdır. Akademi’de Berk, Berkel ve Levy’nin öğrencisi olan Günal, 1948’de Paris’te Lhote ve Fernand Leger’in yanında eğitim görmüştür. Ülkeye döndükten sonra köylülerin yoksunluklarla dolu, sıkıntılı ve acı dolu hayatlarını konu edinir. El ve ayakları abartılı, heykelsi, eylemsiz figürlerle insanın acısını hissettirir.

Nedim Günsür, Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde yetişmiştir. Günsür’ün resimlerinde toplumsal değişim ve yarattığı sorunlar merkezdedir. Bayram yerlerini gösteren neşeli eserlerinde bile toplumdaki değişimle ezilen, acı çeken, yalnızlaşan, kırılgan figürleri resmeder. Günsür’ün ifadeci eğilimleri, izleyicinin bu toplumsal dramlarla samimi bir ilişki kurmasını sağlar.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Neşet Günal, Oduncular, Tuval üzerine yağlıboya (1961) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Lumberjacks, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Neşet Günal, Oduncular, Tuval üzerine yağlıboya (1961) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Lumberjacks, Oil on canvas

1968 Kuşağı

1960’ların son dönemi bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de öğrencilerin siyasallaştığı, kuralları sorguladığı bir süreçtir. Alaettin Aksoy, Komet, Mehmet Gülleryüz, Neşe Erdok, Nevhiz Metin, Ömer Kaleşi, Utku Varlık gibi sanatçılar bu dönemde üretmiştir. Dönemin eleştirel ve muhalif yönünü benimsediklerini tavırları ve eserleriyle gösterirler. Her birinin muhalifliği ve eleştirelliği, Akademi’nin ya da burslu olarak gittikleri Paris sanat çevresinin kabul gören, moda akımlarının peşinden gitmemelerinden anlaşılmaktadır.

Her biri tekillik arayışında olsa da hepsine hâkim olan, bir kızgınlık, dehşet, hüzün duygusu hissedilmektedir. Çalışmaları farklı duyguların geniş bir yelpazesini sunar. Sanatçılar, yalnızlık, sükûnet, tekinsiz durumlar, ölüm, dehşet, belirsizlik, grotesk ve fantastik figürler, mistik ve büyülü ortamlar gibi farklı konular aracılığıyla kendi gerçeklik ve hayal dünyalarını yansıtmaktadır.

Alternatif Arayışlar Salonu

Türk sanatı için 1957 yılında kurulan Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nun (bugünkü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) önemli bir yeri vardır. Tatbiki Güzel Sanatlar, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Fransız Akademisi modeline alternatif olarak Almanya’daki Bauhaus ekolünü benimsemiştir. Sanata bütüncül olarak yaklaşan Bauhaus ekolü, sanat üretimlerinde farklı teknik ve malzeme kullanımı ile yeni açılımları teşvik etmekteydi. Bunu takiben, Akademi’de de bu anlayışla Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü (1968) kurulmuştur. Sanata bütüncül yaklaşım sanatçıyı mekân üzerine düşünmeye teşvik etmiş ve sanatta da yeni malzeme denemeleri başlamıştır. Altan Gürman, Füsun Onur, İsmail Saray, Şükrü Aysan gibi sanatçılar alternatif arayışlar içine giren temsilcilerdir.

Sanatta yeni açılımlar sergileri de çeşitlendirir. Açıkhava Sergileri (1973-1976) ve Akademi tarafından düzenlenen Yeni Eğilimler Sergileri (1977-1987/1994) ilk örneklerdendir. Sanatçı inisiyatifi gibi düşünülebilecek olan toplu sergiler, yeni malzeme ile çalışan, kavramsal sanat üreten sanatçılara alan sağlamaktadır. 1980 yılında başlayan Günümüz Sanatçılar Sergileri, Öncü Türk Sanatından Bir Kesit Sergileri (1984-1988); A, B, C, D Sergileri (1989-1993) günümüz sanatına öncülük eden etkinlikler arasında sayılır. Çağdaş sanatın öncüleri olan bu sergilerde Şükrü Aysan, Balkan Naci İslimyeli, İbrahim Örs, Rahmi Aksungur, Cengiz Çekil, Hayri Karay gibi sanatçılar yer almıştır.

1970’li Yıllarda Sanat Üretimi

1960’lı yıllar gibi 1970’li yıllarda da resim üretiminde farklı eğilimleri birlikte görmek mümkündür. Balkan Naci İslimyeli, Ergin İnan, Burhan Uygur gibi sanatçıların üretiminde fantastik eğilimler dikkat çekerken Seyyit Bozdoğan, Cihat Aral, Kasım Koçak, Aydın Ayan, Kemal İskender, Hüsnü Koldaş, Nedret Sekban, Mehmet Aksoy gibi sanatçılar sosyal gerçekçi bir eğilimi benimsemişlerdir. Bu eğilimin ortaya çıkmasında siyasi koşullar kadar Akademi hocaları Bedri Rahmi Eyuboğlu ve Neşet Günal gibi sanatçıların etkileri de bulunmaktadır. Bu sanatçıların ortak özelliği siyasi ve toplumsal mesaj verme ve bu mesajı güçlendirmek için figür deformasyonuna gitmeleridir.

1970’li yıllarda figüratif gerçekliğin yanı sıra, soyut sanat alanındaki yeni arayışlar da devam etmektedir. Ferruh Başağa, Adnan Çoker, Devrim Erbil gibi sanatçıların arayışlarına bu dönemde Güngör Taner, Zafer Gençaydın, Şadan Bezeyiş, Zahit Büyükişleyen gibi sanatçıların denemeleri eklenir. Dışavurumcu lirik soyutlamadan geometrik soyutlamaya uzanan çeşitli yaklaşımların etkisini taşıyan bu sanatçılar, 1960’ların soyut sanat anlayışından malzeme ve teknik yönünden ayrılırlar. Örneğin, Güngör Taner soyut resmi müzikle birleştirirken Şadan Bezeyiş endüstriyel malzemelerden ve fotoğraftan yararlanır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Tülin Onat, Okyanus I Okyanus II, Tuval üzerine akrilik (2003) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, The Ocean I and The Ocean II, Acrylic on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Tülin Onat, Okyanus I Okyanus II, Tuval üzerine akrilik (2003) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, The Ocean I and The Ocean II, Acrylic on canvas

1980 Sonrası Sanat Salonu

Türk sanat ortamında 1970’li yılların ikinci yarısında yaşanan en belirgin dönüşüm, gerçekliğin irdelenmesine yönelik çeşitli arayışların ortaya çıkmış olmasıdır. Yeni bir figür anlayışını getirmiş olan bu dönüşüm, sadece Türkiye’de değil, uluslararası sanat ortamında da ivme kazanmaya başlayarak 1980’li yıllarda özellikle yeni dışavurumcu bir temele dayanan yoğun bir üretim sürecini başlatmıştır. Yeni bir figür anlayışıyla yeni bir gerçeklik anlayışının buluştuğu nokta ise, genellikle kent kültürü, popüler kültür, arabesk, kitsch, toplumsal kimlik gibi konular olmuştur.

Yeni Dışavurumcu resim, 1980’li yılların ortalarında Türkiye’de genç ve orta kuşak sanatçıları temsil eden bir eğilim olmuştur. Genç kuşak sanatçılar iç ve dış dünya arasındaki karşıtlığı irdelemek, bilinçaltı ya da gözlemden yararlanarak kişisel ya da toplumsal hesaplaşmalar yaparken biçimsel dil olarak yeni dışavurumcu tavırdan yararlanmışlardır. Türkiye’de yeni dışavurumcu eğilimlerin benimsenmesindeki önemli rolü, Türk resmindeki figür geleneği üstlenmiştir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonu, Batılılaşma döneminden 1980’li yıllara uzanan süreçteki resim heykel üretiminin izlenebileceği en yetkin koleksiyondur. Bu koleksiyona son yıllarda 1990’ların ve 2000’lerin resim üretiminden de az sayıda eser bağış yoluyla eklenmiştir.

Osman Hamdi Bey Eserleri Salonu

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi sergi salonları 30’dan fazla olsa da en üst katta çok özel bir salon daha bulunmakta. Osman Hamdi Bey eserleri salonu. Burada Osman Hamdi beyin bazı eserleri, madalyaları, nişanları ve diplomaları sergilenmektedir. Türk müzeciliğinin gelişmesine ve çağdaşları arasında yer almasına vesile olmuş, Anadolu’da keşfedilen tarihi eserlerin ülke dışına çıkarılmaması için mücadele etmiş, ülkede arkeolojiyi geliştirmeye çalışmış, kazılar yapmış ve İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin de kurulmasına vesile olmuş, açtığı Sanayi-i Nefise mektebinin kararları arasında sanat eserleri için müze açma kararını almış olan bu insan, Türk sanat tarihine ve Türk müzeciliğine adını altın harflerle yazdırmıştır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Osman Hamdi Bey, Tespih Çeken Mümin, Tuval üzerine yağlıboya (1905) - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Believer Counting his Rosary, Oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Osman Hamdi Bey, Tespih Çeken Mümin, Tuval üzerine yağlıboya (1905) – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Believer Counting his Rosary, Oil on canvas

Osman Hamdi Bey Kimdir?

Osman Hamdi, Kapudan-ı Derya Hüsrev Paşa’nın kölesi olan İbrahim Edhem’in (1818?, Sakız Adası – 19 Mart 1893, İstanbul) oğludur. İbrahim Edhem, Paris’te eğitim görmüş, İstanbul’a döndükten sonra çeşitli dönemlerde Hariciye, Ticaret, Nafia, Maarif, Adliye ve Dahiliye Nâzırlığı, Berlin ve Viyana’da sefirlik, Şubat 1877’den, Ocak 1878’e kadar da Sadrazamlık yapmıştır. 1841 Yılında evlendiği Isparta kökenli Yağlıkçızade Hacı Mustafa Ağa’nın kızı Şerife Fatma’dan beş oğlu olmuştur. Çocukların en büyüğü olan Osman Hamdi 30 Aralık 1842’de İstanbul’da doğmuştur. Beşiktaş’taki bir ilkokuldan sonra, Mekteb-i Maarif-i Adliye’ye giden Osman Hamdi 1860 yılında babası tarafından hukuk eğitimi görmesi için Paris’e gönderilir. Ancak Osman Hamdi bir süre sonra hukuk eğitimine son vererek, resme yönelir ve çalışmalarına Gustave Boulanger’nin atölyesinde devam eder. 1866, 1867 ve 1868 yıllarında Paris Salonu’nda resimlerini sergileyen Osman Hamdi’nin hukuk fakültesinden bir türlü diploma almadığını ve resimle ilgilendiğini gören İbrahim Edhem Paşa oğlunu İstanbul’a geri çağırır.

Haziran 1868’de İstanbul’a dönen Osman Hamdi, kısa bir süre sonra Bağdat valiliğine atanmış olan Midhat Paşa’nın maiyetinde Umur-ı Hariciye Müdürü olarak Bağdat’a gider ve orada kaldığı iki yıl içinde gerçek Doğu’yu tanır. 1871’de İstanbul’a geri döndüğünde Teşrifat-ı Hariciye Müdür Muavini olur. 1873 Viyana Dünya Sergisi’nde Osmanlı Pavyonu’ndan sorumlu baş komiser olarak görev yapar. Victor-Marie de Launay ile birlikte hazırladığı Elbise-i Osmaniye (Les costumes populaires de la Turquie) adlı albüm de ilk kez burada sergilenir.

Daha sonraki yıllarda çeşitli memuriyetlerde (Tahrirat-ı Ecnebiye Müdürlüğü, Hariciye Umûr-ı Ecnebiyye Kâtibi, Matbuât-ı Ecnebiyye Müdürü, Beyoğlu Belediyesi Altıncı Daire Müdürü) bulunan Osman Hamdi, 1878 yılında devlet memuriyetinden ayrılıp kendini resim yapmaya adar. Paris’te öğrenciyken evlendiği ve Fatma ile Melek isimli iki kızının annesi olan Agarithe’den boşandıktan kısa bir süre sonra yine Fransız Marie Palyart (Naile) ile evlenir, Leyla, Edhem ve Nazlı isimli üç çocuğu olur.

Müze-i Hümâyun’un müdürü Philipp Anton Dethier’in ölümü üzerine 4 Eylül 1881’de bu müzenin müdürlüğüne tayin edilir. Türk müzesinin Avrupai düzeyde bir müze haline gelişi Osman Hamdi Bey’in bu kurumun başına getirilişiyle başlar. 1882 yılında Salomon Reinach ile birlikte müzenin kataloğunu çıkaran, 1883’de Nemrut Dağı seyahatini yapan ve raporunu yayınlayan, 1891’de mimar Alexandre Vallaury’e yeni bir müze binası inşa ettiren Osman Hamdi Müze-i Hümâyun adına yaptırdığı kazılarla müzeyi tüm arkeoloji dünyasına tanıtmıştır. Başta Sayda olmak üzere bu kazıların bazılarını bizzat kendisi yönetmiş ve 1884’de eski eserlerin yurt dışına çıkarılmasını önleyecek Asâr-ı Atîka Nizamnamesi’ni çıkarttırmıştır. Bundan böyle resmin yanı sıra arkeoloji ve müzecilik de onun yaşamının bir parçası olacaktır.

Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanmasından kısa bir süre sonra 2 Ocak 1882’de kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin de müdürlüğüne getirilen Osman Hamdi, her iki kurumdaki görevini de 1910’da ölümüne kadar sürdürmüştür, Sanayi-i Nefise Mektebi, 2 Mart 1883’de mimar Alexandre Vallaury’nin yaptığı bir binada (bugünkü Eski Şark Eserleri Müzesi) yirmi öğrenci ile resim, heykel ve mimari bölümleriyle eğitime başlar. Resim Bölümü’nde Salvator Valeri, Joseph Warnia-Zarzecki, Heykel bölümünde Yervant Osgan, Mimari bölümündeyse Alexandre Vallaury ve Philippe Bello görev almıştır.

Resimlerinde konu olarak manzara ve ölüdoğayı tercih eden Şeker Ahmed Paşa, Süleyman Seyyid gibi meslektaşlarının aksine figüre ağırlık veren Osman Hamdi, kurucusu olduğu Sanayi-i Nefise Mektebi’nde figürden çalışmayı başlatmış, okulun hocalarını da Avrupa akademilerinde figür ağırlıklı eğitim almış sanatçılar arasından seçmiştir.

Resmi görevlerinin yanı sıra resim çalışmalarını kesintisiz olarak sürdüren Osman Hamdi Bey’in eserlerini üç gurupta toplayabiliriz: Doğu’ya özgü konuları işlediği Oryantalist tablolar; özel hayatı kapsamında, çoğunlukla ailesini ve dostlarını resmettiği portreler; az sayıda manzara ve ölü doğa.

Osman Hamdi son yıllarını Kuruçeşme’deki yalısı ile Eskihisar’daki evinde geçirmiş, 24 Şubat 1910 tarihinde Kuruçeşme’deki yalısında vefat etmiş ve Eskihisar’a defnedilmiştir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Osman Hamdi Beye verilen madalyalar ve nişanlar - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Medals and decorations given to Osman Hamdi Bey
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Osman Hamdi Beye verilen madalyalar ve nişanlar – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Medals and decorations given to Osman Hamdi Bey

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde Hangi Sanatçıların Eserleri Var?

İRHM koleksiyonundaki sanatçıların büyük kısmı Türk sanatına yön veren Güzel Sanatlar Akademisi atölyelerinde eğitim almış, hocalık yapmış ve sanatsal üretimlerini bu atölyeler aracılığıyla gerçekleştirmiştir. Müzedeki eserlerin çoğu bu atölyelerin izlerini taşımaktadır.

Gerek Osmanlı dönemi koleksiyonları, Sanayi-i Nefise Mektebi bağışları, devlet kurumlarından devirler ve gerekse sergilerden alımlar, bağışlar ve satın almalarla genişleyen İstanbul Resim ve Heykel Müzesi arşivinde eserleri bulunan sanatçılar aşağıdaki gibidir (okurun ve sanatçının affına sığınarak eksikler olabileceğini üzülerek bildiririz):

  1. Osman Hamdi Bey
  2. Şeker Ahmet Paşa
  3. Süleyman Seyyid
  4. İbrahim Çallı
  5. Feyhaman Duran
  6. Namık İsmail
  7. Abidin Dino
  8. Bedri Rahmi Eyüboğlu
  9. Fikret Mualla
  10. Yervant Osgan
  11. İhsan Özsoy
  12. Zühtü Müridoğlu
  13. Halil Paşa
  14. Sami Yetik
  15. Hüseyin Gezer
  16. Zeki Kocamemi
  17. Ali Avni Çelebi
  18. Hale Asaf
  19. Léopold Lévy
  20. Nuri İyem
  21. İsmail Hakkı Oygar
  22. Aliye Berger
  23. Avni Arbaş
  24. Zeki Faik İzer
  25. Nurullah Berk
  26. Burhan Uygur
  27. Naile Akıncı
  28. Eşref Üren
  29. Neş’e Erdok
  30. Sabiha Ziya Bengütaş
  31. Ali Teoman Germaner (Aloş)
  32. Hikmet Onat
  33. Nedim Günsür
  34. Refik Epikman
  35. Ziya
  36. Hamit Görele
  37. Cemal Tollu
  38. Mihri Hanım (Rasim-Müşfik)
  39. Mahmut Cuda
  40. Sabri Berkel
  41. Fahrünnisa Zeid
  42. Cihat Burak
  43. Şefik Bursalı
  44. Ömer Adil
  45. Melek Celal Sofu
  46. Halil Dikmen
  47. İvi Stangali
  48. Fahir Aksoy
  49. Hüsnü Koldaş
  50. Alaettin Aksoy
  51. Kemal İskender
  52. Nedret Sekban
  53. Devrim Erbil
  54. Ömer Uluç
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Nurullah Berk, Ütü Yapan Kadın, Tuval üzerine yağlıboya, (1950) - Istanbul Painting and Sculpture Museum - Istanbul Painting and Sculpture Museum, Woman Ironing, oil on canvas
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Nurullah Berk, Ütü Yapan Kadın, Tuval üzerine yağlıboya, (1950) – Istanbul Painting and Sculpture Museum – Istanbul Painting and Sculpture Museum, Woman Ironing, oil on canvas

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Yeni Binası: Antrepo 5 ve Özgün Mimarisi

Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde bulunan ilk müze koleksiyonu, yapının eskiliği ve bakımsızlığı yüzünden olması gerekli saklama koşullarının çok gerisindeydi. 1986 yılında ilk kapsamlı restorasyon çalışmasına başlandı. Envanterleri de yenilenen İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonu için 1995 yılında Türkiye’nin ilk müze web sitesi ve ilk sanal müze projesi yapıldı.

2000’li yıllara kadar ömrünü dolduran bu restorasyon sürecinin yenilenmesi söz konusu olunca İRHM, 2007’de başlatılan restorasyon nedeniyle kapatıldı, Karaköy liman bölgesinde Tophane semtinde bulunan 5 numaralı antrepo, 2009 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne dönüştürülmesi amacıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne tahsis edildi. Koleksiyon 2011 yılında Antrepo 5 binasına taşınmış, Sedad Hakkı Eldem yapısı olan bina, Mimar Emre Arolat’ın projesiyle müzeye dönüştürülmüştür. Böylelikle bir yandan kent merkezinde ve önemli bir bölgede yer almasına karşın neredeyse hiçbir sosyal geçirgenliği olmayan bir alanın kamu yararına kullanabilmesinin, öte yandan aralarında geç Osmanlı’dan günümüze, modern Türk resminin önemli parçalarının da olduğu binlerce değerli esere ev sahipliği yapacak özgün ve nitelikli bir müze yapısının önü açılmış oldu.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi İRHM - Istanbul Painting and Sculpture Museum
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi İRHM – Istanbul Painting and Sculpture Museum

EAA’da tasarım sürecinin ilk aşamasında yapılan zihinsel temrinlerde bölgenin tarih içindeki fiziksel ve sosyolojik özellikleri irdelendi. Mevcut betonarme taşıyıcı sistemin büyük ölçüde korunması, buna karşın duvarlar ve döşemelerin kaldırılmasıyla, içine yeni müzenin galerilerinin yerleşebileceği üç boyutlu bir ızgara yapının elde edilmesi planlandı. Müzeolojik yaklaşım anlamında, eserlerin farklı dönemlerde değişken küratöryal yaklaşımlar doğrultusunda kategorize edilmesi, mekanların özelliklerine göre değerlendirilerek gruplar halinde getirilmesi ve galerilere dağıtılması öngörüldü. Bu rotanın farklı senaryolara göre değişken izlekler oluşturabilmesi hedeflendi.

Yapıyı saran ve dış etkilerden koruyan şeffaf yüzey, bildik doğrama-cam ilişkileri üzerinden geliştirilen konvansiyonel bir çözüm yerine bu yapının endüstriyel geçmişine de atıf yapan özgün bir sistemle ele alındı. Bazen birbirlerine geçiş olanağı veren kimi kere de tekil bölümler olarak düzenlenen galeriler, yeni yollar ve köprülerle ilişkilendirildi. Böylelikle galeriler arasında sürpriz perspektifler sunan ara mekanların oluşması ve izleyicinin bir yandan eserlerle steril bir ortamda olabildiğince katıksız bir ilişki kurulabilmesi, diğer yandan da galeriler arasında kentle ilişki kurabilecekleri bir ortamın devreye girmesi sağlandı.

Antrepo 5’in çağdaş müzecilik anlayışına uygun biçimde tasarlanan yeni sergileme ve depolama alanları, yönetim birimleri, atölyeleri, kütüphane ve okuma salonlarının yapım süreci 2021 yılında tamamlanmış ve aynı yılın Aralık ayında düzenlenen “Serginin Sergisi II” ile Müze ziyarete açılmıştır. Kentin kültürel peyzajı içinde yeni, özgün ve taze bir merkez oluşturan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi açıldığı günden itibaren farklı geçici sergilere ev sahipliği yapmakta, en üst katındaki çok amaçlı salonunda resitaller ve dinletiler ziyaretçilerle buluşmaktadır. 

İstanbul’un keşmekeşi içerisinde soluk almak ve sanatla beslenmek isteyenlere bu müzede birkaç saat geçirmelerini özellikle öneriyoruz.

Ayrıca İlgili Linkler:

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Fotoğrafları

İstanbul gezilecek yerler

İstanbul Tarihi – Genel

Müzeler arşivi

Marmara Bölgesi gezilecek yerler

Türkiye Gezi Rehberi

Emre Arolat resmi web sitesi

Sanayi-i Nefise Mektebi