Selimiye Camii ve Külliyesi tarihi, mimari bilgileri ile Mimar Sinan eserleri içinde nadide bir yerde olmasının yanı sıra, sadece Edirne kenti veya Osmanlı – Türk mimarlık konusunun değil, dünya mimarlık tarihinin de başyapıtlarından biridir. Osmanlı imparatorluğunun İstanbul’dan önceki başkenti Edirne’de bulunan, Osmanlı padişahı II. Selim döneminde o sırada 80 yaşında olan Mimar Sinan’ın yaptığı ve ‘ustalık eserim’ dediği Selimiye Camii ve külliyesi gerek Mimar Sinan’ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli eserleri arasında sayılmaktadır.
Yapıldığı dönemde mimari özellikleri ve büyüklüğü sebebiyle Ayasofya ile boy ölçüşebilen bu görkemli yapı gerek yapısal ve mimari özellikleri gerek tarihçesi gerekse de efsaneleri ile diğer Osmanlı camilerinden ayrılmakta ve tarihi Edirne şehrine adeta yukarıdan bakmaktadır. Selimiye Camii, total mekanı tanımlayan tek ana kubbesi ve 4 adet minaresi ile bir selatin camii olup, kütüphanesi, bedesteni ile bir külliye içindedir.
2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvurulan neredeyse 600 yıldır ayakta olan bu tarihi eser 27 Haziran 2011 tarihinde külliyesi ile birlikte UNESCO Dünya Mirası olarak tescil edilmiştir. Aşağıda da görüleceği üzere Mimar başı olduğunda elli yaşında olan Mimar Sinan (1489-1588) vefat ettiği 99 yaşına kadar toplamda cami, mescit, medrese, darül-kurra, türbe, imaret, darüşşifa, su yolu, köprü, kervansaray, saray, mahzen ve hamam olmak üzere 477 eser vermiştir. Bunlardan 374’ü günümüze kadar gelmiştir.
Selimiye Camii Ziyaret Saatleri 2025
Selimiye Camii ve Külliyesi haftanın 7 günü 06:30 ile 20:30 arasında ziyaret edilebilir. Her ne kadar 2025 yılında da restorasyonu devam etse de camiyi ziyaret etmek için bir engel teşkil etmemektedir. Ancak Selimiye Camii ziyaret saatleri ile güncel bilgi almak isterseniz Edirne Müftülüğü Selimiye Camii işletmesiyle (0284) 213 97 35 telefon numarası üzerinden irtibata geçebilirsiniz.
Selimiye Camii Fotoğrafları İçin Lütfen Tıklayın
Mimar Sinan Kimdir ve Mimar Sinan Eserleri Hakkında Kısa Bilgiler
Selimiye Camii ve Külliyesi tarihi bilgileri ve mimari özelliklerine geçmeden önce külliyenin mimarı dünyaca ünlü Mimar Sinan kimdir, Mimar Sinan eserleri nelerdir, kısaca bir anlatmak gerekmektedir. Mimar Sinan Osmanlı İmparatorluğunun mimari alanda yetiştirdiği en büyük isim ve Osmanlı mimarisini farklı bir kavrayışla ele alarak dünya mimarlığının zirvesine taşıyan tek isimdir.
Sinan 895 (1489/1490) tarihinde Kayseri’nin bir Hıristiyan-Ortodoks köyü -bugünkü adı Sinanköy olan- Ağırnas Köyü’nde doğmuştur. “Abdüllmennan’ın oğlu” olarak kayıtlarda geçen Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirilmiştir (1512/1513). O sıralar 14-18 yaşlarında olduğu tahmin edilen Sinan, bir Hıristiyan çocuğudur. 1492 tarihinde doğduğuna dair bilgiler de vardır. Bunun yanı sıra Sinan’ın bir Hıristiyan aileden değil, Müslüman bir aileden devşirildiği iddiaları da bulunmaktadır.
Bütün belgelerde rastlanan Sinan adı geçerlidir. Ancak eseri olan Büyükçekmece Köprüsü’ne kazınmış kitâbede “amilehû Yûsuf İbn Abdullah” olarak farklı bir isimle karşılaşılmakta, Dâyezâde’nin Risâle-i Selîmiyye’deki bir derkenarda ise Sinâneddin Yûsuf şeklinde farklı bir isimlendirme görülmektedir. Devşirmelerin babaları için genellikle Abdullah adı kullanılır. Baba adının Abdullah, Abdülmennân, Abdülkerim veya Abdurrahman gibi farklılıklarla yazılmış olması doğaldır.
Âdet olduğu üzere devşirilen çocuk bir ön eğitimden geçmek üzere köklü Osmanlı ailelerinden birinin yanına verilir, bu beraberlik sırasında İslâm dini kadar Türkçeyi de öğrenmesi sağlanırdı. İlginçtir ki Sinan’ın bir aile yanına verildiğini gösteren hiçbir kayıt yoktur.
Sinan ve Katıldığı Seferler
Sinan’ın iştirak ettiği askeri seferler, onun daha sonraki dönemlerde büyük eserler ortaya koymasına ve bunları çağının ilerisine taşınmasına yaramıştır. 1535 İran seferinde, Van Kalesi muhasarasında askeri nakliyat için kullanılan kalyonların içine topları yerleştirerek göl üzerinden geçirmiş; aynı yıl Kara-Buğdan seferinde Prut Nehri üzerine on üç gün içerisinde köprü inşa ederek beğeni toplayıp dikkat çekmiştir. Nitekim Prut Nehri üzerine yaptığı köprüyü birçok mimar denemiş ama temel balçık üzerine geldiğinden yapamamıştır. Sinan’ın bunu başararak başmimarlığa getirildiği kaydedilmiştir. Oysa ki sadece bu başarıyla bu mevkiyi elde ettiğini söylemek yanlış olur. Orduda iken oldukça önemli bir mimar olduğu ve pek çok yapımı gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki mimarbaşı olduktan çok kısa bir süre sonra Şehzade Camiini planlayabilmiştir.
Bu şekilde klasik dönem Osmanlı mimarisinin Hassa Mimarlar Ocağı’na baş mimar olarak atanan Sinan, yaratıcı gücünü geleneksel mimarî ile harmanlayarak, imparatorluğun güç ve görkemini aksettirecek eserler yapmıştır. Mimarbaşı olarak atanmasına kadar geçen on beş yıl zarfında imparatorluğun görkemini sembolize edecek abidevî bir eser ortaya konulmamıştır.
Sinan’ın ustabaşı olarak İstanbul’da verdiği ilk eser 930 (1530–1531) yılında Karagümrük’teki Üçbaş Mescidi’dir. Ancak Sinan mimarbaşı atandıktan sonra daha büyük yapıtlar vermiş ve yapıtları, mevcutlardan daha üstün olmuştur. 1537 tarihli Matrakçı Nasuh’un ‘Mecmu’-i Menazil’ adlı eserinde betimlediği İstanbul’a baktığımızda kent siluetinin egemen öğeleri karşımıza çıkar. Bu bağlamda onun aşması gereken beş eserin olduğu söylenebilir.
Bunların ilki ve en önemlisi muhakkak ki Ayasofya’dır (532-537). İkinci yapı Bayezid Camii (1501-1505) ve üçüncü yapıt Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’dir (1437-1447). 527-536 tarihlerinde inşa edilen Küçük Ayasofya dördüncü eser olarak sayılabilir. Beşinci yapıt ise İstanbul’un fethinden sonra inşa edilen Fatih Camii’dir (1462-1470). Bu yapıtları dikkatle inceleyen Sinan, yapıtlarında gözlemlediği üslupları sentezleyip geliştirerek eserlerini oluşturmuştur. Nitekim onun gelişim aşamalarını gösteren üç abidesinde bunu müşahede etmek mümkündür. Bunlar; çıraklık eseri dediği İstanbul Şehzade Camii, kalfalık eseri dediği Süleymaniye Camii ve ustalık eseri olarak andığı Edirne Selimiye Camii’dir.
1537 yılında Sadrazam Lutfi Paşa, “Acem Alisi” adıyla tanınan mimarbaşının ölümünden sonra Sinan’ı bu göreve getirmiştir. Mimarbaşı Sinan’ın yaşamı boyunca bugün günümüze gelememiş eserleri dahil 477 eseri bulunmaktadır. 1588 yılında vefat eder ve naaşı vefatından önce kendi yaptığı Süleymaniye Camii yanındaki türbeye konur.
Mimar Sinan’ın Çalışma Tarzı ve Kısaca Mimariye Katkısı
Mimar Sinan’ın, özellikle İstanbul’da Bizans ve Erken Osmanlı mimarilerinin etkisini en aza indirgeyerek, Türk-Osmanlı kimliğini rafine bir şekilde yorumlayarak şehrin kimliğini revize eden yapılar inşa ettiği görülmektedir. Özellikle kentin ana arterlerine hâkim bölgelere inşa ettiği imaj yapıları bir kent tasarımı olarak adlandırılmaktadır.
Yaratıcı bir mimar olan Sinan, İstanbul içinde ve dışındaki çalışmalarını başarılı bir şekilde yürütebilmiştir. Onun başarısındaki önemli faktörlerden biri, inşa işleminin her bir dalına tam anlamıyla vâkıf olmasıdır. Hassa Mimarlar Ocağı’nı ve eyalet mimarlarını iyi organize etmesi de başarısındaki bir diğer etmendir. Payitaht dışındaki imar faaliyetlerinin başında bizzat bulunamadığında bile, keşif raporlarını iyi bir şekilde inceleyerek gereğinin yapılması talimatını vermesi İstanbul’daki işlerini aksatmayarak imparatorluk coğrafyasının birçok yerindeki imar faaliyetlerini başarıyla yürütebilmesini mümkün kılmıştır.
Topografik dezavantajları avantaja çeviren yapı fikirleri de Mimar Sinan’ın başarısında önemli yer tutmaktadır. Arazinin eğimini çeşitli ek unsurlar inşa ederek tesviye ve teraslama yapması, özellikle merkeziliğin sembolü olarak gördüğü külliye inşasında önemli bir stratejidir. Burada kütleyi parsele göre biçimlendirme anlayışı egemen olmuştur. Bu sayededir ki hem çevresine hâkim hem de araziye uyumlu bina kompleksi başarıyla uygulanmıştır.
Sinan’ın en önemli buluşu, kubbe-mekân ilişkisini en ideal biçimiyle uygulaması olmuştur. Daha önceki dönemlerde de kubbe formu çeşitli şekillerde uygulanmıştır. Ancak genel kabule göre kubbenin mükemmele ulaştığı dönem Mimar Sinan dönemidir. Kubbeyi, 4, 6 veya 8 desteğe oturtmak suretiyle iskelet mimarisi tarzını uygulamıştır. Onun kubbeye dair yeniliği, tavan ve taban arasındaki elemanları zenginleştirerek kubbeyi genişletmesi ve geneli yalınlaştırması olarak özetlenebilir. Revaklar ve Türk tipi sivri kemerler ise mimariye Sinan’ın eklediği ve domine eden elemanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kendinden önce binanın temelde yükünü çeken unsurlar duvarlar olduğu için özellikle pencerelerin az, ışıktan faydalanmanın da buna paralel olduğu bir teknik uygulanırken, Mimar Sinan tarafından üst üste sıralanmış camlar sayesinde duvarın taşıyıcı özelliği en aza indirgenmiştir.
Akustik bilimine de son derece hâkim olan Mimar Sinan, eserlerinde akustik tasarımla mimari tasarımı birleştirmeyi çok iyi başarmıştır. Özellikle camilerinde yaşama geçirdiği bu bilgileri bugün eserlerinde ölçümlemek mümkündür. Ancak restorasyon hataları sebebiyle bazı eserlerinin bu özelliklerini yitirdiği görülmüştür.
Rakamlarla Mimar Sinan Eserleri
Bilindiği üzere, Mimar Sinan’ın sadece İstanbul dâhilinde değil, imparatorluğun çeşitli yerlerinde yapıtları mevcuttur. Bu yapıtlar hakkında bilgiye başlıca beş yazma eserden ulaşmak mümkündür:
- Adsız Risale: Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunan bu risale Mimar Sinan tarafından yazılmış olup on bir bölümden oluşmaktadır. Yazma, Sinan’ın kısa bir özgeçmişini ve fihristi içermektedir. Tek nüshası, Topkapı Sarayı arşivindedir.
- Risâletü′l-Mi‘mâriye: Bu eserde, Adsız Risale’den daha ayrıntılı bir şekilde Sinan’ın biyografisi verilmektedir. Yapılar yine on bir bölümde verilmek istenmişse de yerleri boş bırakılmıştır. Tek nüshası Topkapı Sarayı arşivindedir.
- Tuhfetü′l-Mi‘mârîn: Bu risâlede hayatıyla alakalı bir giriş ve mimarlıkla ilgili bazı bilgilerden sonra Sinan’ın eserlerinin listesi verilmiştir. Önceki iki eserle aynı yerde, Topkapı Sarayı arşivindedir.
Yukarıda zikredilen üç eserin de Sinan tarafından yazıldığını kabul etmek mümkündür. Üç risale, yazmayı tasarladığı otobiyografisinin üç safhasını oluşturmaktadır. İlk safha Adsız Risale’yi, ikinci ve üçüncü safhalar ise Risâletü′l-Mi‘mriye ve Tuhfetü′l-Mi‘mârîn’i oluşturmaktadır.
- Tezkiretü’l-Ebniye: Bu eseri Sinan’ın ağzından arkadaşı Sâi Mustafa Çelebi 994 / 1586 yılında kaleme almıştır. Eserin çeşitli nüshalarında, Sinan’ın yapıtları hakkında verilen malumatta farklılıklar bulunmaktadır. Tuhfetü′l-Mi‘mârîn örnek alınarak oluşturulmuştur.
- Tezkiretü’l-Bünyân: Yine Sinan’ın ağzından arkadaşı Sâi Mustafa Çelebi’nin kaleme aldığı bu eser Sinan’ın hayatı, baş mimar oluşu ve altı yapıtı ile ilgili hatıraları anlatır. Tezkiretü’l-Ebniye ile arasındaki temel farklılık, Tezkiretü’l-Bünyan’da yapıların listesinin verilmemiş, ancak bazılarının yapım süreçleri ve özelliklerinin ayrıntılı olarak anlatılmış olmasıdır.
Mimar Sinan’ın Tespit Edilmiş Eserleri
Bu risalelere dayanarak oluşturulmuş aşağıdaki tabloda, Mimar Sinan’ın tespit edilmiş eserleri şu şekilde sıralanmıştır:
YAPI TÜRÜ | SAPTANAMAYAN | YOK OLAN | YENİLENMİŞ | HARABE | ÖZGÜN FORMU BOZULMAMIŞ | TOPLAM |
Cami | 4 | 16 | 21 | 2 | 64 | 107 |
Mescid | 1 | 29 | 13 | 2 | 7 | 52 |
Türbe | 6 | 6 | 0 | 1 | 32 | 45 |
Medrese | 3 | 31 | 2 | 3 | 35 | 74 |
Daru’l-kurrâ | 0 | 3 | 1 | 0 | 4 | 8 |
Sıbyan Mektebi | 1 | 0 | 0 | 0 | 5 | 6 |
Tekke | 1 | 1 | 2 | 0 | 2 | 6 |
Darüş-şifa | 0 | 0 | 0 | 0 | 3 | 3 |
Aşhane | 2 | 11 | 1 | 1 | 7 | 22 |
Han – Kervansaray | 2 | 9 | 3 | 6 | 11 | 31 |
Saray | 4 | 32 | 0 | 0 | 2 | 38 |
Köşk | 0 | 4 | 0 | 0 | 1 | 5 |
Mahzen | 0 | 6 | 0 | 0 | 2 | 8 |
Hamam | 5 | 24 | 6 | 8 | 13 | 56 |
Köprü | 0 | 0 | 0 | 0 | 9 | 9 |
Su Kemeri ve Havuz | 0 | 0 | 0 | 0 | 7 | 7 |
TOPLAM | 29 | 172 | 49 | 23 | 204 | 477 |
Selimiye Camii ve Külliyesi Yapımı
İstanbul, Roma gibi her yanı ikonik veya simge yapılarla dolu kentleri saymazsak hemen hemen her şehrin bir simgesel yapısı bulunmaktadır. Selimiye Camii ve Külliyesi de Edirne’nin simgesi olarak görülmekte ve XVI. yüzyıl Osmanlı dünyasının en anıtsal dini yapısı olarak karşımıza çıkan Selimiye, Mimar Sinan’ın da sanatı açısından ulaştığı son noktayı temsil etmektedir.
Edirne şehri Avrupa’nın İstanbul’a olan yolu üzerinde olması sebebiyle özellikle Roma döneminde önem kaydetmiştir. Roma dönemi yapıları (lejyon mezarları ve surlar) günümüzdeki inşaat faaliyetleri esnasında kentin altında görülebilmektedir. Ancak bu surların veya yapıların büyük bölümü taşları sebebiyle 19.yy. sonlarında tahrip edilmiş veya yok olmuştur. Ancak Roma döneminde, bugün üzerini Selimiye Külliyesinin kapladığı yükseltide bir yapının olup-olmadığı bilinmemektedir.
Selimiye Camii ve Külliyesi Alanı Altındaki Yapılar
Edirne, Bizans döneminde bir başpiskoposluk merkezi olmuş, çehresini de yeni dinin gereklerine uygun olarak değiştirmiştir. Yapılaşma da bu paralelde gelişmiştir. Bizans döneminde var oldukları bilinmesine rağmen günümüze ulaşmayan bazı yapılar (Panagia Kilisesi, Sinaitikion Kilisesi gibi) mevcuttur. Ayrıca Ahmet Bâdi Efendi Bizans yapısı olan Tekfur Sarayı ile ilgili bilgi verirken bir dönem cephanelik olarak kullanıldığını bildirmiş ve yapının yeri ile ilgili bilgi de vermiştir. Bu bilgilere dayanılarak Bizans Sarayı’nın bir kısmının Selimiye Külliyesi’nin kapladığı alanın altında olduğu çok kesin olmasa da düşünülebilir.
İnşa faaliyetleri çerçevesinde, “Saray-ı Cedid” adlı bir saray ve sarayın etrafına da Yeniçerilerle devşirmeler için kışlalar yapılmıştır. Hatta günümüzde üzerini Selimiye Camisi ve Külliyesi’nin kapladığı alanın ve güneyinin, Sultan I. Murat’ın 1365-70 arasında yaptırdığı ve sonraki sultanların eklemelerle genişlettiği sarayın bahçesi ile aynı alan olduğu sanılmaktadır. Edirne’de, üzerine saray inşa edilen Sarıbayır veya Kavak Meydanı olarak adlandırılan bu meydanın, adından da anlaşılacağı üzere boş bir arazi durumunda olması düşünülmektedir.
Kısaca bir bakıma Selimiye, eski Saray-ı Atik’in bulunduğu yerde inşa edilmiştir. Evliya Çelebi tarafından saray yeri olarak, Kavak Meydanı olarak adlandırılan bu alan ve Selimiye Camisi’nin yakını gösterilmiştir. Bizans döneminde Edirne’de bir Tekfur Sarayı olduğu bilinmekle birlikte, Sultan I. Murat döneminde kullanılmaya elverişli görülmemiş, 1370’de tamamlanan yukarıda anlatılan yeni bir saray yapılmıştır.
Edirne’ye Yeni Osmanlı Sarayı
Şehre gelen veya şehirden geçen Avrupalı gezginler veya büyükelçiler Selimiye Camii ve Külliyesi yapılmadan önce bölgedeki izlenimlerini de kaleme almışlardır. Örneğin Edirne’yi ziyaret eden Nicolas de Nicolay, XVI. yüzyılın ortalarındaki haliyle Edirne’yi tasvir ederken, Acemioğlanlar için bir başka sarayın olduğunu (Yeni Saray dışında ve muhtemelen Selimiye Külliyesi alanında) olduğunu belirtmiştir. Aynı şekilde Kanuni Sultan Süleyman’a elçi olarak gelen Avusturyalı de Busbecq, Edirne’den geçmiş ve notlarında Edirne’ye değinmiştir. Kentin dışa doğru geliştiğini yazan Busbecq, Kaleiçi’nin çok küçük olduğunu belirtmiştir. Böylelikle Sultan I. Murat zamanında yapımına başlayan Osmanlı Sarayı, Sultan II. Murat döneminden itibaren Tunca nehri kenarına ve günümüzde Sarayiçi denilen semte taşınmıştır.
Osmanlılar tarafından ele geçirildiğinde Bursa’daki Bizans döneminden kalma Tekfur Sarayı’nın yerine yaptırılan Bey Sarayı ile İstanbul’un eski Akropol Tepesi üzerine konumlandırılan Topkapı Sarayı gibi, Edirne’deki Eski Saray’ın da eski bir geleneğe bağlı olarak bir yükselti üzerinde (etrafa hâkim) oluşu ve kendinden önce yakınında bir saray oluşu tesadüf olmasa gerekir.
Selimiye Camii ve Külliyesi’nin Yerleşim Yeri ve Düzeni
Mimar Sinan’ın, Selimiye Camisi’nin yerini etüt ettiği, hatta projelerini bizzat hazırladığı Tezkiret’ül Bünyân’dan öğrenilmektedir. Bu eserde Mimar Sinan’ın ağzından Sultan Selim’in (1566-1574) Edirne’yi çok sevdiği ve buraya eşsiz bir cami yapılmasını istediği, Edirne’ye hâkim olacak büyük bir resim çizdiği anlatılmaktadır.
Selimiye Risalesi’nde ise Mimar Sinan’ın ilk önce cami yeri için İstanbul’da araştırma yaptığı, Sultan II. Selim’in caminin Edirne’de yapılması konusunda rüya görmesinden dolayı yapının Edirne’ye inşa edildiği belirtilmektedir. Sultan’ın emriyle Eski Saray Baltacılarının olduğu yerde inşaata başlandığı ve temellerin 1568’de atılarak, caminin 1574 yılında tamamlandığı anlatılmaktadır. Enîsü’l-Müsâmirîn’de de bu sarayın Sultan II. Selim’in isteği üzerine yıktırılarak, yerine cami yapıldığı anlatılmaktadır. Buradan anlaşılacağı üzere, Eski Saray’dan geriye kalan kışlalar yıktırılarak, yalnızca saraya ait hamam bırakıldığı anlaşılmaktadır. Hatta inşaat esnasında minarelerin temellerinin 30’ar zira (22.74 m.) derine atıldığı, caminin de bir kaya üzerine yapıldığı; caminin batısındaki kâgir arasta, küçük arasta ve yemiş kapanının da camiye temel olması için yapıldığı Selimiye Risalesi’nde yazılıdır.
Saray ile Mimar Sinan arasında yürütülen yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla cami inşaatına başlanabilmesi için inşaat alanı yetersizdir. Mimar Sinan cami çevresinde, camiye mesnet oluşturması için yapıların yer alması gerektiğinden hareketle caminin eteğine, aşağıda bahsedildiği gibi yemiş kapanı yapılması ve Eski Saray’ın etrafındaki 10 kadar evin kamulaştırmasını sağlamıştır.
İnşaatın sona ermesine az bir süre kala Mimar Sinan, caminin çevresine dikilmek üzere Edirne’den 300 bin gülfidanı ile İstanbul’dan 200 bin nadide İstanbul güllerinden satın alınması üzere Sultan’dan olur almıştır. Külliye çevresini şenlendirmek üzere Edirne’de 10-15 konak inşa edilmiştir.
Selimiye Camii ve Külliyesi Nasıl Yapıldı?
İnşaat sürecinde önce ayaklardan ilk dördü karşılıklı kemerlerle kilitlenmiş, daha sonra diğerleri üzerine kemerler atılarak iskelet tamamlanmıştır. Bu ilk dört ayak kubbe ağırlığını bina köşelerindeki beden duvarlarına aktaran, dışta payandalarla desteklenen unsurlardır.
Mihrap sofasının iki yanındaki ayaklar kısmen beden duvarlarına gömülmüş olduğundan bunların serbest destek kimliği ustaca gözden saklanmış, girişin iki yanındakiler farklı seviyelerde beden duvarlarına bağlanarak geri çekilmiştir.
Sekiz ayağı yanlardan destekleyen kademeli payandalar beden duvarlarına gömüldüğünden hem içeride hem dışarıda etkisi hafifletilmiş unsurlardır. İçte iskeleti oluşturan sekiz ayağın araları kemerlerle geçilirken bu çözümün dışa yansıması tekdüzeliği ortadan kaldıran yeni bir buluşla sunulmuştur. Aynı büyüklükteki kemer dizilerini sekiz defa tekrarlamaktansa çok sayıdaki pencerenin sivri kemer birimiyle küçük yarım kubbeler aynı yatayda alternatif dizilmiş, böylece cephenin en üst kesiminde hareketlilik sağlanmıştır.
Bir başka deyişle ayak-kemer bağlantısının kaçınılmaz tekrarı olduğu gibi dışa vurulmamış, iki farklı unsurun nöbetleşe sıralanmasıyla görsel anlatımda yeni bir zenginlik fırsatı elde edilmiştir. Merkezî kubbeden başlayarak kademeli bir şekilde aşağıya doğru genişleyen yarım kubbe ve kemerlerin birbirini tamamlamasıyla dışarıdan kat farklılıkları şeklinde gözüken unsurlar gözü hareket ettirirken herhangi bir aksama ya da tereddüde yer vermez. Kubbede büyük ölçülere ulaşılabilmiş diğer yapılardan farklı olarak düşeyliğin hâkim olduğu kütlenin tektonik güçlerini karşılayan iskelet farklı büyüklükteki yarım küre ve kemerleri esas alan biçimlerle bütüne bağlanmıştır.
Selimiye Camii ve Külliyesi Mimari Özellikleri
1569-1575 (bazı kaynaklara göre bitiş yılı 1574) arasında Mimar Sinan tarafından tasarlanan ve inşa edilen Selimiye Külliyesi’nin çekirdeğini oluşturan Cami, 1620 m2’dir. Caminin oturum alanı 2475 m2 büyüklüğündedir. Kareye yakın dikdörtgen bir oturum alanına sahip camiyi kuzeyden revaklı ve şadırvanlı bir avlu bütünlemektedir. Osmanlı mimarisinin ulaştığı en yüksek düzeyi temsil eden Selimiye Camii, 130 × 190 m ölçüsünde düzgün dikdörtgen biçimindeki avlunun ortasında birkaç basamakla yükseltilmiş bir zemin üzerinde yer almaktadır. Kuzeyde bulunan revaklı avlu ile harim bölümü yaklaşık aynı büyüklükte (60 × 44 m.) dikdörtgen alanlara oturmaktadır.
Selimiye Camii Minareleri
Cami kütlesinin dört köşesine oturtulan ve selatin cami olmasının göstergesi olan dört minare, kompozisyonu tamamlarken, cami içindeki Hünkâr Mahfili, Müezzin Mahfili, Edirnekâri işçilikleri dönemin en önemli örneklerindendir. Zeminden 85,67 m yüksekliğe sahip dört minarenin şehrin kilometrelerce dışından algılanması, Mimar Sinan’ın topografyayı değerlendirme konusunda ve bakı oluşturması açısından maharetini de göstermektedir.
Dört köşede bulunan minareler cepheleri nişlerle hareketlendirilmiş çokgen kaidelere oturmaktadır. Yivli silindirik gövdeleri oldukça yüksek tutulmuş olan ve mukarnaslı geçişli üçer şerefeye sahip bulunan minareler 70,89 m. yüksekliğindedir. Minarelerin yeni bir anlayışla bütüne katılması fazlasıyla dikkat çekicidir. Selimiye’den önce iki minarenin ana kütle ile avlunun birleştiği noktada yer alması veya minare sayısının dörde çıkarılmasıyla iki tanesinin revaklı avlunun dış köşelerine yerleştirilmesi denenmiş bir düzenlemedir. Burada ilk defa minareler, ana kubbeyle örtülen kapalı mekânın köşelerinden yükselirken bu tercih plan kadar cephe tasarımını da etkilemiştir. Cepheye katılan çokgen kürsüler, payandaların dikey hareketine katıldığı gibi ana mekânın katlarına da uydurulmuş yatay kesimlerle yükselir. Kürsü kütlesindeki mukarnas kavsaralı nişler yapının orta kesimlerindeki düzenlemelerle uyum içindedir.
Selimiye’nin efsaneleşmesinde katkısı büyük olan ve uzaktan bakıldığında kubbeyi kuşatan minare demeti her şeyden önce kütle kompozisyonunda dikeylik duygusunu güçlendirir. Toprağa dörtgen bir plan şeması halinde oturan binanın köşelerine yerleştirilen minarelerin çubuklu gövdeleri, sivri kubbeli ağırlık kuleleri ve ana kubbe kasnağındaki yüksek pencerelerle birlikte yükseliş hareketini pekiştiren en önemli unsurlardır. Sekizgen taşıyıcı sistemi saran dörtgen yapının köşeleri minare kürsüleriyle kaynaştığından bu tür bir kenetlenme hem statik sağlamlık hem de estetik sonuçlara ulaşan bir çözüm sunmaktadır.
İki Minarede Üçer Merdiven
Yukarı çıktıkça daralan yivli gövdelerin dördü de üçer şerefelidir. Avlu ile ana kütlenin birleştiği noktalardaki minarelere birbirinden bağımsız olarak şerefelere çıkan üç ayrı merdivenin yerleştirilmiş olması âdeta bütün yapı ve hatta Edirne’yi çağrıştıran bir efsane gibi anlatılır. Cümle kapısının iki yanındaki minarelerin şerefelerine üç ayrı yoldan çıkılır. Diğer iki minare tek merdivenlidir. Minareler 3,8 metre çapındadır.
Minare gövdesinde yükselen üç merdivenden birincisi en üst şerefeye kadar çıkarken ikinci merdiven alt ve orta şerefelere, üçüncüsü bütün şerefelere ulaşmaktadır. Bir başka deyişle üç ayrı kişi birbirini görmeden ayrı şerefelere ulaşabilmektedir. Osmanlı mimarları tarafından daha önce de denenmiş olan üçlü döner merdiven sistemi, yalnızca üç şerefeye ulaşmayı sağlayan bir unsur olmaktan öte duvar çeperine saplanan basamak taşları dolayısıyla önemli bir iç bağlantı elemanı olmaktadır.
Sarımtırak renkte kesme taş malzeme ile inşa edilmiş olan yapıda pencere ve kemerlerde iki renkli taş malzeme kullanımıyla cepheler hareketlendirilmiştir.
Mimar Sinan, hiçbir yapı grubunu yalnızca bir kompleks olarak inşa etmemiştir. Organizasyonu tam manasıyla sağlamış; biçim-işlev-konum bağlamında tamamlamaya yönelmiştir. Cami çevresini hareketlendirmek için alanın boş kalmaması gerektiği düşüncesinden hareketle, meyve satılan bir kapan yapmayı bile dönemin padişahı Sultan II. Selim’e kabul ettiren Mimar Sinan için inşaat alanında eski bir yapı bulunması, onun koruma perspektifini olumlu yönde etkilemiştir.
Bazı altyapıları özellikle kullanmış, Bizans döneminden kalma çok sayıda devşirme malzemeyi en uygun haliyle değerlendirmiştir. Selimiye Camisi’nin dış avlu duvarının köşe noktasına eklediği ve V-VI. yüzyıl özellikleri taşıyan Korint tarzındaki Bizans sütun başlığı bunun güzel örneklerinden biridir.
Selimiye Camii Ana Kubbesi Özellikleri
Camide merkezi kubbe ve merkezi mekânın egemen olduğu bir mekân fikri bulunur. Doğan Kuban yapıdaki sekizgen seçiminin Sinan’ın kubbenin mutlak egemenliğini hissettiren bir mekân oluşumunu sağlamak için olduğunu ileri sürmüştür.
Ana kubbe, harimde altısı serbest, güney yönünde ikisi mihrap bölümünün köşelerinde yer alan sekiz adet onikigen yivli fil ayağına otururken, 31,30 m çapıyla dönemi açısından önemli bir aşamayı teşkil etmektedir. Kubbe, kilit taşına kadar yerden 42,30 m yüksekliğe sahiptir.
Altı serbest pâyenin ikisi kuzeyde, dördü yanlardaki duvarlara yaklaştırılmış olup ortadaki büyük alan merkezî kubbe altında bölünmeden toplanmıştır. Böylece merkezî planda geniş ve ferah bir mekân bütünlük içinde elde edilmiştir. Serbest pâyeler duvar pâyelerine küçük kemerlerle bağlanmış, duvar pâyeleri arasında önleri sütunlu ve kemerli üst katta mahfiller elde edilmiştir. Yapıda ayak sayısı arttığı için açıklıklar azalmakta ve kubbe daha yüksek ve yapıya daha hâkim görünmektedir.
Kubbenin oturduğu sekiz ayak dışta duvar payandalarıyla desteklenir. Ana ayaklar ve payandalar ise birbirlerine bağlantı kemerleriyle bağlanır. Böylece kubbenin yükü fil ayaklar ve onların kemerlerle bağlandığı (bağlantı kemerleri) payanda ayakları tarafından karşılanır.
Daha üstte geniş sivri kemerlerle beden duvarları kademelendirilerek içe doğru çekilmiş ve köşelerde birer eksedraya yer verilmiştir. Pâyeler üstte sivri kemerlerle birbirine bağlanmış, kemer araları mukarnaslarla dolgulanarak üzerine ana kubbe yerleştirilmiştir. Yalnızca mihrap yönünde ana kubbeyi taşıyan kemerin altında sivri kemerle ana mekâna bağlanan mihrap yarım kubbesi köşe eksedralarından bir kademe aşağıda ele alınmıştır. Buradaki yarım kubbeye de mukarnaslı dolgularla geçiş sağlanmıştır.
Yapıda taşıyıcı sistem duvardan bağımsız olduğu için ayakların gerisinde çevre koridorlu (ambulatory) bir sistem ortaya çıkmıştır. Çevre koridoru ana strüktürel ayaklarla yan mahfiller arasında bulunur. Yapının doğu, batı ve kuzey yönündeki ana strüktürel ayaklar, mahfil katından itibaren duvarlara bağlantı kemerleriyle bağlanmıştır. Çevre koridorunun üzeri ise et kalınlığı olan askı kemerlerle örtülmüştür. Çevre dehlizinin zemini kot olarak ana mekândan daha yüksektir.
Selimiye Camii Kubbesi Mi Ayasofya Kubbesi Mi Daha Büyük?
Sinan’ın ileri bir yaşta tamamladığı bu yüce kompozisyon ölçü, değer ve oranlarıyla “en büyük”leri üzerinde toplamakla kalmamış, büyük mimar önceki ve sonraki örneklerine göre çarpıcı ölçüleriyle dikkati çeken ve mimarinin bütününe katılan diğer unsurlarla üstün bir düzen tasarımı içinde birleşen tek kubbeyi yalın geometrisiyle son defa en etkili biçimde hissettirmiştir. Şehzade ve Süleymaniye camilerine göre küçültülmüş yarım kubbeler arasından yükselen ana kubbenin böylesine güçlü ve rakipsiz ifadesi o günlerdeki teknoloji ve yaratıcılığın ortak simgesi gibidir. Mekân bütünlüğüne ulaşma çabalarının zirvesi olan Selimiye, Süleymaniye dahil bütün sultan camilerini ve Ayasofya’yı gerilerde bırakmış, bu özelliğiyle dünya sanat tarihine geçmiştir.
Ayasofya’nın Bizans döneminde yıkılan kubbesi yeniden tamir edilmiştir. Bu sebeple kubbe tam yuvarlak değil, elips şekline daha yakındır ve iki farklı yarıçapı vardır. Kubbe çapı 30,80-32,6 metredir. Kubbe yüksekliği ise 55,60 metredir. Selimiye Camii kubbesi çapı ise 31,30 metredir.
Selimiye Camii Süslemeleri ve İşçilikleri
Yapıda çini, kalem işi, ahşap ve renkli taş süslemeler bulunmaktadır. Yapının içinde mihrap bölümü, hünkâr mahfili ve minberdeki çinilerden başka ana kubbenin örttüğü bölümde kıble yönündeki pencere alınlıklarındaki kitâbeler, dört yönde kemer köşelerindeki Allah, Muhammed, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin yazılı madalyonlar ve kuzey yönündeki mahfil kemer aralarında bitkisel kompozisyonlu panolar sır altı tekniğinde çinidir.
Ayrıca son cemaat yeri pencere alınlıklarında yazılı çiniler yer almaktadır. Hünkâr mahfili ve müezzin mahfilinden başka alt sıra pencere alınlıkları, duvarlarda yazı kuşakları, renkli taş taklidi kemerler, mukarnas dolgular, tonozlar, yarım kubbe, eksedra ve ana kubbe içinde kalem işi süslemeler bulunmaktadır. Kapı ve pencere kanatlarında geometrik kompozisyonlu ahşap işçiliği görülmektedir. Dış cephelerdeki renkli taş süslemelerin yanı sıra iç mekânda kıble duvarı önünde, zeminde mermer üzerine geometrik kompozisyonlu renkli taş kakmalar yer almaktadır. Batısındaki mahfillerin kıble yönündeki bölümünde kemer açıklıkları ahşap çerçevelerle kapatılıp kütüphane halinde düzenlenmiştir.
Edirnekâri işçiliğinin en nadide örneklerinin görüldüğü camide Osmanlı klasik anlayışına uygun bezemeler, kapı ve pencere kanatlarındaki ahşap oymalardan, kalem işi bezemelere kadar yansımıştır.
Mihrap, orta mekânın kıble yönüne doğru büyük bir girinti yapmasıyla harimin uzantısı halinde oluşturulmuş bir sofanın duvarı üzerinde yükselmektedir. Dıştan bakıldığında oldukça düz ve yüksek bir perde gibi yükselen kıble duvarı için bir destek şeklinde tasarımlanmış olan bu kütle yarım kubbeyle örtülmüştür. Mihrap bölümünde ikinci sıra pencere alt hizasına kadar duvarlar sır altı tekniğinde çinilerle kaplanmıştır. Üstte yazı kuşağı, pencere aralarında ise natüralist üslûpta bitkisel süslemeli panolar bulunmaktadır. Mermer mihrap mukarnaslı olup iki yanı kabaralıdır. Mihrap tepeliğinde zengin bir taş işçiliği dikkati çekmektedir.
Mermer minber de zarif işçilikli, geometrik ajurlu kompozisyonuyla dikkat çekicidir. Yan aynalarda ve alttaki kemerli bölümlerde rûmîli kabartma süslemeler vardır. Minberin külâhında kalem işi süslemeler bulunmakta olup minber köşkünde sır altı tekniğinde çiçek açmış bahar dalı kompozisyonlu ve lâle, gül, karanfil, sünbül gibi çiçeklerin bulunduğu bir çini pano; kıble yönündeki dört pâye önünde, mermerden zarif kürsüler yer almıştır.
Hünkar Mahfili
Doğu köşesinde mevcut hünkâr mahfili, bu yöndeki mahfilin sütunlara oturan kemerlerle yana doğru genişletilmesiyle oluşturulmuştur. Mahfilin altındaki tavanda kartuşlar içinde rûmîli kalem işi süslemeler bulunmaktadır. Kemer aralarında ve hünkâr mahfilinin duvarlarında natüralist üslûpta zengin desenlere sahip sır altı tekniğinde çiniler vardır. Mihrap nişi kalın halat silmeli bir bordürle çevrelenmiştir. Mihrabın içindeki pencere dikkat çekicidir. Penceredeki renkli taş süsleme ve ahşap kanatlar itinalı bir işçilik göstermektedir. Mihrabın solundaki bir kapı ile ulaşılan itikâf hücresi kıble yönündeki kalın duvar içerisine yerleştirilmiştir. Hünkâr mahfilindeki zengin süslemelere karşılık itikâf hücresi çok sade olup kıble yönünde küçük bir pencereden ışık almaktadır.
Müezzin Mahfili
Harimin ortasında yer alan ahşap müezzin mahfili fevkanî olarak düzenlenmiş olup altında fıskıyeli havuz mevcuttur. Kuzeybatı köşesinde çokgen bir ayak içinden merdivenlerle ulaşılan mahfil altta on bir mermer sütuna oturan dilimli sivri kemerler üzerindedir.
Mahfilin ana kubbenin odağında bulunması simgesel olarak önemlidir. Mahfilin ortasındaki havuz ve tavanındaki çarkıfelek, eski Türk inanışındaki gökkube ve onun yeryüzündeki izdüşümünü kozmik bağlamda örneklendirir. Ahşap üzerine natüralist üslûpta kalem işleriyle dikkati çeken mahfilin sütunlarından biri üzerindeki ters lâle motifi halk söylencelerine konu olmuştur.
Avlu
Revaklı avlu cepheleri çift sıra pencereli olup alt sıra pencereler sivri kemerli alınlıklı ve dikdörtgen açıklıklı, üst sıra pencereler sivri kemerli açıklıklıdır. Üç yönde yer alan avlu kapılarından kuzeydeki hafif dışa taşkın olup mermer malzemesi, kitâbesi ve alınlık düzeniyle dikkat çekmektedir. Yan kapılar ise daha sadedir.
On sekiz kubbeli revaklı avluda mukarnaslı başlıklı sütunlara oturan sivri kemerler iki renkli taş malzeme ile hareketlilik sağlamaktadır. Yapı ile eş büyüklükte bir alana oturan revaklı avlu, Osmanlı mimarisinde 200 yıldır uygulanması ve selâtin camileri için karakteristik bir unsur olması yanında Selimiye örneğinde cephelerin de tamamlayıcısıdır.
Üç ayrı yönden verilen basamaklı girişler ve çift katlı pencerelerle delinen avlu cepheleri kütle kompozisyonunun alt kesimini sürdürmektedir. Üst sınırda yalın bir taş korkulukla çevrilen örtü, ana mekâna bitişik son cemaat yerinde biraz daha yükselen kubbelerle genel görünüşe katılır.
Granit ve mermer sütunlarla desteklenen avlu revaklarında iki renkli kilit taşlarıyla elde edilen görsel etki son cemaat yeri cephesinde, kemer açıklıklarında yaratılan farklılıklarla değişik ritimler sağlamıştır. Meyilli avlu tabanında döşeme taşları ve açık su kanalları genel etkiyi bozmayan uygulamalar olarak dikkati çeker.
Çevre duvarlarında alt kat pencerelerinin üstündeki sivri kemerli çini panolar son cemaat yerinde devam ederek avludaki bütünlüğü bir defa daha pekiştirir. Avlu ortasındaki fıskiyeli mermer şadırvan onaltıgen hazneli olup üst kısmı geometrik motifli ve ajurludur. Şadırvan, ortada yükseltilmiş bir mermer çanaktan dökülen su ile beslenmekte, en alttaki musluk dizisinin üstünde yer alan geometrik şebeke bitkisel motifli bir kornişle sınırlanmaktadır.
Son Cemaat Yeri
Son cemaat yerinde mihrap aksındaki kemerin iki yanında küçük sivri kemerli ve madalyonlu düzenleme ile farklı bir etki oluşturulmuştur. Yedi birimli son cemaat yerinde beş birim kubbeli olup bu kubbeler revaklı avludaki diğer kubbelere göre biraz daha büyüktür. Kubbelere geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Orta akstaki kubbe ise mukarnaslarla geçişi sağlanmış ve dilimli olarak ele alınmıştır. Son cemaat yerindeki alt sıra pencereler kitâbeli çini alınlıklara sahiptir. Diğerleri geometrik motifli kalem işleriyle süslüdür. Sade olan cümle kapısı mermerden mukarnaslı olup iki yanı nişlerle hareketlendirilmiştir. Kapı üzerinde üç adet yuvarlak kemerli ve geometrik şebekeli pencere yer almaktadır.
Selimiye Camii ve Külliyesi Dârülhadis Medresesi
Cami ile aynı yıllarda inşa edildiği düşünülen Dârülhadis Medresesi kıble duvarı önünde güneydoğuda yer almaktadır. Müderris Medresesi adıyla da bilinen yapının 978 (1570-71) yılında tamamlandığı ve ilk müderris olarak Nâzırzâde’nin 980’de (1572-73) tayin edildiği bilinir.
Kareye yakın dikdörtgen planlı yapı revaklı avlu etrafında kuzey yönü dışında diğer yönlerde yer alan odalarla batı yönünde bir dershane mekânından oluşmaktadır. Yapıya giriş kuzey cephesindeki mukarnaslı anıtsal bir kapı ile sağlanmaktadır. Kare planlı dershane ile öğrenci odaları kubbe ile örtülüdür. Avluyu dört yönde çevreleyen revaklar daha alçak tutulmuş olup beşik tonozludur. Yapıda taçkapının yer aldığı kuzey cephesi kesme taş, diğer cepheler ise bir sıra taş, iki sıra tuğla almaşık örgülüdür. Yapı günümüzde Türk İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır. 1971 yılında kurulan müze Silâh, Balkan Harbi, Sarayiçi, Mutfak Eşyaları, Ölçü Aletleri, Ağaç İşleri Odası gibi bölümlerden oluşmaktadır.
Selimiye Camii ve Külliyesi Dârülkurrâ Medresesi
Caminin güneybatısında yer alan Dârülkurrâ Medresesi, Dârülhadis Medresesi’yle büyük benzerlik göstermekte olup simetrik olarak yerleştirilmiştir. Kareye yakın dikdörtgen planlı yapı revaklı avlu etrafında batı ve güney yönlerinde yer alan ve “L” biçiminde sıralanmış odalarla doğu yönünde bir dershane mekânından oluşmaktadır.
Yapıya giriş kuzey cephesindeki mukarnaslı anıtsal bir kapı ile sağlanmaktadır. Kare planlı dershane ile öğrenci odaları kubbe ile örtülüdür. Avluyu dört yönde çevreleyen revaklar daha alçak tutulmuş olup beşik tonozludur. Yapıda güney köşesi pahlanarak bir farklılık oluşturulmuş, kot farkından dolayı buraya dükkânlar yerleştirilmiştir.
Yapıda taçkapının yer aldığı kuzey cephesi kesme taş, diğer cepheler ise bir sıra taş, iki sıra tuğla almaşık örgülüdür. Sinan’ın yaptığı dârülkurrâlar arasında günümüze ulaşabilen hücreli düzene sahip tek yapı olan Selimiye Dârülkurrâsı, Dârülhadis Medresesi’yle birlikte oluşturduğu revaklı avlulu çifte medrese düzenlemesi ve pahlı köşe planıyla değişik bir uygulama göstermektedir.
Günümüzde Vakıflar Müzesi olarak kullanılan medresede dershane ile birlikte dokuz sergileme odası, bir depo, atölye bölümü yer almaktadır. Müzede Edirne ve çevresindeki vakıf yapılarından getirilen maden, çini ve hat sanatıyla ilgili eserler sergilenmektedir.
Sıbyan Mektebi
Caminin batısında bulunan sıbyan mektebi arastaya bitişiktir. Bir bodrum katı üzerinde yer alan mektep kare planlı olup kubbeyle örtülüdür. Merdivenle ulaşılan yapının batı yönünde revaklı bir bölüm vardır. Bir mermer sütuna dayalı iki kemerle dışarı açılan bu revakının üzeri iki aynalı tonozla örtülüdür. Bir sıra taş, iki sıra tuğla ile inşa edilen yapıda zengin kalem işi süslemeler görülmektedir.
Yapının kuzey ve doğu cepheleri penceresiz olup içte ocak ve dolap nişleri yer almıştır. Güneyde mihrap nişi ile altta iki, üstte bir, batıda ise revaka açılan bir pencere ve kapı bulunmaktadır. Yapının güney cephesinde üç adet de kuşevi vardır. Arasta içinden ulaşılabilen bodrum katının ayrıca dışa açılan bir kapısı daha bulunmaktadır. Edirne Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından kullanılan mektebin alt katı kahvehane olarak hizmet vermektedir.
Arasta
Evliya Çelebi’ye göre Kavaflar Çarşısı olduğu belirtilen arasta camiye gelir sağlamak amacıyla yaptırılmıştır. Cami dış avlusunun batı duvarı önünde, kuzey-güney doğrultuda yer alan ana kolla buna dik bir kısa koldan oluşan yapı 255 m uzunluğunda olup 124 adet dükkândan meydana gelmektedir.
Taş-tuğla almaşık örgülü yapıda kemerli tonozlarla örtülü sokağın iki tarafında sıralanan dükkânlar kare planlı olup beşik tonozlarla örtülüdür. Dükkânların dışa açılan pencereleri yoktur. Tonoz örtünün eteklerindeki pencerelerle arasta sokağı aydınlanmaktadır. Arastanın kuzey, güney ve batı yönlerinde dışa açılan birer kapısı bulunmaktadır.
Caminin şadırvan avlusunun yan kapıları ile aynı eksen üzerinde yer alan kısa kolun kesiştiği yerde birbirinden farklı geometrik motifli pencerelerle süslenmiş oldukça gösterişli bir dua kubbesi bulunur. Yüksek kasnaklı dua kubbesinin doğusundaki merdivenler cami avlusu ve arasta arasında bağlantıyı sağlamaktadır. Ayrıca kuzey ve güney köşelerinde daha küçük merdivenli bağlantılar vardır. Günümüzde park olarak düzenlenmiş batı yönünde eskiden bazı yapılarla yemiş kapanı denilen iki katlı, geniş avlulu bir hanın bulunduğu bilinmektedir.
Şehzade Selim Türbesi
Caminin mihrap yönünde Dârülhadis Medresesi’nin yanında III. Ahmed’in oğlu Şehzade Selim adına yapılmış olan açık türbe bulunmaktadır. Kare planlı yapı dört mermer sütun üzerinde baklavalı başlıklara oturan sivri kemerli açıklıklı olup pandantiflerle geçişi sağlanan kubbeyle örtülüdür.
Ortada yer alan şâhideli kabir mermer lahitlidir. Kuzeydeki dış avlu duvarının doğu ucunda köşede akantus başlıklı bir sütun yer almaktadır. Bunun sağında bir çeşme izi mevcuttur. Caminin kıble yönünde Dârülhadis Medresesi’nin doğusunda bulunan hazîre duvarı üzerinde iki yanı çeşmeli bir hâcet penceresi mevcuttur.
Selimiye Camii ve Külliyesi Yapılarının Araziye Göre Konumlandırılması
Görüldüğü üzere hafif eğimli bir tepeye yapılan, Külliyeyi meydana getiren avlusuyla beraber Selimiye cami; caminin güneydoğu ve güneybatı ucuna simetrik olarak dar’ül kurra ve dar’ül hadis yapıları; avlunun batısında arasta, 190×130 m ebatlarındaki büyük avlunun içine yerleştirilmiştir. Dış avlunun altındaki tonozlu alt yapı, dükkân olarak işlevlendirilmiştir. Böylelikle bir kademelendirmeye gidilmiş, önce çevre, sonra büyük avlu ve ardından da yapı gruplarından oluşan bir düzen meydana getirilmiştir.
Yerleşim düzenine bakıldığında çekirdeği Cami ve avlusunun oluşturduğu, güneyden ve kuzeyden medreselerin, batıda ise arastanın genişlemeyi sağladığı görülür ki, arastanın, Sultan III. Murat döneminde (1574-1595) Başmimar Davud Ağa’ya yaptırıldığı kabul edilse de planlamanın Mimar Sinan’a ait olması gerekir. Arasta, camiye paralel yerleştirilmiştir., böylelikle caminin güneybatısında, payanda vazifesi görmektedir.
Selimiye Camii Efsaneleri
Konu, Dünya Mimarlık Tarihine geçen ve büyük usta Mimar Sinan’ın yaptığı Selimiye Camii olunca ister istemez de efsaneler kendini göstermeye başlar. Doğal olarak konu büyük olunca efsaneler de büyük olacaktır.
Osmanlı-Türk Mimarisini zirveye taşımış olan Mimar Sinan için de birçok efsane bulunmaktadır. Ancak konumuz Selimiye Camii efsaneleridir. Bu efsanelerden en ilginci Mimar Sinan’ın Selimiye Cami’nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi, matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem yaparak çözdüğü efsanesidir.
Selimiye Cami’nin zeminin gevşek toprak olduğunu öğrenen uluslararası bir grup bilim adamı caminin minarelerine zarar gelmemesi ve yıkılmaması için metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar verdikten sonra minarelerin temellerini açtırırlar ve koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaşırlar ki bu da ilginç bir efsanedir. Ayrıca zemini son derece esnek olan Selimiye Cami için Mimar Sinan’ın temeli attıktan sonra sekiz sene beklediği ileri sürülmektedir. Oysa caminin yapımının başladığı ve bittiği tarihler bellidir.
Özellikle Japonları ilgilendiren bir efsane de mevcuttur. Sözde bu efsane sonrasında Japonların Mimar Sinan’dan öğrendiği bir ‘şey’ vardır. 1999 yılında yaşanan depremin ardından Selimiye Cami’nde de kuvvetlendirme çalışması başlatılmasına karar verilir. Çalışmalar başladığında ise herkes çok şaşırır, çünkü 1500’lü yıllarda inşa edilen yapının birçok yerinde raylı sistem mevcuttur. Deprem anında cami her tarafa beş derece yatabilmektedir. Bu sırrı ise ilk önce 1950’li yılların sonunda Japon mimarlar özel izinle yaptıkları çalışma sırasında keşfeder. Japonlar uzun incelemelerin ardından ülkelerine döner ve Mimar Sinan’ın eserlerinden öğrendiklerini uygulamaya başlar. Kısacası uzun yıllardır depreme dayanıklı binalar yapan Japonlar bu rivayete göre bu sistemi yaklaşık 500 yıl önce yaşamış olan Mimar Sinan’dan öğrenmiş olur.
Üç Merdiven Efsanesi
Bir grup kalfa Sinan’ın artık çok yaşlandığını ve başmimarlıktan çekilme vaktinin geldiğini her fırsatta dile getiriyorlarmış. Bu dedikodular Mimar Sinan’ın kulağına kadar varmış. Bunun üzerine Mimar Sinan kalfaları etrafına toplayıp onlara şöyle demiş:
– Eh artık biz de kocadık, bileğimizde güç; zihnimizde fer kalmamıştır.
Sizler gençsiniz, akılsınız, kuvvetlisiniz. Caminin yapımını buraya getirene kadar
epey yorulduk. Bundan sonra inşa faaliyetlerini paylaşalım. Minarelerin ikisini siz
yapın, ikisini de ben yapayım.
Kalfalar içlerinden sinsi sinsi gülüşmüşler. Artık padişaha kendilerini gösterme vakitlerinin geldiğini zannetmişler. Hemen işe koyulmuşlar. Bir müddet sonra avlu tarafındaki iki minareyi Mimar Sinan, kıble tarafındaki iki minareyi de kalfalar yapıp bitirmiş. Kalfalar yine kendi aralarında “Sinan’ın yaptığıyla aynı minareyi yaptık, işte onun bizden bir farkı yok.” diye konuşuyorlarmış. Ancak kaçırdıkları bir detay varmış. Mimar Sinan’ın yaptığı minareler üç merdivenliymiş.
Bunu görünce hepsi küçük dillerini yutuverecek hale gelmişler ve Sinan’ın ustalıktaki hakkını teslim etmişler.
Selimiye’nin sadece iki minaresinin üç yollu olmasının, minareleri ende boyda çapta aynı olmasına karşın ön ve arka minarelerin nakışları ve desenleri farklı olmasının, öndeki minarelerin yivlerinin içeri, arkadaki minarelerin setlerinin ise dışarı olmasının sebebi bu olaydan kaynaklanırmış.
Eğik Minare Efsanesi
Söylenceye göre, Selimiye’nin bittiği günün sabahında Selimiye’ye emeği geçen tüm işçiler ve meraklılar Mimar Sinan da yanlarında olduğu halde Selimiye’yi seyre koyulmuşlar. Herkes kendince taltifte bulunurken, Mimar Sinan kalabalığın arasından küçük bir çocuğu gözüyle seçmiş ve ona.
-Camiyi beğendin mi, demiş?
Çocuk gözlerini kısıp camiyi biraz süzdükten sonra dört minareden birisinde bakışlarını sabitlemiş. Minareyi aşağıdan yukarıya biraz inceledikten sonra minarenin yamuk olduğunu söylemiş. Herkes şaşkınlıkla Mimar Sinan’ın ne yapacağını merak ederken, Mimar Sinan derhal ustabaşını çağırmış ve palanganın kalın ipini alarak üçüncü şerefeye çıkmasını, ipin bir ucunu şerefeye bağlamasını, diğer ucunu ise aşağı bırakmasını istemiş. Ustabaşı anlam veremediği bu emri yerine getirmek için şerefeye çıkmış ipi aşağı sallamış, Mimar Sinan bu defa işçilere ipin ucundan tutarak çekmelerini emretmiş.
İşçiler şaşkınlık içinde şerefeye bağlı ipi çekerken Sinan’da çocuğa minarenin düzelip düzelmediğini soruyormuş. Bir, iki defa daha minarenin yamuk olduğunu söyleyen çocuk sonunda minarenin düzeldiğine ikna olmuş ve oradan ayrılmış. Meraklılar bir anda Sinan’ın çevresini sarmışlar ve ona:
– Efendim, minarenin düz olduğunu biliyordunuz, böyle olduğu halde
bunu neden bunu yaptınız diye sormuşlar. Mimar Sinan:
– Evet, minarenin düz olduğunu ben de biliyordum fakat Selimiye’nin
bir çocuğun gözünde dahi kusurlu olmasına razı olamam eğer ben bunu
yaptırmasaydım bu minare kıyamete kadar eğik olarak anılacaktı.
Minareyi çektirerek belki minareyi değil ama insanların inançlarını düzelttim, demiş.
Selimiye’nin Temeli
Selimiye’nin temeli atılırken II. Selim Mimar Sinan’ı yanına çağırmış ve hiçbir şey söylemeden ona bir altın vermiş. Mimar Sinan’da bu altını yine hiçbir şey söylemeden alıp, gömleğinin cebine koymuş. Bu hadiseyi görenler çok merak etmesine rağmen buna akıl erdirememişler, nedenini de soramamışlar. Aradan yıllar geçmiş ve Selimiye’nin açılma zamanı gelmiş. Bu defa Mimar Sinan vefat eden II. Selim yerine III. Mustafa’nın yanında duruyormuş. Tam açılış yapılmak üzereyken Mimar Sinan altı sene önce aldığı altını yine gömleğinin cebinden çıkarıp III. Mustafa’ya vermiş. Altı sene önce de benzer bir hadiseye şahit olanların merakı iyiden iyiye kabarmış ve dayanamayıp Sinan’a bunun hikmetini sormuşlar. Sinan:
– Sultanım o altını bana verirken lisan-ı hal ile Sinan öyle bir mabet yap ki, hiçbir yerinde bu altının geçeceği kadar dahi bir açıklık olmasın yani çok sağlam olup kıyamete kadar payidar olsun demek istedi. O altın benim için bir ölçü malzemesiydi. Yıllar geçti ben o vasiyete uygun şekilde bir cami yapınca onu tekrar sultanımıza geri verdim, demiş.
Selimiye Camii Kubbesi Hiç Yıkılmayacak
Peygamber efendimiz dünyaya geldiği gece meydana gelen depremden dolayı; Kisra Sarayı, Kızılelma ve Ayasofya’nın kubbesi yıkılmış. Bir müddet bu şekilde yıkık kaldıktan sonra Hızır’ın (a.s) hatırlatması ile Bursa’da ikamet eden üç yüz keşiş, Rahib Bahira’nın öncülüğünde Mekke’ye gitmişler. O zaman küçük yaşta olan Hz. Muhammed’in ağzından bir miktar tükürük alıp, mübarek ellerinin de şeklini çizmişler. Papazlar bir miktar da Mekke toprağından alıp İstanbul’a gelmişler ve getirdikleriyle Ayasofya’nın kubbesini tamir etmişler.
Yıllar sonra Mimar Sinan Selimiye’nin kubbesini inşa ederken, yaptığı kubbe ebedi olsun diye Ayasofya’nın Hz. Muhammed’in tükürüğüyle tamir edilen kubbesinden bir okka miktarı kireci kazıtarak Selimiye’nin kubbesinin kirecine karıştırmış. Bu yüzden Selimiye’nin kubbesinin ilelebet ayakta kalacağına inanılmıştır.
Ters Lale
Selimiye Camii içindeki Hünkar Mahfili mermer direğinde bulunan ters lale figürü belki Selimiye Camii kadar ünlü olabilir. Bu konu hakkında iki efsane mevcuttur.
Selimiye Camii inşa edilirken, şimdiki müezzin mahfilinin bulunduğu yer lale bahçesidir. Bu lale bahçesinin olduğu arazi, bir kadına aittir. Ancak kadın, kendisine çil çil altınlar teklif edilse de buranın satışını bir türlü kabul etmek istemez. En sonunda kadın, bu cami durdukça kendisinin hatırlanmasını sağlayacak bir şey konulması halinde araziyi vereceğini beyan eder. Böylece Mimar Sinan, müezzin mahfilindeki mermer direklerden birine o kadına işaret olarak parmak büyüklüğünde bir lale motifi konulmasını, ancak kadının tersliğini belirtmek için de lale motifinin ters olarak kazınmasını ister. Bu anlaşma sağlandıktan sonra cami inşaatı devam eder.
Mimar Sinan, Allah’ın doksan dokuz ismine işaret olması için çiniler üzerine doksan dokuz çeşit lale motifi işlenmesini emreder. Ancak motiflerin yanlışlıkla doksan sekizde kaldığını öğrenen Mimar Sinan, şükür secdesine kapandıktan sonra “Öyle kalsın, kalsın ki acizliğimiz, kulluğumuz ortaya çıksın. Acizliğimize işaret olarak da doksan dokuzuncu lale motifi müezzin mahfilinin mermer direğine ters olarak kazınsın” der.
Selimiye Camii ile ilgili daha fazla efsane okumak isterseniz aşağıdaki ‘ilgili linkler ve kaynaklar’ kısmına göz atabilirsiniz.
Ayrıca İlgili Linkler ve Kaynaklar:
Marmara Bölgesi Gezilecek Yerleri
Edirne Uzunköprü bilgileri
Edirne Eski Camii bilgileri
Ayasofya hakkında genel bilgileri
UNESCO Türkiye Dünya Mirası Listesi
Mimar Sinan’ın Merkezi Mekan Yaratma Sürecinde Sekizgen Baldaken Sistemli Camileri – Alev Erarslan
Hassa Mimarlar Ocağı ve Mimar Sinan – Gülcan Avşin Güneş
Sinan – İslam Ansiklopedisi maddesi
Topografik Etmenlerin İzinde: Edirne Selimiye Külliyesi – Murat Sav, Vakıflar Dergisi Aralık 2019 Sayı 52
Edirne Selimiye Camii’ndeki Müezzin Mahfili Üzerine Düşünceler-Günkut Akın, Uluslararası Mimar Sinan Sempozyumu Bildirileri, Ekim 1988, TTK, 1996.
Selimiye Camii ve Külliyesi Edirne maddesi – İslam Ansiklopedisi
Edirne Hikayeleri