Mevlana hümanizm, hoşgörü anlayışı ve bunu yansıtan hayatı ile dünyanın tanımış olduğu sayılı düşünürlerden biridir. Günümüzde hala kabul edilen ve danışılan, insanoğlunun yaşadığı sürece de ayakta duracak olan hayat felsefesi ile birçok konuda yol göstermiştir. Yaşadığı ve değer kattığı hümanizm felsefesiyle birlikte ölümünden sonra en başta ortaya çıkan Mevlevilik, sema (sem’a, semâ), semazen kavramları ile manevi ve maddi dünyada yaşayacaktır Mevlana. Günümüzde bile hala araştırılan ve yorumlanan yaşam felsefesi ile dünya düşünce tarihine ve tasavvuf tarihine ve ilimine mâl olmuş bir erdemdir Mevlana Celaleddin Rumi (Mevlânâ Celâleddîn Rumî).
Düşünce ve Tasavvuf tarihi içinde önemli yeri olan Mevlana hayatı boyunca, aşk terimini daha da güzelleştiren “ben aşkın aşığıyım” diyerek aşkla bir bütün olarak aklı aşkın hizmetine, aşkı da insanlığın hizmetine sunmuştur. Mevlana, Hak (İslam inanışında bir şeyi hikmetin gereğine uygun olarak icat eden, dolayısıyla Allah’ın bir ismi ve sıfatı) yolunda ve aşk yolunda yanmayı, olmayı ve ermeyi amaç edinmiştir. Bu amacını dünyaca bilinen şu sözünde de görebilmek mümkündür: “Üç sözden fazla değil, tüm ömrüm şu üç söz; hamdım, piştim, yandım.”
1207-1273 yılları arasında, 13.yy’da yaşamış olan Mevlana’nın mezarı, bugün müze haline getirilmiş olan dergâhındaki türbesinde bulunmakta olup, dergâhı İç Anadolu Bölgesi bölgesi görülecek tarihi yerler, yapılar ve önemli yerler arasındadır. Yerli ve yabancı turistlerin, özellikle de Japonların ziyaret ettiği Mevlana müzesi ve türbesi, günümüzde Mevleviliğin merkezi olan Konya’da bulunmaktadır.
Mevlana Dergahı Müzesi fotoğrafları için lütfen tıklayınız
Mevlana Mevlevilik ve Sufilik
Bilindiği üzere Mevlana, Türk kültür tarihinin büyük isimlerinden biridir ve yaşadığı dönem içinde ve sonrasında günümüze kadar kabul görmüş bir Mevlevi, şair, dini ilimlere hâkim bir felsefe insanıdır. İçinde bulunduğu, doğduğu ve yaşadığı coğrafya ile arasındaki bağ derin olmakla birlikte tarikat kurucusu ve sufi (sûfi) olan Mevlana, Anadolu’da o dönemde bir araya gelip Anadolu’nun kendine özgü kültür mozaiğini oluşturan unsurlar ile İslam dini arasındaki kaynaşma ve birleşmeye mâl olmuş bir maneviyat insanıdır.
Tasavvuf ya da Sufilik, İslam’ın mistik yüzü olarak tarif edilmektedir. Tasavvuf’un en basit anlamı saflaşmak olmakla birlikte Allah yolunda bencillikten ve bencilikten arınarak varlığını, yüzünü, kimliğini ve her şeyini Allah’a teslim etmek ve secde etmektedir. Dolayısı ile insan tasavvuf yolunda ilerlerken, bu mücadelede kemale ermiş olanlara “Sufi” denilmektedir.
Mevlevilik ise kelime anlamı olarak temeli Mevlana’nın görüşlerine dayalı olan, Mevlana’nın ölümünden sonra kurulan bir tarikat; insanı, evrenin özü olarak gören, varlıkbirliği ilkesini benimseyen ve farklı bir tasavvufu olan bir din görüşüdür. Bilindiği üzere Mevlana Allah sevgisini, o zamana kadar tasavvuf etmiş olduğundan farklı olarak Şems Tebrizi siluetinde görmüş, felsefi anlayışı genişlemiş ve bilinç sınırlarının ötesine geçmiştir. Aşağıdaki bölümlerde Mevlana Felsefesi detaylı olarak verilmektedir ancak Mevleviliği en iyi anlatan yine Mevlana’nın kendi sözleridir: “Kendini küçük görmeyi bırak. Sen yürüyen evrensin”
Mevlana Hayatı
Mevlana Celaleddin Rumi (Jalal ad-Din Muhammad Balkhi) 30 Eylül 1207 tarihinde Horasan bölgesinde Belh isimli bir yerleşim yerinde doğmuştur (Horasan, güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi anlamına gelmektedir ve Belh isimli şehir günümüzde Afganistan sınırları içindedir). 1200’lü yılların başında Horasan bölgesine hâkim olan Harzemşahlar (veya Harezmşahlar) hükümdarı ile Mevlana’nın babası Muhammed Bahaeddin Veled (âlimlerin sultanı olarak Horasan’da tanınmıştır) arasındaki bir iktidar çekişmesinden dolayı Bahaeddin Veled bölgeden ayrılmaya karar vermiştir.
Mevlana, babası ve yanındakilerle birlikte ilk olarak Mekke ve Şam’a gitmiştir. Şam’dan sonra sırasıyla Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde’ye uğrayarak en son 1222 yılında Karaman’a gelmişlerdir. Karaman’da iken 1225 yılında Mevlana, Şerafettin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile evlenir ve Sultan Veled ile Alaeddin Çelebi isimli iki çocukları olur. Gevher Hatun’un ölüm tarihi tam olarak bilinmese de, Gevher Hatun’un ölümünden sonra Mevlana ikinci evliliğini Kerra Hatun ile yapmıştır. Mevlana’nın ikinci evliliğinden de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi isminde iki erkek çocuğu ve Melike Hatun isminde bir de kızları olmuştur. Kerra Hatun’un da ilk evliliğinden Kimya Hatun isminde bir kızı vardır.
Mevlana Sevgi ve Barış Yürüyüşü
27 Nisan 1228 tarihinde Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat daveti üzerine Mevlana, babası ve ailesi ile yedi yıl kaldığı Karaman’dan Konya’ya gelir ve yerleşir. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat da Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in müritlerindendir. Bu yakınlık Anadolu Selçuklu devletinden başlayarak Osmanlı süresince Mevlana ve soyundan gelenler ile müritlerinin sultanlar tarafından onurlandırılmasına yol açmıştır. Hatta günümüzde de bu göçü onurlandırmak için 2017 yılından başlayarak her yıl Karaman’dan Konya’ya bir hafta süren Uluslararası Sevgi ve Barış Yürüyüşü yapılmaktadır.
23 Şubat 1231 tarihinde Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled Konya’da vefat eder. Şu andaki dergâhın olduğu yere, o dönemdeki Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi içine gömülmüştür. Konya göçü esnasında 300 develik yükünün yarısının kitap olduğu böyle âlim ve bilgili bir insanın ölümünden dolayı Alaeddin Keykubat’ın yas tutarak bir hafta tahtına oturmadığı söylenmektedir.
Mevlana, babasının vasiyeti, müritlerinin isteği ve Selçuklu Sultanı emri ile babasının yerine geçer. Kısa bir süre dersler, fetvalar ve vaazlar verir. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in ‘İbtidaname’sine göre babasının öğrencilerinden olan Burhaneddin Muhakkik, Mevlana’yı zamanında geçerli olan İslam ilmi sınavına sokar. Sınavdaki başarısına istinaden ‘Senin bilgide eşin yok, baban hal ehli idi, sen kal (söz) ehlisin. Sözü bırak, baban gibi hal sahibi ol. Ancak o zaman babanın gerçek varisi olursun, ancak o zaman güneş gibi âlemi aydınlatabilirsin’ demiştir. Bunun üzerine Mevlana, Burhaneddin’in müridi olarak eğitim almak için yola çıkar. Yol boyunca çalışır, tarikat eğitiminden geçer. Halep ve Şam medreselerinde öğrenimini tamamlar. Dönüşte hocasının gözetiminde peş peşe üç kez çile çıkartır. Konya’ya döndükten sonra ilmini yaymaya devam eder, ta ki Şems Tebrizi ile karşılaşıncaya kadar.
Mevlana İle Şems Tebrizi Hayatı
1244 yılında Mevlana Celaleddin’in karşısına Şemsettin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems, Doğumu 1185 – ölümü 1248) çıkar. Hacı Bektaş Veli’nin ‘Makalat’ isimli kitabında anlattığına göre Tebrizli Şems’in bir aradığı vardır. Bu aradığını da Konya’da bulacaktır. Şems Tebrizi, yapmış oldukları sohbet sonrasında aradığının O olduğunu anlamıştır (ilgili sohbet kaynakçada mevcuttur). İlk karşılaştıklarında yaptıkları sohbetin çok değişik versiyonları bugün ne yazık ki internetin bilgi kirliliğinde bulunmaktadır.
Etrafındakiler daima siyah giyindiği için Şems Tebrizi’ye ‘Kamil-i Tebrizi’, çok seyahat ettiği için de ‘Şems-i Perende’ demektedir. Şems Tebrizi dünya malına önem vermez ve genelde aynı kıyafetlerle gezmektedir. Şems, Konya’da kiraladığı odanın kapısına astığı 2-3 dinarlık kilit anahtarını sarığının köşesinde göstererek gezdiğinden dolayı halk onu zengin bir tüccar olarak da tanımıştır.
Mevlana ve Şems Tebrizi Tanıştıklarında Kaç Yaşlarındaydı?
Mevlana ve Şems Tebrizi tanışmaları ardından medresedeki çilehanede kimi kaynaklara göre bir ay, kimi kaynaklara göre altı ay birlikte kalırlar. Bundan sonra Mevlana hayatı bıyunca artık değişecek ve kendisine yeni bir kişilik oluşturacaktır. Artık görevlerini yapmamakta; vaaz vermemekte, derslerini, zorunluluklarını terk etmiş bir durumdadır. Okuduğu kitapları yarıda bırakmış, müritleri ile görüşmez olmuş, dostlarını aramaz olmuştur. Mevlana 37 yaşında iken Şems Tebrizi 59 yaşındadır. Bu durum kısa süre içinde tüm Konya ve çevresinde bir tepki doğurmuştur. Mevlana’nın yanındaki derviş merak edilmekte ve tüm bunlardan dolayı öfke duyulmaktadır.
1245 yılında şikâyetlerin iyice arttığı bir zamanda Şems Tebrizi, Kehf Suresi 78. ayetini okuyarak “İşte bu, sen ile ben’in arasındaki ayrılıktır” diyerek Konya’yı ansızın terk etmiştir. Şems Tebrizi’den haber alamayan Mevlana, görev ve sorumluluklarından iyice elini eteğini çekmiştir. Kimseyi kabul etmemeye başlamış, özlem ve aşk dolu gazeller söylemeye başlamıştır. Bu durum Mevlana’nın müritlerini ikiye ayırmıştır; kimi müritler Şems’in gidişine sebep oldukları için pişmanlık duymaktayken, kimi müritler de yaşanan tüm bu olaylara iyice kızmaktadır.
1246 yılında Şems Tebrizi’nin Şam’da olduğu öğrenilince, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled başta olmak üzere bir kafile Şam’a gider. Mevlana’nın kendisi için yazdığı gazelleri Şems’e verir ve Konya’ya dönüşü için ikna edilir. Konya’ya dönüşünde her şey tekrar normal seyrine döner ve tekrar birlikte aşk ile yanarlar. Ancak Mevlana’nın müritleri ve dervişler kendisini Şems’ten uzak tutmaya çalışırlar.
Bu dönemdeki en büyük değişiklik yine Mevlana’dadır. Çünkü Mevlana artık hayatı boyunca, bal rengi bir külahla Hint kıyafetlerine benzeyen hırkalar giymeye başlar. Halk da bu duruma öfkelidir. Hatta Şems Konya’ya döndükten sonra dedikoduların son bulması için üvey kızı Kimya ile Şems’i evlendirmiştir.
Şems Tebrizi Ortadan Kayboluyor
1247 Yılında tepkilerden dolayı yılgınlık yaşayan ve öfkelenen Şems Tebrizi ‘bu defa gittiğimde kimse nerede olduğumu bilemeyecek’ diyerek ortadan kaybolur. Kimi kaynaklar Şems’in öldürüldüğünü yazarken, kimi kaynaklar da 1248 yılında İran’ın Hoy bölgesinde öldüğünü yazmaktadır. Bu konudaki çeşitli kaynaklara göre:
Ahmed Eflaki (Eflâkî)’ye göre Şems Mevlana ile sohbet ederken yedi kişilik bir grup sohbet ettikleri yerin önüne gelir ve Şems’in dışarı çıkmasını ister. Bunun üzerine Mevlana’ya “beni öldürmeye geldiler” der ve çıkar. Bir bıçak darbesi alan Şems bağırarak kaçar ve bir daha görülmez (Ariflerin Menkıbeleri II). Buradaki rivayete göre Şems’e saldıranların birisi de Mevlana’nın oğlu Alaeddin’dir. Hatta Alaeddin öldüğünde Mevlana oğlunun cenazesine katılmamıştır.
Eflaki’nin annesi Fatma Hatun ve Arif Çelebi’ye göre Şems’e suikast yapılmış, cesedi bir kuyuya atılmıştır. Bir başka rivayete göre de suikasttan sonra Sultan Veled’in rüyasına giren Şems kuyunun yerini söyleyerek bulup defnedilmesini ister, bunun üzerine kuyuya gidilir ve ceset uzun zaman geçmesine rağmen bozulmamış olarak bulunur. Kuyunun olduğu bahçe Emir Bedrettin Gevhertaş’a aittir. Kuyunun üzerine sonradan Şems-i Tebrizi Zaviyesi yapılmıştır.
Sahih Ahmed Dede ise Mevlevilerin Tarihi isimli kitabında Şems Tebrizi’nin 1247 yılında eceliyle öldüğünü ve Emir Bedrettin’in yanına gömüldüğünü yazmaktadır. Aslında Şems Tebrizi’nin nerede öldüğü/öldürüldüğü veya nasıl öldüğü/öldürüldüğüne dair kesin bir kaynak bulunmamaktadır. Oysa Konya, Niğde ile İran’ın Hoy ve Tebriz şehirlerinde hatta Pakistan’da Şems’e ait olduğu söylenen türbeler bulunmaktadır.
Mevlana ve Mesnevi
1248 Yılında, Şems’in ortadan kaybolmasından sonrası Mevlana artık hayatı boyunca kendisine en yakın olarak (hemhal olarak – aynı hali yaşayan ve paylaşan dost) Selahattin Zerküb’u görmüştür. Şems Tebrizi’nin yokluğunu Selahattin ile yaptıkları dost meclislerinde gidermeye çalışmıştır. Bu süreç 10 yıl kadar sürmüştür.
1258 yılının Aralık ayında Selahattin Zerküb vefat etmiştir. Bir süre sonra Mevlana, müridi olan Hüsamettin Çelebi ile tasavvufa devam etmiştir. Ölümüne kadar geçen süre boyunca Mevlana, Hüsamettin Çelebi’ye İslam Tasavvufu hakkındaki en önemli ve en büyük yapıtı olan Mesnevi’yi (Mesnevî, Mesnevî-i Manevî) yazdırmıştır.
Mevlana, Mesnevi’nin ünlü ilk 18 beytini kendisi kaleme almış, geri kalan 25.682 beytini de Hüsamettin Çelebiye yazdırmıştır. Mesnevi toplamda 25.700 beyitlik ve altı ciltlik bir yapıttır. Mesnevi, tasavvuf öğretisini çeşitli hikâyeler ve olaylarla anlatmaktadır ve yorumlanışı da tasavvuf ilkelerine göredir. Günümüzde Mevlana Celaleddin’in Mesnevisi birçok dile çevrilmiş olmakla birlikte ilgi ve dikkat çekicidir. Mesnevi’nin bilinen ilk çevirisi Almanca olup 1849 tarihlidir.
17 Aralık 1273 Tarihinde Mesnevi bittiğinde iyice yaşlanan ve yorgun düşen Mevlana vefat eder. Her yıl 17 Aralık günü Rabbine kavuşma günü olarak addedilen düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arus (Şeb-i Arûs) olarak anılmaktadır. Mevlana, vefat ettikten sonra babasının yanına gül bahçesine gömülmüştür.
Mevlana Felsefesi
Mevlana’nın mesajı dünya hayatının geçiciliği olduğu kadar, bu dünya hayatındaki maddeselliğin insan ilişkilerinin en yıkıcı unsur olduğu üzerinedir. Bundan dolayı hümanizm çok önemlidir. Mevlana için en önemli şey hayatı boyunca insan olmak ve insanca hareket etmektir. Bundan dolayı insani olmayan her şeyin de karşısında bulunmuştur. İnsanı sevmenin evreni sevmekle, hakkı sevmekle aynı şey olduğunu düşünerek bunu çeşitli konularda örneklerle dile getirmiştir.
Mevlana için hangi dine, hangi peygambere inanıldığı hatta inanıp inanmamak bile önemli olmamıştır. Onun için her zaman önemli olan hoşgörü olmuştur ve “Gel, ne olursan ol, yine gel” diyerek bunu da açıkça göstermiştir. Bundan dolayı Mevlana, bir düşünce ve ahlak sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahlakı, ilmi ve bilgisi, aklı, tavrı ve hoşgörüsü ile kendi zamanının, bugünün ve yarının insanı olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Hayatın Amacı Aşktır
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Mevlana hayatı boyunca, tasavvufunda veya Mevlevilikte, yaratılışın veya hayatın amacı aşktır ve aşk ise kimseye ihtiyacı olmayan Allah’ın en belirgin vasıflarından, özelliklerindendir. Mevlana’ya göre insan kendi aklıyla ve şahsi görüşüyle bilgi sahibi olamaz. Herkesin derinliği farklıdır. Bunu da Mevlana şu hikâye ile anlatır: “Bir gün Hindistan’dan bir fil getirip karanlık bir yere koyarlar. Fili görmek isteyenler karanlıkta fili göremedikleri için file dokunmaya başlarlar. Filin hortumunu tutanlar oluğa, kulağını tutanlar yelpazeye, ayağını tutanlar da direğe benzetir. Fakat herkesin eline bir mum verilseydi, herkes fili görecek ve görüş ayrılıkları ortadan kalkacaktı ve gerçek bilgi sahibi olacaktı.”
Bununla birlikte bilgi bir amaç değil, kişinin kendisine ve çevresine yararlı olması gereken bir araçtır. Dolayısıyla yalnızca gözleme dayanan bilgi ve bu bilginin felsefesi aşktan yoksun olduğu için yaratılış sırrından da habersizdir. Mevleviliğe göre tasavvuf eğitiminin amacı kişinin kendisini bulmasıdır. Yani zikir ve çile gerçek bilgiye ulaşmanın yöntemi değildir. Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşktan geçmektedir. Aşkın en ideal yolu da ‘Tanrısal Aşk’tır.
Böyle bir aşk insanı her türlü hırstan, kibirden ve hoşgörüsüzlükten uzak tutacaktır. Bizler de Mevlana’yı hep aşk ile tanımışızdır, o hep aşk ile bilinir, aşk ile anılır. Aşk konusunda Mevlana mantık ve düşüncenin ötesine de geçerek “Hamdım, piştim, yandım” demiştir. Ve Mevlana hayatı boyunca yalnız akıl ve mantık ile Allah’a ulaşılamayacağını da söylemektedir. Mevlana’ya göre insan, ne olduğunu bilmek için, öncelikle nereden geldiğini anlamalıdır. Her insanın varlığı yaratılışının ve yaşantısının bir müşterek eseridir ve tüm eserlerinde insanın üstünlüğünü belirtmiştir. “Alemden maksat insandır” sözü bunu belirtmektedir.
Mevlana ve Yaradan-Yaratılan İnancı
Mevlana’ya göre her insan içinde bulunan ‘Yaradan aşkı’ rehberliğinde ‘Yaradan’ı da ‘Yaratılan’ı da bulma şansına sahip olmuştur. İnsan olmanın bilincinde olmak ve bu sorumlulukla yaşamak varoluş sebebimizin borcunu ödemek gibi bir şeydir. Oysa dinler arasında ‘ana tema’ olarak bir fark yoktur. Her din Yaradan’ın emirlerini, yasaklarını, isteklerini cezalandırmalarını küçük farklarla insana anlatmaktadır. İçi yaradan korkusu ile değil onun sevgisi ile dolu olan bireyin, yaratanın ceza veren değil de ödüllendirici olduğunu anlaması çok daha önemlidir. Bu anlamda Mevlana’ya göre gerçek iman sahibi kişi başka din mensuplarına dahi gıpta ile bakar. Bu geniş hoşgörünün kendi döneminde de yanlış anlaşılması sebebiyle şunu söylemek de gereklidir: Mevlana tüm dinlere ve insanlara kucak açar fakat o tasavvuf ilmini tamamen özümsemiş bir Müslümandır.
Mevlana için bilgi de çok önemlidir ve Mevlana bunu hayatı boyunca korumuştur. Özellikle faydalı bilgidir önemli olan, faydasız bilgi ise sahibine yüktür. Bunu da yanındaki eşeğin bir tarafına kum, diğer tarafına buğday koymuş olan bir bedevi hikâyesiyle vurgulamaktadır.
Bilinen Mevlana Özdeyişleri veya Sözleri
“Üç sözden fazla değil, tüm ömrüm şu üç söz; hamdım, piştim, yandım.”
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel” (Bu sözün Mevlana’ya ait olduğu tartışmalıdır.)
“İyiyi ara, güzeli ara, doğruyu ara, ama kusur arama.”
“Çok insan gördüm, üzerinde elbisesi yok; çok elbise gördüm içinde insan yok.”
“Yaradan bir deniz, varlıklar da onun dalgalarıdır.”
“Aşka düşmeyen kişi kanatsız kuşa benzer.”
“İyilik aradı mı, insanda kötülük kalmaz.”
“Cahilin sonradan göreceği şeyi, akıllı kişiler önceden görür.”
“Eksikler, hatalar, yanlışlar hep düzeltilmek içindir. Ancak başkaları tarafından değil, kendimiz tarafından düzeltilmelidir.”
“Cahil kişi gülün güzelliğini görmez, gider dikenine katlanır.”
“Şunu iyi bil ki, küfürle iman, bir yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onların aralarını ayıran bir berzah vardır. Bu sebeple birbirlerine karışmazlar. Allah’ın lütfu ile keremi ile anaç tavuk onu kanatları altına alınca, küfürle iman yok olur da (vahdet civcivi) yumurtayı deler çıkar.”
Mevlana ve Şems Tebrizi Yazı ve Kitapları
Günümüze kadar her dönemde konusunun hümanizm, aşk, Hakk aşkı olduğu birçok Mevlana ve Şems Tebrizi makaleleri ve kitapları yazılmıştır. Bu kitapların kimisinde Şems iyi gösterilmiş veya kötü gösterilmiştir. Bununla birlikte konular da kitapların kimisinde iyi kurgulanmış, kimisinde de kurgulanamamıştır. Örneğin bazı kitaplarda 60 yaşında olan Şems tanrıya olan aşkı ve aldığı eğitime nazaran Kimya Hatun’u arzular. Bu aşkı onu delirtircesine kıskanç yapar. Oysa bir başka kitapta da Şems romantik olduğu kadar günahsız ve sadece Allah’a âşıktır. Bu aşkın siluetini Mevlana’da görür. Oysa Kimya Hatun onu ayartmaya çalışmaktadır. Bu kitaplar ve taraflı makaleler sadece birer kurgu ve deneme olarak okunmalıdır.
Mevlana şiirleri, Divan’ı ve Mesnevi’si tüm dünyada birçok dile çevrilmiştir. Ortadoğu edebiyatında ön planda olan şiirleri özellikle özgün dilinde bestelenmekte ve paylaşılmaktadır. Batı edebiyatında ise şiirlerinin farklı dillere çevirileri dünyanın dört bir yanında Rumi şiirleri olarak anılmaktadır.
Sema ve Semazenler
Mevlevilik denildiğinde akla ilk gelenlerden biri olan sema (semâ), işitmek anlamındadır. Terim olarak ise musiki nağmeleri dinlerken kendinden geçerek aşka gelip hayranlık duyarak dönmektir. Mevlana zamanında belli bir kuralı olmaksızın bir coşkunluk ifadesiyle yapılan sema, semazenler yani Mevlevi dervişleri tarafından yapılmaktadır. Ancak sema, Sultan Veled ile oğlu Ulu Arif Çelebi zamanında kurallar daha sıkı olarak konulmuş ve öğretilir hale gelmiştir.
Sema, sembolik olarak kâinatın oluşumunu ve insanın dirilişini; yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişini ve İnsan-ı Kamil’e yönelişini ifade etmektedir. Sema törenleri şeyh postu selamlanarak başlanır ve neyzenbaşının olduğu neyzenlerin eşliğinde tören icra edilir. Her törene 14.yy’dan itibaren Na’t-ı Şerif (Mevlana’nın Hz. Muhammed’i öven bir şiiri) ile başlanır. Tasavvufta ve Mevlevilikte önemli rolü olan sema hakkında bilgiler ve sema törenlerindeki tüm anlamlar için aşağıdaki kaynakçada bilgiler ayrıca verilmiştir.
12 Kasım 1312 yılında Sultan Veled’in ölümü üzerine, Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi, babasının temellerini attığı Mevlevilik felsefesini yaymaya başlamıştır. Artık Mevlevilik tarikatında babadan oğula uygulaması başlamıştır. Tarikatın başına ‘Çelebi’ ünvanıyla Mevlana soyundan olanlar geçer. Sultan Veled öldüğünde dergâha babasının yanına gömülmüştür. Mevlevilikte ve Mevlevihanelerde tasavvuf öğretimine paralel olarak teorik ve uygulamalı eğitimle kendi dönemlerinin büyük âlim ve sanatçıları yetişmiştir. Buralarda şair ve hattatlar, Türk musikisinin önemli bestekârları ve icracıları, nakkaş ve ressamlar için eğitimler mevcuttur.
Ayrıca İlgili Kaynaklar:
İç Anadolu bölgesi önemli müzeler ve tarihi yerler
İç Anadolu bölgesi fotoğrafları
Mevlana müzesi genel bilgileri
Mevlana’nın efsaneleri
Mevlana Dergahı tarihçesi
Mevlana Felsefesi denemesi
Mevlana’da Ney Motifi Prof. Dr. İnci Koçak
Mevlana’nın Gevheri Hatun ile Mektuplaşmaları