Mardin, Güneydoğu Anadolu bölgemizin gerek mimari, gerekse kültürü bakımından Diyarbakır gibi en nadide gezilecek yerlerden biridir. Yüzyıllar öncesinden gelen taş işleme sanatının ustaları, bu kenti yüksek bir tepenin güneye bakan kısmına inşa etmiş ve Mezopotamya’ya her daim yukarıdan bakan kadim bir şehir kurmuşlardır.
Birçok uygarlık ve kültüre aynı özveriyle yaklaşmış Mardin hakkında bilgileri bu gezi yazısında, çok daha değişik bir şekilde anlatmaya çalışacağız. Böylece Mardin’de gidilmesi gereken yerleri, gezilecek yerleri, mimarisini, camilerini sizlere bir hikaye içinde sunacağız.
Mardin kentinde bulunan tarihi eserler, kültür çeşitliliği, çeşitli mezhepler Anadolu insanının hamuruyla birlikte Mardin’in tarihinde yatmaktadır. Tüm bu sebeplerle Mardin, ülkemizde Diyarbakır, Hatay gibi önemli bir yere sahiptir.
Milattan önce 4000’lerden başlayarak onlarca kez farklı kavimler tarafından kuşatılmış fakat aynı coğrafyada belki de aynı temellerle korunmuş bir kent burası: Mardin Tarihi Kenti
Mardin fotoğrafları için tıklayınız
Mardin Tarihi Kenti
Mardin tarihi kentinde kuşlar havalandı. Ezan sesiyle kalktı oturduğu tabureden, güneş tam tepedeydi ve gözlerini kamaştırıyordu. Kırklar kilisesinin geniş avlusunda doğuya bakan kapının yanında yüksek taş duvarın gölgesinde beklemeye başladı. Bir taraftan avluya bakan odalardan birinden gelen dua mırıltılarını dinlerken diğer yandan da eşsiz bir incelikle işlenmiş taş pencere detaylarını incelemeye koyuldu. “Kimbilir ne hikayeler, ne acılar ve sevinçler gördü bu pencereler” diye geçirdi içinden. Avlunun diğer tarafında bembeyaz güvercinler küçücük bir su kabının üzerinde taklalar atarak birbirlerinden sıra kapmaya çalışıyorlardı. Dalmış seyrederken “Hoşgelmişsiniz!” dedi arkasından bir ses. Döndü, esmer bir genç delikanlı ürkek ama cesur bir sesle İngilizce olarak “Sizi karşılama görevini ben aldım hocam, üniversiteden iznim var, buyurun gezdireyim sizi” dedi.
Bir Mardin Öyküsü
Profesör uzun uçak yolculukları sonrasında bu avluda soluklanmış olmaktan dolayı rahatlamıştı. “Nedir buranın öyküsü? Anlat bakalım” diye sordu. “Mor Behnam olarak da bilinir burası, erken dönem Hristiyan efsanelerinden Mor Behnam ve kızkardeşi Saro adına 6.yüzyılda yapılmış bir Süryani kilisesidir. Zamanında Süryani metropolitlik merkezi de olmuş burası” dedi Selim, “Çan kulesi, divanhanesi ve Mardin taş işlemeciliğinin en güzel örneklerini içeren yapıtaşlarıyla çok özel bir yerdir.” diyerek anlatmayı sürdürdü. Selim’in kısa kısa bilgilerle mekanı anlatışına çan sesi de karıştı. “Şehrin tek tük kalan Süryani ailelerinin en yaşlı üyelerinden Nasra teyzenin cenazesi var bugün, kalabalık olacak ama isterseniz biraz kalabiliriz.”
92 yaşındaki Nasra Şimmeshindi, babadan kalma kumaş boyama ve baskı sanatının en son ustalarından biri olarak uluslararası üne sahipti. Nasra teyzenin ölümüyle bu sanatın son temsilcisi de bu dünyadan göçüp gitmişti. Yarım saat içinde avluda toplanan hem Süryani, hem Müslüman kalabalık tabutun etrafında mumlar yakıp dualar ettiler. Taş duvarın önünde küçük iskemlede büyülenmiş bir şekilde töreni izleyen profesör gözyaşlarını tutamamıştı.
“İsterseniz devam edelim, tarihi kenti gezmeyi bir günde bitiremezsiniz, bu sıcakta şehrin bir kısmını ancak…” diyerek profesörün elindeki çantayı aldı Selim. “Şu an şehrin üst kısımlarındayız, size önce yukardan şehri göstermek istiyorum, daha sonra aşağı doğru ineceğiz. Mardin sizin de farkettiğiniz gibi bir yamaca kurulmuştur, normal sokaklar ve caddeler yerine yapıların aralarından ve altlarından farklı kotları bağlayan geçitler yani abbaralar ve merdivenler vardır.”
Birlikte doğu kapısından çıktılar, merdivenlere doğru yöneldiler. Mor Yusuf Kilisesi’nin, Mardin Müzesi’nin ve Meryem Ana Kilisesi’nin önünden geçtiler. Taş merdivenler yukarı doğru bir daralıp bir genişleyerek abbaralarda soluklanıyordu. Bazen uzun ve yüksek bir taş duvarın yanında yürüyorlar, bazen de bir alt kademedeki evlerin damlarına bakan bir balkondan etrafı seyrediyorlardı.
Mardin Tarihçesi
“Milattan önce 4000’lerden başlayarak onlarca kez farklı kavimler tarafından kuşatılmış fakat aynı coğrafyada belki de aynı temellerle korunmuş bir kent burası. Bu kentte bir çok farklı kültür bir arada yaşıyor, Süryani, Keldani, Yezidi, Kürt, Arap, Türk, Yahudi, Ermeni; bu farklı kültürler o kadar içiçedir ki bazen farklarını anlayamazsınız, hatta Meşkinliler gibi Kürt boyları Türkçe konuşurken, Artuklu kökeninden gelen Türklerin anadili de Arapça’dır. Bazı Mardinliler kendini Arap kökenli zanneder ama olmayabilir.”
Tane tane ve oldukça temkinli konuşuyordu Selim, belli ki anlatacaklarını önce kafasında kuruyor sonra söylüyordu. “Mardin adı, Süryanice ‘Merdin’ yani ‘Kaleler’ kökeninden gelir diye bilinir. İpek yolu’nun önemli ve zengin duraklarından biriymiş bu kent zamanında, bu kadar farklı kültürün birbirine saygıyla yüzyıllarca birlikte yaşadığı. Bu içinde bulunduğumuz yapı gibi Süryanilere ait ayakta bulunan yapı çoktur. Fakat kent genelinde gördüğünüz yapıların hepsi bir Oğuz – Türkmen boyu olan Artuklu beyliği zamanında ya yapılmış ya da onarılmıştır. Bu tarihi kenti Mardin yapan detayların çoğu, oldukça rafine bir kültür – sanat geleneğine sahip olan Artuklular tarafından miras kalmıştır.” “Desene devasa bir müzenin içindeyiz şu anda!” dedi gülerek profesör. “Çok doğru, zaten Mardin tarihi kenti 4 adet kentsel sitten oluşan dev bir tarihi sit alanıdır. 2000 yılında Unesco’nun Dünya Mirası listesine aday olarak gösterilmiştir, fakat henüz statüsü kesinleşmemiştir. Yani Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi içindedir.”
Mardin Kalesi
Gittikçe tırmanmışlar ve neredeyse kalenin alt hizasına ulaşmışlardı. “Mardin kalesi yüzyıllar boyunca farklı milletlerin istilalarına karşı direnen, sarp kayaların üzerine kurulmuştur, halk arasında Kartal Yuvası olarak da anılır. Bir Fransız gezgin, kalenin ulaşılmaz ve yıkılmaz görüntüsünden söz etmiştir. Evliya çelebi ise kalenin bulunduğu sarp kayaların zorluğundan, kalenin mağaralarından, karanlık pusu yerlerinden ve senelerce kuşatmaya yetecek sarnıçlarından bahsetmiştir. Selim bir an durdu ve sırtını kaleye döndü. “Arkanıza bakın profesör, işte bizim denizimiz de bu!” Arkasını dönen profesör gerçekten de öğleden sonra güneşi altında sarının tonlarında parlayan uçsuz bucaksız bir denizle karşılaştı.
Ulu caminin kubbesi ve minaresinin arkasında Mezopotamya ovası göz alabildiğine uzanıyordu. “Akşamları hüzünlü şarkılarla denize karşı bir kadeh içilir ya işte burada gece denize karşı mı oturursunuz ovaya mı bilemezsiniz” dedi Selim acı bir şekilde gülümseyerek. “Şimdilerde uzaklarda başka türlü sesler ve görüntüler var.” “Ne demek istedin, ben pek anlayamadım?” diye sordu profesör şaşkınlıkla. “Neredeyse 20 km ötemiz Suriye sınırı ve maalesef savaş var, bazen geceleri uzaktan patlama sesleri ve alevleri görebiliyoruz” dedi Selim acı içinde. Profesör anlayışla dakikalar süren bir suskunluğu paylaştı onunla, ovaya doğru durdular yanyana bir süre.
Mardin’de Rehber Olmak
Selim, doğma büyüme Mardinliydi. Artuklu Üniversitesi Sosyoloji bölümünde ikinci sınıf öğrencisiydi. Birçok çocuk ve genç gibi o da Mardin’in gönüllü rehberlerinden dive harçlığını çıkarmak için boş zamanlarında rehberlik yapıyordu. Bugün görevi, üniversitedeki danışmanının arkadaşı olan Şili Santiago Üniversitesi’nden seramik profesörü Renata’yı karşılayıp gezdirmekti, şanslıydı boş vakitlerinde kendi imkanlarıyla ilerlettiği İngilizce’sini kullanabilecekti, bu onun için büyük bir gururdu. Profesör bir araştırma için Şili’den gelmişti, ve bir süre Mardin’de kalacaktı.
“Sizi bu dertlerle sıkmam istemem, gelin şurada soluklanalım hem de içeriyi gezelim” diye hareketlendi Selim. Zinciriye Medresesi’nin dantel gibi işlemeli devasa kapısına doğru çıktılar. Selim anlatırken profesör arada fotoğraf çekmeyi unuttuğunu hatırlıyor ve deklanşöre basıyordu. Zinciriye Medresesi’nin önündeki kahveye, soluklanmak ve bir acı kahve içmek için oturdular. “Birçok sefer Ortadoğu’ya çeşitli sebeplerle seyahat ettim, ‘mırra’yı biliyorum, tamamen Arap yemek kültürü mü var burada da?” diye sordu profesör. “Tabii ki Arap kültürü yemeği de etkilemiştir, fakat burada Mezapotamya’nın kendine has özel mutfağı vardır hocam, mırra özel günlerde içilir ama herkesin tercihi genelde Türk kahvesidir” dedi Selim, gelen sade Türk kahvesini ikram ederken.
“Tüm gezginler Mardin’in damak tadı çeşitliliğinden bahsederler. Hatta Marco Polo Asya’ya seyahat ederken İpek yolu üzerinde olduğu için Mardin’e uğramış, yemeklerinden tatmış ve konaklamış. Çevrede tek tük ağaç olmasına rağmen torağın bereketi, meyvelerin ve sebzelerin bolluğu ve tadı dilden dile gezermiş, şarabı ve camı meşhurmuş. Et, tahıl ve baharat bizim mutfakta çok tüketilir ama patlıcan, domates, ceviz en çok yediklerimizin başında gelir. Mesela ilginç yemeklerden ekşili erik yahnisini ve sumak şerbetini kesinlikle denemelisiniz. Süryani şarapları ise dillere destandır, evlerde misafirlere ikram etmek için hala üretilir.”
Kûfi yazılarıyla Ulu Cami
Manzaraya karşı kahvelerini içtikten sonra bu kez merdivenlerden aşağı doğru inmeye başladılar. “Ulu cami içine girip oradan çarşıyı göstereyim size” dedi Selim. “12.yüzyılda Artuklular tarafından yapılan ve yöresel detaylarla bezenmiş türünün özel bir örneğidir Ulu cami. Kûfi yazı tekniği ile çeşitli ayetler ve sözler duvarlarda taşa işlenmiştir. Bu caminin özelliği Müslümanlığın tüm mezheplerine ibadet imkanı sağlamasıdır. Buradan da Mardin’de dinler arası hoşgörünün ne kadar üst düzeyde olduğunu anlayabilirsiniz.” Ulu caminin avlusu namaz zamanı olmadığı için sakindi, içerden kuran okuyan zayıf bir ses duyuluyordu. “Size Mardin tarihi kentine has çarşıları da göstermek istiyorum” dedi Selim.
Revaklı çarşı olarak da bilinen Sipahiler çarşısı ve Tellallar çarşısından Bakırcılar çarşısına doğru yürüdüler. “Mardin’in el sanatları arasında bakırcılık, kuyumculuk ve sabunculuk önemli yer tutar. Bunun yanısıra dokumacılık, keçecilik, semercilik de eskisi kadar olmasa da hala sürdürülmekte. Özel bir altın ve gümüş işleme sanatı olan ‘telkari’nin en özel ustaları Mardin Midyatlı Süryani ustalardır.” Profesör bir kaç adımda bir dükkan önlerinde durup bazen bir gümüş bileziği, bazen de bir bakır fincanı eline alıp uzun uzun inceliyor, sonra da kendince çat pat Türkçesi ile pazarlık yapıp satın alıyordu. Neredeyse her dükkanda gördüğü Şahmeran figürü çok ilgisini çekince Selim anlatmaya başladı “Bu gördüğünüz Şahmeran’dır. Yılan ve ejderhaların lideri olan Şahmeran, üst kısmı insan alt kısmı yılan olan bir kadın şeklinde betimlenir. Ölümsüzlük ve insanın içindeki iyi ve kötünün savaşını anlatır bu hikaye.”
Mardin Tarihi Kentinde Dar Sokaklar
Dar sokaklardan, abbaralardan, merdivenlerden devam edip konakların her bir adımda değişen silüetlerini izleyerek yola devam ettiler. “Mardin tarihi kenti evlerinde taşın üzerine işlenen figürler çok şey anlatır, sivil mimari bezemelerini bitki motifleri bazen de hayvan motifleri oluşturur. Kullanılan üzüm motifi sevgiyi, soğan, lahana ve nar motifi de bereketi anlatır. Kuş motifleri bereket ve huzur getirdiğine inanıldığı için sütun başlıklarında kullanılmıştır.”
Selim hikayeleri birbiri ardına sıralıyor ve konudan konuya atlayarak Mardin’in geçmişten ve bugünden detaylarını anlatmaya devam ediyordu: “Süryaniler gibi Ermeniler de taş yapı konusunda ustadırlar, özellikle konakların mimarları genelde Ermenidir. Özellike 18.yy sonunda Mardinli mimarbaşı olan Sarkis Lole; Sırrızade konağı, İncemyan konağı, Tüfenkçiyan konağı gibi önemli ailelerin konaklarını incelikle tasarlayıp inşa ettirmiştir. Çermeyan konağı gibi örnekler yerelin ötesinde İtalyan konaklarına benzeyen bir mimari üslup taşımaktadır. En son şaheseri Şehidiye camisi minaresidir.”
Dar bir abbaradan geçerken iki oğlan çocuğu olanca hızlarıyla aralarından geçti. Arkalarından soluk soluğa yaşlı, önünde eski püskü sıdriyesi yerlere sürünen bir kadın koşmaktaydı: “Getirin hamam taslarımı!” Gülerek baktı profesör, “Burada da birçok hamam var hepsi kullanılıyor mu?” “Artık her evde banyo olsa da özellikle belli bir yaşın üstündekiler alışkın oldukları için hala hamamda yıkanırlar. Varlıklı olsun olmasın herkesin özel hamam ritüelleri vardır.”
Mardin Mimarisi
Kentin aşağılarına inerlerken güneş de ufka doğru inmiş ve akşamüstü olmaya başlamıştı. Selim profesörün konaklayacağı konağın yakında olduğunu söyleyerek ekledi “Bu sıcakta bu kadar yürümek kafidir. Bugün daha fazla yorulmayın, ben yarın gelip Mardin tarihi kentinde Kasımiye Medresesi’ne, Deyrülzafaran Manastırı’na, Dara Antik kenti‘ne götüreceğim. Eğer bir gün daha gezmek isterseniz ayrıca Midyat’ı da seve seve gezdiririm.” Profesör gerçekten de yorulmuştu, dinlenmek ona iyi gelecekti. “Selim çok teşekkür ederim, yarın sabah erken çıkmak iyi olacak o zaman, öğlen sıcağında mola veririz hem, sahi bu arada sen farkında değilsin ama çok iyi İngilizce konuşuyorsun, bravo sana!”
Selim kızardı, gurur duymuştu kendisiyle, “Teşekkür ederim hocam, büyük büyük babamın kardeşleri yurtdışında yaşıyorlarmış, hiç görmedim ve haberleşmedim onlarla ama bir gün gidip onları bulmak ve buraları anlatmak isiyorum, o yüzden İngilizce öğrenmek benim için çok önemli” dedi. “Nerede yaşıyorlar?” diye sordu profesör. Selim yanıtladı “Sanıyorum Güney Amerika’da, babamlar gidip de dönmedikleri için kırılmışlar pek bir şey anlatmazlar bana, ama ailemizin soyadı Kavvak ve eskiden çömlekçilik işiyle uğraşıyorlarmış.”
Profesör gülümsedi, “Şimdi çok yorgunum ama yarın konuşalım bunları unutma. Sen de iyi bir dinlenmeyi hakettin!” Konağın kapısı, zil sesinin hemen ardından açıldı. Profesör, Selim’in kolunu minnettar bir şekilde sıktı “İyi akşamlar sevgili rehberim” dedi. Kapıyı kapatırken Selim profesörün eline tutuşturduğu kartvizite bakıyordu. ‘Renata Kauak, Seramik Profesörü, Santiago Üniversitesi, Atölye Alfarero’
Ayrıca İlgili Linkler:
Mardin fotoğrafları
Türkiye UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi
Güneydoğu Anadolu bölgesi gezilecek tarihi yerler
Güneydoğu Anadolu bölgesi güzergahı ve rotaları
Güneydoğu Anadolu bölgesi gezilecek yerlerin fotoğrafları
Türkiye müzeler, antik şehir ve tarihi kentler
Mardin anlık hava durumu