Aya İrini Kilisesi, İstanbul tarihi yarımadası içinde Ayasofya Camisi arkasında ve Topkapı Sarayı Alay Meydanı da denilen birinci bahçesinde bulunan, erken Bizans dönemi mimarisi unsurlarını barındıran ve sözlükteki karşılığı Hagia Eirene – Kutsal Barış olan en önemli Bizans kilisesidir. Bizans dönemindeki adı Konstantinopolis olan İstanbul’un ilk kilisesidir. Osmanlı döneminde dahi camiye çevrilmeden aslını korumuştur. Günümüzden yaklaşık 1600 yıl önce yapılan kilise, İstanbul’un fethedilmesinden sonra Topkapı Sarayı’nın içine yapıldığı ‘Sur-u Sultani’ denilen surların içinde kaldığı için camiye de dönüştürülmemiştir. Ancak Aya İrini Kilisesi’nin camiye çevrilmemesinin farklı sebepleri de olabileceğini söyleyen tarihçiler mevcuttur, Fatih Sultan Mehmed’in azınlıklara sağlamak istediği olanaklar gibi.
Camiye çevrilmeyen Aya İrini, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk müzesi olarak da anılmaktadır. Uzun süre müze olarak kullanılan yapı depremlerden sonra birçok onarım geçirmiştir. Aya İrini Kilisesi 1939 yılında müze olan Ayasofya kapsamında Kültür Bakanlığı’na bağlanmıştır. 1973 yılından 2019 yılına kadar başta İKSV bünyesinde olmak üzere çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmıştır. 2019 yılından itibaren restorasyon sebebiyle etkinliklere kapalıdır. Restorasyon çalışmalarına rağmen İstanbul’a gelen başta Ortodokslar olmak üzere Hristiyanlar ve Topkapı Sarayı’nı gezen turistler bu ilk Bizans Kilisesi’ni görmeden ülkelerine dönmemekteler.
Günümüzde Aya İrini Kilisesi’nin bulunduğu bölgede İstanbul’un ve Türkiye’nin önemli kültür varlıkları bulunmaktadır. Bu alan aynı zamanda İstanbul’un Tarihi Alanları ismi ile UNESCO Dünya Miras Listesi içinde yer almaktadır. Bu alan Hipodrom (Sultanahmet Meydanı), Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Sultanahmet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı; Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve İstanbul Kara Surları’nı kapsamaktadır.
Aya İrini Kilisesi Müzesi İçin Tıklayabilirsiniz
Aya İrini Giriş Ücreti ve Ziyaret Saatleri 2024
Aya İrini Kilisesi 2024 yılında ziyaret saatleri salı günü hariç haftanın her günü 09:00 – 18:00 saatleri arasıdır. Son ziyaretçi ise kapanış saatinden 30 dakika önce gişeden geçebilir. Ayrıca Yılın ilk günü ve Ramazan Bayramı’nın ilk günü ziyarete kapalıdır.
Bununla birlikte Aya İrini Kilisesi giriş ücreti 2024 yılı için yerli ziyaretçiler için 120 TL, yabancı ziyaretçiler için 600 TL, öğrenciler için 60 TL olarak belirlenmiştir. Ayrıca Aya İrini girişinde MÜZEKART geçmemektedir. Aya İrini biletleri tek olarak satılmakla birlikte Topkapı Sarayı biletleri ile birlikte kombine olarak da satılmaktadır. Kombine bilet fiyatları için Topkapı Sarayı Müzesi sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Aya İrini Kimdir, Bu İsimde Bir Azize Var mıdır?
Tarihte büyük birçok dini yapının yapılmasında efsaneler bulunmaktadır. Aya İrini Kilisesi’nin yapımında da bir efsane vardır.
Efsaneye göre Aya İrini, Azize İrini ya da sözlük anlamı ile Kutsal Barış (Hagia Eirene)’a ismini veren Perslere mensup Hristiyan Penelope’dir. 313 Yılında Roma İmparatorluğu’nun Milano Fermanı sonrasında Hristiyanlığı resmen tanıması ile birlikte tarihte yeni bir sayfa açılacaktır. Bu kabul edilen fermanın bir özelliği daha vardır. Milano Fermanı Hristiyanlara yasal bir statü kazandırmış fakat Hristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun devlet kilisesi yapmamıştır. Hristiyanlığın resmi din olması ancak imparator I. Theodosius döneminde 380 yılında Theodosius’un fermanı ile gerçekleşmiştir. Bu süreçte halk arasında Pagan inanışına sahip birçok insan bulunmaktadır, pagan tapınakları ve kiliseler aynı anda bulunmakta ve halkın bir kısmı Hristiyanlığı benimsememektedir.
Penelope bu dönemde Hristiyanlığı yaymak için Konstantinopolis’e gelir. Ancak halkın yoğun tepkisi ile karşılaşır. Önce yılanlarla dolu bir kuyuya Roma askerleri tarafından atılır. Ancak ölmez. Sonrasında taşlanır ancak yine ölmez. Bunun üzerine Hipodrom’da (günümüzdeki Sultanahmet Meydanı) bağlandığı atların arkasında sürüklenir, yine ölmez. Bunun üzerine tüm bu olaylardan sonra onun bir azize olduğu düşünülür. Olay sonrası Hristiyanlığın hızla yayılması ve savaşların bir süre dinmiş olması ile gelen huzur ve barış dönemi nedeniyle İmparator Konstantin tarafından, Penelope’ye “Kutsal Barış – Mukaddes Sulh” anlamında Hagia Eirene veya bildiğimiz şekliyle Aya İrini (Azize İrene) adı verilmiştir.
Bu kilisenin bulunduğu yerde Hıristiyanlık öncesi dönemde pagan tapınaklarının var olduğu bilinmektedir, bazı kaynaklar Artemis, Afrodit ve Apollon’a adanmış olduklarını, bazıları da Barış’a adandığını yazmaktadır. Byzantion’u imparatorluk kenti yapan I. Konstantin ve oğlu Konstas tarafından 324-331 yılları arasında, harabe halindeki bu tapınak kalıntıları üzerine, bu yapı malzemeleri kullanılarak inşa edilen Aya İrini 360 yılında ilk Ayasofya ibadete açılıncaya kadar da kentin katedrali olarak kullanılmıştır.
Tüm bu bilgiler ışığında ne Aya İrini ne de Ayasofya, azizlere değil Tanrı’nın bizzat kendi atribülerine yani tanrı kavramlarına ithaf edilmiştir. Aya Sofya (Kutsal Bilgelik-Tanrı) ve Aya Dynamis (Kutsal Ruh-Meryem) ile birlikte İsa’yı tanımlayan kavram olan Kutsal Barış kavramı bu katedralle birlikte kentin resmi Hristiyanlık dönemi imajını oluşturmuştur.
Kültürel Anıt olarak Aya İrini Kilisesi Tarihi
Hagia Eirene Konstantinopolis’in ilk piskoposluk kilisesi olmasına rağmen II. Konstantius tarafından Ayasofya yapıldıktan sonra şehrin ikinci en büyük kilisesi olmuştur. Aya İrini Kilisesi’nin tarihi de Ayasofya’nın yapılış tarihine benzemektedir. Yapılaşmaya büyük önem veren imparator I. Konstantin tarafından 4.yy.’da inşa ettirilmiştir. Aya İrini kilisesinin yapım tarihi 324-331 yılları arasında olmalıdır. Bir kaynağa göre I. Konstantin’in porfir lahdi ilk olarak Aya İrini’de iken daha sonra Havariler Kilisesi’ne taşınmıştır.
Katedral olarak işlev gören Aya İrini, dördüncü yüzyıl kilisesini derinden sarsan Ariusçuluk ve Ortodoksluk arasındaki çatışmaya sahne olmuştur, çatışma o kadar alevlenmiştir ki, 346 yılında avluda bir ayaklanma çıkmış ve 3000 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. 381 yılında Aya İrini Kilisesi’nde toplanan ikinci Ökümenik Konsil’in düşünce çatışmaları daha az kanlı geçmiştir.
Aya İrini, Aya Sofya’nın inşasına kadar (532-537) şehrin ana kilisesi olarak kullanılmıştır. Aya Sofya’nın inşası ile Aya İrini önemini kaybetmemiş, aksine Aya Sofya ile tek bir mabet muamelesi görmüş ve “Büyük Kilise (Great Church)” olarak anılmaya başlanmıştır. İki kilise de aynı avlu içinde, aynı din adamları tarafından kullanılmışlardır. Aya Sofya ana kilise hizmeti verirken Aya İrini yıllık İyi Cuma Hizmeti (Good Friday) gibi hizmetlerde kullanılmıştır. Aya Sofya’nın 404 yılında yangın sonucu harabe olması ile Aya İrini 11 yıl boyunca tekrardan şehrin tek kilisesi olarak kullanılmıştır. Bu esnada da aynı avlu içinde bulunan Ayasofya’dan da duvarlarla ayrılmıştır.
S. Stephen the Younger’ın biyografisine göre I. Konstantinopolis Konsili (2. Ekümenik Konsil) Aya İrini Kilisesi’nde gerçekleştirilmiştir. M.S. 532 yılında Nika Ayaklanması sırasında Aya İrini birkaç yapı ile birlikte yangında yıkılmıştır. I. Justinianus bu yangından sonra Aya İrini kilisesini Ayasofya ile birlikte baştan inşa ettirmiştir. 564 yılının aralık ayında ise tekrardan yangın sonrası avlu kısmıyla beraber bazı bölümleri yanmıştır. Fakat ne kadar sürede onarıldığı hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır.
26 Ekim 740 tarihindeki büyük depremde ise yapının üst kısımları, kubbe, bema kemeri, apsis yıkılmıştır. III.Leo’nun hükümdarlığı sırasında olan deprem sonrası kilisenin tamirinin tam olarak ne zamana tarihlendiği bilinmemektedir. III. Leo döneminde yeniden inşa çalışmaları başlamışsa bile hükümdarın vefatı (741) dolayısıyla bu çalışmalar V. Konstantinos döneminde tamamlanmış olmalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu ve Aya İrini
Fetihten hemen sonra Ayasofya camiye dönüştürülmüş ve etrafı duvarlarla örülerek ayrı bir avlu içerisine alınmıştır. Aya İrini ise Topkapı Surları içinde kalacak ve bundan dolayı Aya İrini ve Aya Sofya’nın beraber olan işlevi sonlanacaktır.
Fatih Sultan Mehmed’in Konstantinopolis’i fethetmesiyle Bizans İmparatorluğu yıkılmış ve mevcut Bizans yapıları/dini yapıları ya devşirilmiş ya yok edilmiş ya da büyük bir kısmı camiye çevrilmiştir. Ancak Aya İrini Kilisesi’ne dokunulmamıştır. Yukarıda da değinildiği gibi Topkapı Sarayı mevcut yerine yapılınca surların içinde kalacaktır.
Fatih dönemi ve İstanbul kuşatması ile ilgili efsaneler arasında bir Aya İrini inanışı da bulunmaktadır. Bu inanış Fatih Sultan Mehmed’in Aya İrini’yi, üvey annesi olan Sırp prensesi Mara Hatunun ibadet etmesi için sadece onun kullanacağı bir kilise olarak bıraktığıdır.
Osmanlı’da İlk Müze – Depo
Fatih Sultan Mehmet Topkapı Sarayı’nda bazı Bizans eserlerini toplatmaya başlamıştır. 1489 yılına kadar Güngörmez Kilisesi’nde (sonrasında camiye çevrilmiştir, günümüzde Sultanahmet Camii arkasında harabe halinde uzun yıllar kalmış ve arazisinin bir kısmı otopark olarak kullanılmıştır, sonrasında ise restore edilmiştir) savaşlardan ele geçirilen silahlar ve Hıristiyanlığın bazı kutsal eserleri saklanmaya başlamıştır. Güngörmez Kilisesi’ndeki eserler, 1489 yılında kilisede oluşan patlama sonrasında Aya İrini Kilisesi’ne taşınmış, bir ara Yedikule’ye nakledilmelerine karşılık III. Murat zamanında tekrar Aya İrini Kilisesi’ne getirilmişlerdir. Bunun amacının cebehane (askeri eşyalar ve silah deposu) olarak, sarayın birinci avlusundaki anıtsal ölçeği ve zengin içeriğiyle sarayın ziyaretçilerine Osmanlı ordusunun gücünü simgelemeyi göstermek olduğu düşünülmektedir.
Oysa İsmail Hakkı Konyalı’ya göre Güngörmez Kilisesi ilk cebehane olup, 1489 yılında patlama ile havaya uçtuktan sonra Aya İrini Kilisesi cebehane yapılmıştır. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden getirmiş olduğu birçok farklı silah buraya konulduğu için burası cebehane olarak çok daha eski bir tarih olarak ele alınabilir.
Aya İrini Kilisesi Silah Deposu Oluyor
Aya İrini Kilisesi, kitabelerine göre 1726 ve 1740 (bazı kaynaklara göre 1740-1744 arası) yıllarında “Darü’l-esliha” adıyla onarılmıştır. III. Ahmed’in (1703-1730) girişimiyle 1726’da yapının bir bölümünde gerek Osmanlı ordusuna ait gerek fetihler sırasında alınıp buraya depolanmış olan antika silahlar düzenlenerek “Dar-ül Esliha” (Silahlar Evi) adı altında bir silah sergisi oluşturulmuştur. Sultanın yaptığı ziyaretler sırasında kullanabilmesi için yapıya bir de taht odası eklenmiştir.
1825 yılında yeniçerilik kaldırıldığında Aya İrini de yağmalanmıştır. 1846’da Fethi Ahmet Paşa, Aya İrini Kilisesinde Mecma-i Esliha-i Atîka “Darü’l-esliha” (Silahlar Evi) ve Mecma-i Âsâr-ı Atîka “Darü’l-âsâr-ı Atîka” (Eski Eserler Koleksiyonu) adıyla iki bölümlü bir müze kurulmuştur (buradaki aynı kaynakça bu müzelerin kuruluşunu zaman zaman 1726, 1740 olarak geçmektedir, ancak gerek Fethi Ahmet Paşa’nın doğum ölüm tarihleri gerekse Yeniçeri kaldırılması sonrasında yağma olayları sebebiyle tarih 19.yy olarak alınmıştır). Ayrıca 140’tan fazla vezir, şeyhülislam, yeniçerilerin mankenleri yaptırılarak ve bu mankenlere kendi kıyafetleri giydirilerek “Elbise-i Atîka” adıyla Aya İrini’de halkın ziyaretine açılır. Ancak buradaki mankenler 1852 yılında İbrahim Paşa Sarayı’na taşınır, 1868 yılında tekrar geri getirilir, İkinci Dünya Savaşı’nda Niğde’de 9 sene, İstanbul’da 11 sene rutubetli yerlerde kaldıktan sonra bu mankenler ortadan kaybolur.
1869 yılında Sadrazam Ali Paşa Aya İrini Kilisesi içindeki bu müzenin adını Müze-i Hümayun olarak değiştirir. Ancak eserlerin çok yer kaplaması üzerine 1872 yılında yeni bir müze binası yapılması düşünülür. Ancak bu yapılmadığı için buradaki eserlerin çoğu 1876 yılında Çinili Köşk’e taşınır ve 1881 yılında ilk defa paralı ziyarete açılır. Ancak Aya İrini’de hala eski silahlar mevcuttur ve yapı da depo görevi görecektir.
Aya İrini Askeri Müze Oluyor
1877-1878 yılları arasında geçen ve 93 Harbi de denilen Osmanlı-Rus savaşı sırasında Aya İrini, ziyaretlere tamamen kapatılmıştır. 1910’larda yükselen milliyetçilik fikirleri ile de ilişkili olarak bir askeri silah deposu görevi gören Aya İrini’deki askeri eserler, koleksiyon olarak yeniden düzenlenmiş ve Türk müzeciliğinin önemli ismi Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında ölümü ile birlikte yerine geçen kardeşi Halil Edhem Bey vasıtasıyla Aya İrini içinde Askerî Müze oluşturulmuştur. Aya İrini, aynı yıl Askeri Müze ‘Esliha-i Askeriyye Müzesi’ olarak açılmıştır. 1923’e kadar ismi Müze-i Askeri-i Osmani’dir.
1940 yılına kadar Aya İrini’deki faaliyetlerini sürdüren Askeri Müze, İkinci Dünya Savaşı`nın Türkiye’ye sıçrayabileceği düşüncesi ile faaliyetlerine bir süre ara vermiştir. Savaş tehlikesinin ortadan kalkmasından sonra 1949 yılında Maçka Silahhanesi’nde depolanan eserler 1959’dan itibaren Harbiye Mektebi Jimnastikhanesi binasında tekrar sergilenmeye başlamıştır. Bu binanın zamanla Askeri Müze koleksiyonları için yetersiz kalması ve çağdaş anlamda gelişime yönelik adımların atılmasına imkan vermemesi üzerine 1966 yılından itibaren restorasyon çalışmaları sürdürülen eski Harbiye binasının Askeri Müze olarak kullanılmasına karar verilmiş ve 10 Şubat 1993 günü yeni bir düzenleme ile ziyarete açılmıştır.
Aya İrini Mimarisi ve Restorasyonları
Ayasofya gibi birçok onarım geçiren Aya İrini Kilisesi’nin ilk yapıldığı tarihi belirlemek çok zordur, bu nedenle 324-331 yılları arasında yapılmış olduğu kabul edilir. Yapı tek ana kubbeye sahip bazilikal plan tipolojisindedir. Yapının bölümleri revaklı giriş kısmı, narteks, atrium, taht odası, naos (ana nef, iki yan nef, apsis, bema, pareklesion hücreleri, yan neflerin üzerinde olan galeri katı) kısımlarından oluşmakta ve yapının kuzey cephesinde 3 bölümlü revaklı giriş kısmı bulunmaktadır.
Aya İrini 100 x 32m. ölçüsünde olup, üzeri 35m. yüksekliğinde ve 15m. çapında, dört büyük payenin taşıdığı içten yarım yuvarlak, dıştan yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Sütunların taşıdığı galeriler orta mekânın iki yanında bulunmaktadır. Taşıyıcı özellik, üst kattaki sütunlarda da bulunmaktadır. Orta mekânın doğusunda, yarım daire şeklindeki apsis dışarıya üç cepheli olarak taşar, apsisin oldukça kalın duvarları arasında 1m. genişliğinde, kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir. Apsis kademeleri bu dehlizin üzerine oturtulmuş, iki yanına da pareklesion denilen hücreler eklenmiştir
Yapının içeriği yeni işlevleri ile bağlantılı olarak Osmanlı döneminde defalarca yeniden düzenlenirken, atriumun iç koridorları, taht odası, giriş portikosu gibi gerekli görülen mimari mekanların, dönemlerin revaçta olan başkent mimari üsluplarını yansıtacak şekilde bezenerek eklenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Atriumdaki, 16. yüzyılda çoktan eklenmiş olduğu bilinen, nartekse bitişik uzanan revakın Türk üçgeni bezemeli sütun başlıkları, taht odasının “batılı” desenlere sahip altın yaldızlı ahşap bezemeleri, giriş portikosunun tam da çağdaşı dönemde başkentte görülmeye başlanan sütun başlıkları ve özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda yeni rolleri ile bağlantılı olarak dönemin resim modaları ile uyumlu düzenlenen duvar resimlerinin bezeme programına eklenmesi, yapının artık Bizans kimliğinin arka planda kaldığının ve Aya İrini’nin tam bir Osmanlı İmparatorluk yapısı ve Saray kompleksinin bir üyesi olarak kabul edildiğinin göstergeleridir.
Revaklı Giriş
Revak kısmı Osmanlı dönemine aittir, 1740’larda I. Mahmud (1730-1754) tarafından yapı elden geçirilmiş ve ana giriş kapısının önüne, bugün de yerinde olan, giriş portikosu inşa edilmiştir.
III. Ahmed döneminde ise burada ya revak yoktu ya da ahşap bir revak bulunmaktaydı. Sağ ve soldaki iki bölüm aynalı tonoz ile örtülüyken orta bölüm kubbe ile örtülmüştür. Revak narteks ile birleşik bir örtüye sahiptir. Revak örtüsünün çevresinde kirpi saçak bulunmaktadır.
Örtü sistemi beşik kemerler ve sütunlar ile taşınmaktadır. Kemerlerin iç yüzeyleri farklı mermer şekilleriyle hareketlendirilmiştir. Bu sütunlar malzeme olarak Marmara Mermeri’nden yapılmışlardır. Sütun başlıkları İmpost başlıklardır. Giriş kapısının sağında 1 adet, solunda 2 adet plaster sütun bulunmaktadır. Tonozlarda, kubbede ve duvarlarda bulunan kalem işi süslemeler 1740’lardan sonra eklenmiştir. Kalem işlerinde bitkisel motifler, madalyonlar kullanılmıştır.
Giriş kapısı kubbe ile örtülü olan orta bölümdedir. Kapı üzerinde koyu yeşil arka plan üzerine kabartma ile yazılmış, harflerin ve kartuş çizgilerinin üzeri varak ile kaplı iki adet kitabe bulunmaktadır.
Narteks
Narteksin çeşitli bölümleri farklı yıllara tarihlenmektedir. Kuzey girişindeki hol ve rampa 8.yy’a tarihlenmektedir fakat büyük bir bölümü 6.yy’da olduğu gibi bırakılmıştır. Geçirdiği yangınlar, depremler sonucu çok kez hasar almış ve yenilenmiştir.
Narteks 5 bölümden oluşmaktadır. Ortadaki 3 bölüm kubbe karakterli yumuşak hatlara sahip tonozlar ile örtülüyken, uç kısımlardaki 2 bölüm haçvari tonozlar ile örtülüdür. Avludan nartekse 5 kapı ile giriş vardır. Günümüzde ise sadece kuzey koridorun batı ucundan ve orta kapıdan girilebilmektedir. Diğer girişler ahşap ve taşlar ile doldurularak kapatılmıştır. Narteksten neflere geçiş ise kemerli açıklıklar ile sağlanmaktadır. Kuzey yan nefe olan giriş Osmanlı döneminde yapılan revaklı giriş ile kapatılmıştır. Nartekste kemerlerin kırıldığı noktalarda destek delikleri bulunması Justinianus döneminde kilisede galeriyi taşıyan bir narteksin varlığına işaret etmektedir.
Malzeme olarak narteks, tuğla ve geniş aralıklı büyük taş bantlar içeren bir dokuya sahiptir, bazı detaylar yeşim taşı ile yapılmıştır. Nartekste kemer ve tonozlarda bulunan mozaiklerin 6.yüzyıla yani Justinianus Dönemi’ne ait olduğu düşünülmektedir. Zamanında narteksin tonozları geometrik desenli mozaiklerle kaplıydı fakat günümüzde sadece kalıntıları bulunmaktadır. Walter S. George tonozların altındaki mozaik parçalarını renkli olarak çizmiştir. Renk paleti olarak mozaiklerin geneli kırmızı, yeşil, beyaz, koyu mavi ve çoğunlukla altın tonlarındadır.
Atrium
Aya İrini’nin atriumu Bizans Dönemi kiliselerinden kalmış tek atriumdur. Bu nedenle Aya İrini, atriumu olan tek Bizans kilisesidir. Osmanlı Dönemi’nde en büyük değişikliklerine maruz kalan kısım atriumdur. Tuğla ve yeşim taşı (veya od taşı) kullanılmıştır. Atrium U şeklinde bir revak sistemine sahiptir. Revaklar tek eğimli çatı ile örtülüdür. Narteksin önündeki koridor ise 3 bölümlüdür. Orta bölüm kubbe ile örtülüyken doğu ve batıdaki iki bölüm aynalı tonoz ile örtülüdür. Sütunlar ise Marmara Mermeri’nden yapılmıştır ve sütun başlıkları impost başlıktır.
Justinianus Dönemi’nde atriumun güneyindeki alanın büyük bir avlu ile çevrelendiği söylenmektedir. Grossman P. atrium için Osmanlı Dönemi’nde 3 adet inşa aşaması olduğunu söylemektedir. Atriumun zemini zaman içerisinde yükseltilmiştir. Grossman ilk inşa aşamasını zemin seviyesinin yükselmeden önceki ekler olarak belirlemiştir. Bu aşamada orijinal yapı ortaya doğru uzatılmıştır, ilk iç sıra revakları eklenmiştir. İkinci inşa döneminde zemin seviyesi yükseltilmiş, narteksin önündeki duvarı takip eden koridor eklenmiştir. Son aşamada ise zemin revak altındaki zemin seviyesinden yüksek olacak şekilde taş döşeme ile değiştirilmiştir.
Atriumdan nartekse girişi sağlayan açıklıklardan en güney ve ortadaki kapıların bulundukları yerler ve söveleri orijinaldir. Orta kapının mermer söveleri hala yerindedir. Diğer iki açıklığın üst kısımları Osmanlı Dönemi konulmuş tonozların arkasında kalmıştır.
Atrium’da Havariler kilisesinden buraya taşındığı kaydedilen kırmızı porfir taşından işlenmiş büyük 2 imparator lahdi bulunmaktadır. Haliç zincirlerinden bir kısmının da bu avluda yakın zamana kadar saklandığı bilinmektedir.
Taht Odası
Atriumun narteks duvarının önündeki bölümün doğusunda taht odası bulunmaktadır. 1726 yılında Aya İrini’nin Dar-ül Esliha işlevine sahip olduğu dönemde taht odası inşa ettirilmiştir. Sergi ilk zamanlarında izleyici olarak padişaha hitap ettiği için bu oda yaptırılmıştır. Oda atriumun zemininden daha yüksekte olduğu için girişine basamaklar yerleştirilmiştir. II. Mahmud döneminde iç bezeme düzeni ve mobilyaları tamamen yenilenmiştir. Odanın giriş cephesi fazla değişiklik geçirmemiştir fakat atriuma bakan cephesi Cumhuriyet Dönemi restorasyonlarıyla oldukça değişikliğe uğramıştır.
Naos
Aya İrini’nin naos kısmında orta nef, iki yan nef, apsis kısmı, yan neflerin üzerinde galeriler, 2 kubbe bulunmaktadır. Sütunların bazı başlıkları iyonik volütlere sahiptir, iyonik impost başlıklardır. Diğer başlıkların üzerinde Justinianus ve Theodora’nın monogramları bulunmaktadır.
Yan nefler, Ana Nef ve Kubbeler
Yan nefler orta neften paye ve sütunlar ile ayrılmaktadır. İki yan nef de 5 açıklığa sahiptir ve 4 adet sütun ile açıklıklar sağlanmıştır. Yan nefleri ayıran sütunlar mermerden yapılmıştır. Yan nefler eşit genişliktedir fakat uzunlukları farklıdır. Neflerdeki galeriyi destekleyen tonozlar beşik tonoz ve yelken tonozlardır.
Zemin seviyesinde güneyde 5, kuzeyde 4 pencere bulunmaktadır. Pencereler sütunların aralarına denk gelmektedir.
Kuzey yan nefin tonozlarında bezemelerin izi kalmamıştır fakat iki kemerinde üzerinde bezeme izleri bulunmaktadır. Bu bezemeler dairesel hareketlerle uzayan bitkisel motiflerdir. Güney yan nefte ise kuzey yan nefe nazaran daha fazla duvar resmi bulunmaktadır. Bu bezemelerin hepsi geometrik motiflerdir ve bazılarında geometrik motiflerle bitkisel şekiller oluşturulmuştur.
Güney yan nefin kemerlerinde de bezemeler bulunmaktadır ve bu bezemeler geometrik çizgilerden üretilmiş bitkisel motifler şeklindedir.
Yan nef ve ana nefleri örten 8.yüzyıla tarihlenen kubbeye baktığımızda, kubbenin genişlik olarak neredeyse 15 metreye sahip olduğu görülmektedir. Aya İrini’nin kubbesi Bizans’ta önemli bir rol üstlenmiştir. Önceki kubbelerin kasnağı alçak ve kusurluyken Aya İrini’nin kubbe kasnağı yüksek tutulmuştur ve örtü sistemi açısından başarılı bir örnektir. Kubbe kasnağında 20 pencere bulunmaktadır fakat Osmanlı Dönemi’nde pencerelerin çoğu kapatılmıştır.
Kubbe birçok tamirattan geçmiştir. Kubbeye içten baktığımızda göbek kısmının arka planı altın renkli olarak, Osmanlı Dönemi’nde kullanılan tüfek, top, gürz, mızrak, korumalıklı kılıç, çekiç gibi askeri aletler ile bezendiği görülmektedir. Kubbenin iç kısmı Osmanlı Dönemi’nde ve günümüzde sıva ile kaplanmıştır. Naosu örten daha küçük ölçekli bir kubbe daha bulunmaktadır. Bu kubbenin kasnak yüksekliği ana kubbeye nazaran çok daha alçaktır.
Yapının naos kısmındaki nef duvarlarının bir zamanlar galerinin seviyesine kadar mermerle kaplı olduğu öne sürülmektedir. Buna kanıt olarak duvarlarda bulunan mermer tıkaçlar ve demir tutucular, mermer kaplamanın kalıp kalıntıları gösterilmektedir.
Apsis ve Bema
Yapının doğusunda iki kat boyunca yan hacimler ile yükselen, yarım kubbe ile örtülü, içten yarım daire dıştan ise 3 köşeye sahip bir apsis bulunmaktadır ve apsis beşik tonozlu bemayı çevrelemektedir. Apsis her cephesinde bir adet yüksek tutulmuş pencerelere sahiptir. İkonoklazma döneminde kiliselerde yalnızca haça izin verildiğinden, apsisin yarım kubbesini büyük bir mozaik haç süslemektedir. Burada 4 kademeli bir haç yükseldiği görülmektedir. İkonoklazma dönemi öncesindeki apsis bezemelerine ait bir kalıntı bulunmamaktadır.
Aya İrini’nin apsisinin en ilgi çekici kısmı yarım kubbe üzerindeki mozaikleridir. Bu mozaiklerin en önemli özelliği İkonaklazma Dönemi’nde yapılmış ve günümüze kadar gelebilmiş nadir süslemelerden olmasıdır. Mozaikte siyah çerçeveli haç motifi üç basamaklı bir zemine oturmaktadır ve arka planı altın renklidir. Haç, İsa’nın çarmıha gerildiği Golgota Tepesi’ni temsil etmektedir.
Apsiste yarım kubbenin oturduğu yarım silindir yüzeyde iki adet altın köşeli yıldız motifi bulunmaktaydı fakat günümüze ulaşmamışlardır. Bu yıldızların 1846 yılında veya öncesinde eklendiği düşünülmektedir ve Cumhuriyet Dönemi’nde kaldırılmışlardır.
Osmanlı Dönemi’nde apsis önüne tulumba eklenmiştir. Eski albümlerde bu tulumbanın fotoğrafları yer almaktadır ve tulumbanın bu albümlerden önce yakın bir tarihte eklenildiği düşünülmektedir. Tulumba yine Osmanlı Dönemi’nde nefin diğer kısımlarından 20 cm kadar yüksek, erken tarihli düzenlemeyi devam ettiren döşeme ile kapatılmıştır. Tulumba yapıya, Aya İrini müze olarak kullanıldığında çıkabilecek olan yangınlar için tedbir amaçlı eklenmiş olabilir.
Aya İrini Kilisesi Sintronon
Yapının apsis kısmında tabanı taş bloklardan, basamakları ise tuğla ile şekillendirilmiş sintronon bulunmaktadır. Günümüzde önüne konulmuş sahneden ötürü sintrononun tamamı gözükmemektedir. Yapıda sintronon bulunması da Bizans Dönemi’ne ait kiliselerde nadir rastlanan özelliklerden biridir. Sintronon altı basamağa sahiptir. Üçüncü ve dördüncü basamakların arasında yedi adet kare açıklık bulunmaktadır. Bu açıklıklar sintronon altındaki tonozlu kısmı aydınlatmaktadır. Tonozlu kısma sintrononun iki yanından giriş sağlanmıştır. Giriş kısımları mermer çerçevelere sahiptir. Muhtemelen basamaklar arasındaki yüksekliğin fazla olmasından dolayı Bizans Dönemi’nde burada merdivenler kullanılmıştır. Basamaklar günümüzde mermer kaplamaya sahiptir ve bu kaplamaların Bizans Dönemi’nden sonraki bir tarihe ait olduğu düşünülmektedir. Normalde sintronon üzerinde piskopos koltuğu bulunmaktadır fakat Aya İrini’de bu koltuğa dair bir iz bulunamamıştır.
Galeriler
Aya İrini’nin galerisi U şeklinde bir plana sahiptir ve narteksin üzerinden neflerin sonlarına kadar uzanır. Galeriler neften korkuluklarla ayrılmaktadır ve duvarlarında pencere dizileri bulunmaktadır. Güney galerinin dış duvarları ve iç duvarlarının bazı kısımları, batı galerinin kuzey ucunda üç kemerli bölme Bizans’a ait iken galerilerin duvarları, tonozlar, payandalar Osmanlı’ya aittir.
Günümüzde Osmanlı Dönemi’nde eklenmiş ahşap merdivenler ile galeriye çıkılmaktadır fakat Bizans Dönemi’nde galeri katına erişimin nasıl sağlandığı bilinmemektedir. Osmanlı döneminde yan galerilerin doğu uçları ayrı odalara dönüştürülmüştür.
Aya İrini Kilisesi Duvar Resimleri
Aya İrini içerisinde biri kubbede olmak üzere üç adet duvar resmi bulunmaktadır. İlk duvar resmi giriş portikosunun yan duvarında, daha erken tarihli bitkisel bezemeli bir panoya bitişik olarak yer almaktadır. Pano, yapının müze olarak kullanıldığı yıllarda, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında ahşap bir bekçi kabininin arkasında gözlerden uzak kalmıştır. Resimdeki sahnede zaman içinde hasar görmüş olmakla birlikte farklı mesafelerde yakın ve uzak yapıların resmedildiği anlaşılmaktadır. En belirgin olarak bir kısmı ağaçlar arkasında kalmış iki katlı, beşik çatılı masif bir yapı görülmektedir. Sağda, biraz aşağıda, suyun karşı tarafında bir başka yapının izleri görülebilmektedir. Özenli bir pencereye sahip gibi görünen mevcut parça su kenarında bir yapının cumbasına ait olabilir. Çerçevenin dışında da bir takım çiçek tasvirleri ile birlikte mimari elemanlar resmedilmiştir.
İkinci duvar resmi, atriumun nartekse bitişik uzanan koridorunda, taht odasının giriş kapısının üzerinde konumlanmış olan manzara resmidir. Panonun bazı kısımları hasar görmüş olsa da sahne büyük ölçüde korunmuş durumdadır. Sahne, dönemin çok tercih edilen konularından olan su ile ilişkili bazı kara parçaları üzerinde konumlanmış su kenarı köşk ve sarayları ile bir takım rekreasyon amaçlı su elemanlarını resmetmektedir. Arka plandaki kara parçaları tepelerden oluşmaktadır. Kıyılarda köşkler ve yazlık saraylar dizilidir. En yüksek tepenin üzerinde de yel değirmenini andıran bir yapı fark edilmektedir.
Üçüncü ve diğer resimler içinde en geç tarihli olduğu düşünülen resim örneği naosun üzerindeki büyük kubbenin merkezinde yer almaktadır. Bu kompozisyonun merkezinde bir davul yer almakta, davulun arkasında da ışınsal olarak müzik aletleri ile top, balta, kılıç, mızrak, tüfek gibi silahlar bulunmaktadır. Işınları oluşturan bu aletlerin arasında bir sarmaşık dalı dolanmakta, bu dal üzerinde yuvarlak meyveler ve yapraklar görülmektedir. Sarı bir arka plan üzerine yerleştirilmiş kompozisyonun sınırları dar bir kırmızı hat ile çizilmiştir. Bunu da daha geniş, sırasıyla dışa doğru beyaz ve sarı birer bant çevrelemektedir.
Ayrıca İlgili Kaynaklar ve Linkler
İstanbul Tarihi Yerleri
Bizans Dönemi İstanbul Tarihi
Ayasofya Hakkında Bilgiler
Harbiye Askeri Müzesi bilgileri
Kariye Kilisesi Bilgileri
Marmara Bölgesi Gezilecek Yerleri
UNESCO Türkiye Dünya Mirası Listesi
Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Müzeler – Halit Çal
Aya İrini (İstanbul) Dekorasyonunda Osmanlı Dönemi Duvar Resimleri – Bilge Ar
Aya İrini’de Darü’l-Esliha Düzenlemesi, Bilge Ar
BİZANS’IN AYA / AZİZE İRİNİ’Sİ – Doç. Dr. Sevcan YILDIZ, Seden TURAMBERK ÖZERDEN