Süleymaniye Camii gerek tarihi ve mimarisi gerekse külliyesi içindeki medrese, hastane, kütüphane yapıları ve bunların özellikleri ile ayrıca hem Kanuni Sultan Süleyman türbesi hem de Hürrem Sultan türbesi ile İstanbul Fatih semtinde bulunan Mimar Sinan şaheserlerinden biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nun mimari başyapıtlarından biri olarak, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle külliye yapıları dahil 1550-1559 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş ve kendisi tarafından ‘kalfalık eserim’ olarak tanımlanmıştır. İstanbul’un en yüksek tepe noktalarından birine konumlandırılan cami, sadece dini bir yapı olmanın ötesinde, sosyal, kültürel ve ekonomik işlevleriyle de dikkat çekmektedir. Bu yazıda, Süleymaniye Camii’nin mimari özellikleri, detayları inşaat süreci, tarihi ve toplumsal etkileri üzerinde durulacaktır.
Süleymaniye Camii ve Külliyesi, 1985 yılından itibaren ‘İstanbul’un Tarihi Alanları’ başlığı ile UNESCO Dünya Mirası Listesi içinde yer almaktadır. Tarihi literatürde de İstanbul’un yedi tepesi içinde yer alan Süleymaniye (Beyazıt) tepesi üzerindeki Süleymaniye Camii, İstanbul’un birçok yerinden (kaldı ki yapıldığı dönemde daha baskın bir şekilde) görülebilmektedir. Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camii’ni yaparken strüktürel çözümlemesi olarak, plan olarak örnek aldığı yapı Ayasofya’dır. Bu yüzden de birçok defa Süleymaniye Ayasofya ile karşılaştırılmıştır.
Mimar Sinan’ın ‘kalfalık eserim’ dediği Süleymaniye Camii yanında, ‘ustalık eserim’ dediği Selimiye Camii ve ‘çıraklık eserim’ dediği Şehzade Camii veya Şehzadebaşı Camii de dünyaca bilinmektedir. Günümüzde Mimar Sinan’ın türbesi de hemen camii alanı yanında bulunmaktadır. Cami yapısı ve çevresindeki yapıları gezmek ortalama 3 saatinizi alabilir. Süleymaniye Camii gezisi düşünmüş olduğunuzda Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan türbelerini ziyaret etmenizi, ayrıca İstanbul tarihi yerleri içinde yer alan Haliç ve İstanbul Boğazı’na hâkim bir tepede olması sebebiyle bahçesinden fotoğraf çekilmesini önemle hatırlatırız.

Süleymaniye Camii Ziyaret Bilgileri 2025
Haftanın her günü açık olan ve ibadet edilen Süleymaniye Camii ziyaret saatleri 08:30 ile 18:00 saatleri arasıdır. İbadet zamanlarında ziyarete açık olan camide namaz saatleri içinde fotoğraf ve video kaydı çekilmesinin yasak olduğu girişte belirtilmektedir.
Ayrıca bir ibadet alanı oluşturulmuş olup ziyaretçilerin ibadet alanına girmemesi levhalar ile belirlenmiştir. Dini özel günlerde, kandil, dini bayram ve Ramazan ayında giriş saatleri değişkenlik gösterebilmektedir.
Süleymaniye Camii Fotoğrafları İçin Lütfen Tıklayınız
Süleymaniye Camii ve Külliyesi Yapıları
Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan eserlerin vakfiyelerinin birçoğu günümüze ulaşmamıştır. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf Kayıtlar Arşivi’nde Kanuni’ye ait dört ayrı vakfiye bulunmaktadır. Bunların ilki Süleymaniye Külliyesi’dir. İkincisi, Kanuni’nin (dönemin) İstanbul’a kadar getirdiği Kâğıthane suları hakkında müstakil olarak kurmuş olduğu vakıfla ilgili 973/1565 tarihli Su Vakfiyesi’dir. Üçüncüsü, Urfa’da Hz. İbrahim zaviyesine ait 948/1541 tarihli vakfiyedir. Dördüncüsü ise bugün sınırlarımız dışında kalan Şam’daki hayratıyla ilgili 964/1557 tarihli vakfiyedir.
Süleymaniye Camii alanı ve külliyesi içinde birçok yapı bulunmaktadır. Bu külliye içindeki yapılarla dönemin toplumuna sosyal, kültürel, eğitim ve sağlık konularında destek vermektedir. Günümüzde ise külliye yapıları T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, İBB, özel bir üniversite ve çeşitli kuruluşlar tarafından kullanılmaktadır. İşlevi değişen yapılar bulunmaktadır, sergi alanları, ilk işlevinden farklı atölye ve dükkanlar ile toplantı ofisleri olarak kullanılan yapılar veya yapı bölümleri bulunmaktadır. Toplamda 17 adet yapı barındıran Süleymaniye Camii ve Külliyesi yapıları şunlardır:
- Süleymaniye Camii
- Kanuni Sultan Süleyman Türbesi
- Hürrem Sultan Türbesi
- Mimar Sinan Türbesi
- Darülkurra (Tecvid ve kıraat eğitimi veren kurum)
- Birinci Medrese (Evvel Medresesi)
- İkinci Medrese (Sani Medresesi)
- Üçüncü Medrese (Salis Medresesi)
- Dördüncü Medrese (Rabi Medresesi)
- Tıp Medresesi
- Darüşşifa (Hastane olarak hizmet veren yapı)
- Darülhadis Medresesi (Hadis eğitimi veren kurum)
- İmaret Mutfağı ve Aşevi (Darüzziyafe, Mekel, Matbah)
- İmaret Odaları (Tabhane, Misafirhane)
- Hamam (Geleneksel Türk hamamı)
- Kütüphane (Eğitim ve araştırma için kaynak sağlayan yapı)
- Sıbyan Mektebi (İlkokul)
- Çarşılar (Akar ve ticaret alanı olarak kullanılan dükkanlar)

Süleymaniye Camii ve Külliyesi Tarihi Bilgileri ve Yapım Aşamaları
Osmanlı İmparatorluğu tarihsel süreçte, diğer birçok imparatorluklar gibi doğmuş, genişlemiş, altın çağını yaşamış ve yok olmuştur. Genellikle bu dönemler tarih kitaplarında 5 dönem olarak ayrılmıştır. Bunlar sırasıyla 1- Kuruluş Dönemi (1299-1453) 2- Yükselme Dönemi (1453-1579) 3- Duraklama Dönemi (1579-1699) 4- Gerileme Dönemi (1699-1792) 5- Çöküş (Dağılma) Dönemi (1792-1922).
Osmanlı mimarisi de bu dönemlere paralel olarak 4 dönem içinde incelenmektedir: Erken dönem, Klasik dönem, Geç dönem, Modern dönem (Neo-Klasik dönem). Gurur kaynağımız dünyaca ünlü mimarımız Mimar Sinan da Osmanlı mimarisinde Klasik dönem içinde yer almış ve kendisinden sonraki Osmanlı mimarlarına ve mimari dönemlere kaynak olmuş, onları etkilemiş ve günümüzde de Osmanlı mimarisinde hala ağırlığını hissettirmektedir.
Süleymaniye Camii ile ilgili Osmanlı Arşivlerinden başlayarak birçok tarihçi, araştırmacı, yazar kayıt tutmuştur. 16. yüzyılda Pierre Gilles (Petrus Gyllius) ile başlayan yerli ve yabancı seyyahların yazdığı seyahatnamelerde camii ve külliye hem somut özellikleriyle hem de efsaneleriyle tasvir edilmiş, çizimleri yayınlanmıştır.
Süleymaniye Camii Yapım Tarihçesi
Süleymaniye Camii’nin inşaat süreci oldukça titiz bir planlama gerektirmiştir. İnşaatta görev alan ustaların sayısı ve çeşitliliği, projenin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Hatta bir efsaneye göre cami ve külliyesi yapımında 10bin kadar Hristiyan çalıştığı yayılmıştır. Ancak Osmanlı arşivlerindeki inşaat defterlerine göre cami inşaatında 3523 usta çalışmış, bu ustalardan Sofi Salih cami kapısını, Hacı İsa avlu kapısını, Konyalı Yahya mihrabı yapmıştır. Evliya Çelebi’nin anlatımına göre, caminin temeli üç yıl boyunca hazırlanmıştır. Temel inşaatı sırasında İstanbul’da bulunan Pierre Gilles temele verilen önemden bahsetmiştir.
Caminin hareminin giriş kapısındaki kitabede inşaatın 1550 Haziran’ın 7-17’si arası başladığı, 1557 yılı Ekim ayında bitirildiği kaydedilmiştir. 16 Ağustos 1556 kubbenin kapandığı gündür.
Farklı kaynaklara göre cami ve külliyelerin genel olarak yapımı aşamasında camiye bir süre ara verilmiş ve etrafındaki diğer yapılar yapılmıştır. Bu esnada ise sadece caminin kubbesinin kaldığı bazı kaynaklarda geçmektedir. Külliyenin cami haricindeki diğer tüm yapıları eğimli bir arazi üzerine konumlanmıştır. Arazi bakımından mekanların konumlanışı ve caminin durumundaki ilişkiyi inceleyecek olursak; eğimli ve dik bir yamacın tam ortasına oturtulmuş bir cami ve etrafında dik yamaç üzerine konumlanmış alt katları genellikle depo ya da hayvanlar için ayrılmış yapılar topluluğu görülmektedir. Mimar Sinan’ın burada farklı eğimli araziler üzerinde bu kadar yapıyı bir arada tasarlaması merkezde bulunan cami için birer destek aracı olarak tasarladığını göstermektedir. Medreseler, darüşşifalar, imaretler vb. gibi yapıların hepsi camiyi eğimli arazide destekleyen birer payanda görevi görmektedir.
Külliye inşaatının Eski Saray arazisine yapıldığı Mimar Sinan tarafından Tezkiret-ül Bünyan’da yazılmıştır. Mimar Sinan Eski Saray içinde yüksek, denize nazır, kuzey rüzgârı alan, havası güzel, ferah bir yer seçmiştir.
Medreselerin Yapımı
Süleymaniye Camii kuzeydoğusunda bulunan Rabi ve Salis medreseleri (üçüncü ve dördüncü medreseler) 1552-1553 yılları arasında, güneybatısında bulunan Evvel ve Sani medreseleri ise (birinci ve ikinci medrese) 1558-1559 yılları arasında bitirilmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman Türbesi
Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli padişahlarından biridir. I. Süleyman olarak da geçen Kanuni, 46 yıllık saltanatı ile en uzun süre tahtta kalan padişahtır. Kanuni sıfatı kanunname yetkisini kullanarak en fazla sayıda kanunun onun zamanında konulmuş olmasındandır. Oysa döneminin tarihçileri kendisini ‘Muhteşem’ veya ‘Büyük Türk’ olarak anmıştır.
Babası Yavuz Sultan Selim’in vefatı ile 1520 yılında tahta geçmiştir. Özellikle Avrupa ve Anadolu’nun doğusuna 13 büyük sefer/savaş yapmış ve bunlardan Viyana kuşatması ve Korfu Adası seferi başarısız olmuştur.
Kanuni’nin hayatının önemli dönüm noktalarından birisi de büyük oğlu Mustafa’nın idamı olmuştur. Doğu seferinde 4 Ekim 1553’te Konya Ereğlisi mevkisinde babasının huzuruna çıkmak için otağa giren Şehzade Mustafa, cellatlar tarafından boğularak idam edilmiştir. Bu idamda Hürrem Sultan’ın etkisi de ayrıca büyüktür.
Sultan Süleyman’ın Ölümü
Son seferi Zivetgar kuşatmasında ömrünün son 15 yılında tedavisi olmayan gut (nikris) hastalığı iyice ilerlemesine rağmen savaş meydanından ayrılmayan Kanuni Sultan Süleyman Han, Zivetgar kalesinin zapt edilişini göremeden hastalığı sebebiyle 7 Eylül 1566 yılında vefat etmiş ancak askerin morali bozulmasın diye vefatı ilk başlarda gizli tutulmuştur.
Kuşatma sürerken iç organları çıkarılan naaşı, misk ve amber kokuları sürülerek tahtın altına gömülür. Kalenin düşmesinin ardından 42 gün gömülü olan naaşı arabaya konulur ve padişah yaşıyormuş gibi davranılır. Kendisine haber gönderilen yeni padişah II. Selim’in Belgrad’a gelişi üzerine vefat haberi resmen ilan edilir. Bazı kaynaklara göre bu 48 gündür. Cenazenin İstanbul’a gelmesi ve türbeye 23 Kasım’da defnedilmesi tarihçileri iki farklı şekilde düşündürmüştür. Muhtemelen Kanuni kendisi yaşarken Hürrem Sultan Türbesi yanına bir türbe yapılmasını emretmiştir. Ocak 1568’de Bursa’dan Merzifon’a kadar tüm taşçı ustaları Kanuni Türbesini tamamlamak için seferber olmuşlardır. Türbenin girişinde bulunan mermer levhalar Ayasofya’da bulunan 1166 yılı konsil kararlarının yazıtlarıdır. Zivetgar’da Kanuni için iç organlarının gömüldüğü yerde de bir türbe yapılmış ve bu türbe zamanla yok olmuştur. 2019 yılında ise bu türbenin bulunduğu yerde kazı çalışması yapılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman Türbesi Mimarisi
Mimar Sinan eseri olan Süleyman Türbesi içte galerili, köşeleri çalınmış sekizgen bir gövdenin dışta revaklarla çevrelenmesi ve bir kubbeyle örtülmesinden meydana gelmektedir. Çift cidarlı kubbenin içten pandantifli olan kubbesi sekiz sütunu birbirine bağlayan kemerlerin üzerine oturmaktadır.
Sekilerden itibaren 3,65 m yüksekliğe kadar çinilerle kaplı duvarlarda, giriş kenarı hariç olmak üzere ikişer pencere açılmış kesik duvar satıhlarına ise dolaplar yerleştirilmiştir. Alt sıra pencerelerinden ayrı olarak kemer alınlıklarına üçlü pencereler açılmış olup bunlardan ortadaki, yanlardakilerden daha geniş ve daha yüksek tutulmuştur. Türbenin içi, devrinin en kaliteli çinileri, zengin kalemişi ve yazılarla süslüdür. Yapı dışta, eğimli çatılı ve sivri kemerli revaklarla çepeçevre kuşatılmıştır. Revak altındaki sekizgen gövdenin kenarlarında yer alan ikişer pencerenin üzerine sivri kemerler kurulmuştur. Revak çatısı üzerinde cepheler aynı tertipte düzenlenmiştir.
Gövdenin bu üst satıhları eşit olmayan panolara bölünerek alttakilere sivri büyük birer kemer kurulmuş ve içlerine, içteki tertibi tekrarlayan pencereler yerleştirilmiştir. Kesik köşelerin üst bölümlerine mermerden ajurlar yerleştirilmiştir ki bunlar, iki kubbe arasındaki hacmin aydınlanmasına imkân sağlamaktadır. Yapı kurşun kaplı kasnaksız bir kubbe ile tamamlanır. Dışta, iki renkli kemer örgüler, renkli mermer şeritler, çini panolar, rozet ve kornişler hâricinde dikkat çekici bir süslemeden kaçınılmış ve çok temiz bir işçilikle yetinilmiştir.

Hürrem Sultan Türbesi
Asıl adı Roxelana olan Hürrem Sultan, yaşadığı dönemde Osmanlı tarihine damga vuran bir figür olarak bilinmektedir. Hürrem Sultan, devlet işlerine çoğunlukla etki etmiş ve hatta dönemin önemli kararlarında rol almıştır. Hürrem Sultan’ın en büyük etkilerinden biri, şehzade Mustafa’nın boğdurulması olayında baş aktör olması ve oğlu Şehzade Selim’in tahta geçmesini sağlamasıdır.
15 Nisan 1558 yılında vefat ettiğinde Süleymaniye camii haziresine gömülür. Hürrem Sultan Türbesi ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından vefatından sonra aynı yıl Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Türbe kesme küfeki taşından dıştan baktığımızda sekizgen, içeriden ise onaltıgen planlıdır. Türbenin giriş cephesi dışında her cephede altlı üstlü ikişer penceresi vardır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üzerlerinde hafif sivri sağır kemerlere yer verilmiştir. Mermer pencere alınlıklarının etrafını pembe mermerden bir bordür çevirmektedir. Sivri kemerli üst sıra pencerelerin yuvarlak kemerli açıklıkları bulunmaktadır. Türbenin tüm pencereleri silmeler içerisine alınmış ve böylece cepheye hareketlilik verilmiştir.
Türbenin önündeki giriş revaklı olup, önde dört, arkada iki sütunun taşıdığı bu revak düz çatı ile örtülmüştür. Buradaki mukarnas başlıklı sütunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış ve kilit taşları üzerine de rozetler yerleştirilmiştir. Basık kemerli giriş kapısı üzerinde Kelime-i Tevhit yazılı bir kitabe bulunmaktadır. Türbenin üzeri yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kasnağın üzerine de kabartma olarak ayetler yazılmıştır. Türbenin içerisi sıratlı ve renkli sır tekniğinde çinilerle bezenmiştir. Bitkisel motifli bu çiniler mercan kırmızısı, lacivert ve firuze renklerde olup, aralarında Türk çini sanatında çok rastlanmayan siyah renge de yer verilmiştir. Özgün durumunda kubbeden inen altın varak kaplı bir top bulunmaktadır.
Süleymaniye haziresinde yer alan türbe, çiniler açısından önem arz etmektedir. Türbe ağırlıklı olarak çini panolardan oluşmaktadır ve ağırlıklı olarak sıraltı tekniğinin uygulandığı çiniler yer almaktadır. Bunun dışında sadece kapı arkası çinilerinde renkli sır tekniği uygulanmıştır. Türbeye giriş kapısının sağ ve sol duvarlarından çiçek açmış bahar ağacı panolar yer almaktadır. Evliya Çelebi her iki türbenin de içinde yeraldığı hazireyi bir gül bahçesi olarak tanımlar.
Mimar Sinan Türbesi
Süleymaniye Külliyesi’ni inşa eden Mimar Sinan’ın türbesi, külliyenin kuzey köşesinde bulunmaktadır. Türbenin yeri, Mimar Sinan’ın sağlığındaki evinin yanında, Ağa Kapısı’nın karşı köşesinde bulunmaktadır. 1588 yılında vefat eden Mimar Sinan, türbesini de kendisi yapmıştır.
Mimar Sinan Türbesi açık bir türbedir. Mimar Sinan’ın yaşamının son yıllarında yapılmış ve 1922’de büyük bir onarım görmüştür. Burma kavuklu mezar taşı, taş duvarlardan oluşan bir çerçevenin içindedir. İri palmet dizilerinin taçlandırdığı duvarlar, dikdörtgen pencerelerle dışa açılırlar. Pencereler ajur tekniğiyle işlenmiş mermer şebekelidir. Ziyaret penceresi ötekilere göre daha büyüktür ve demir şebekelidir. Mermer sanduka, sivri kemerlerle taşınan, arka arkaya bir kubbe ve bir düz örtüden oluşan açık bir türbe yapısı ile örtülüdür. Türbenin kuzey ucuna bitişik sebil çokgen planlıdır. Ziyaret penceresi üzerindeki kitabeyi Sinan’ın çocukluk arkadaşı şair ve nakkaş Sai Mustafa Çelebi yazmıştır.
Mezarı 1935 yılında Türk Tarihini Araştırma Kurumu üyeleri tarafından kazılmış ve kafatası incelenmek üzere alınmış ancak sonraki restorasyon kazısında kafatasının yerinde olmadığı görülmüştür.

Dârülkurrâ
Dârülkurrâ yapıları, Osmanlı eğitim sisteminin önemli bir parçasını oluşturmuştur. Kur’an-ı Kerim’in doğru telaffuzu (tecvid) ve kıraati üzerine uzmanlaşmış bu kurumlar, Osmanlı’da yaygın olarak bulunmuştur. Süleymaniye Camii Külliyesi içindeki yapının konumu ise tartışılmaktadır.
Süleymaniye Külliyesi birimlerinin neredeyse tamamı günümüze ulaşmışsa da bazı birimlerin yerleri veya varlıklarıyla ilgili ihtilaflar bulunmaktadır. Süleymaniye Dârülkurrâ da bu açıdan tartışmalara konu olan bir birimdir. Arşiv belgeleri ve temel kaynaklardaki bazı bilgilere rağmen araştırmaların genelinde Süleymaniye Dârülhadis dershanesinin Dârülkurrâ olduğu kabul edilmektedir. Bazı araştırmalarda ise ilgili binanın Dârülkurrâ olamayacağı ya da Dârülkurrâ’nın yerinin kesin olarak bilinemediği kaydedilmiştir.
Süleymaniye Dârülkurrâsı’nın Süleymaniye vakfiyesi ve vakfın ilk muhasebe defterlerinde geçmemesi, arşiv belgeleri de dâhil olmak üzere temel kaynakların hiçbirinde Dârülkurrâ’nın yeri hakkında net bir bilginin bulunmaması ve buranın Süleymaniye Dârülhadis dershanesiyle karıştırılması mevcut ihtilafın önemli sebeplerindendir.
Başka bir görüşe göre, Dârülkurrâ külliye içinde bağımsız bir yapı olarak inşa edilmiş, ancak zamanla kaybolmuş veya farklı amaçlarla kullanılmıştır. Bu görüşü destekleyen kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, Osmanlı külliyelerinde farklı eğitim kurumlarının ayrı binalarda yer alması geleneği göz önüne alındığında, bu ihtimal de göz ardı edilmemelidir. Ayrıca bazı kaynaklarda yanlış yönlendirilerek külliyenin ve türbelerin güneydoğusunda ki yapının Darülkurra olduğu külliye şemasında belirtilmektedir.
Darülhadis Medresesi (Hadis eğitimi veren kurum)
İslam dünyasında hadis ilmi, Kur’an-ı Kerim’den sonra en önemli ikinci kaynak olarak kabul edilir. Osmanlı Devleti de hadis ilmine büyük önem vermiş ve bu alanda birçok önemli çalışma yapılmıştır. Süleymaniye Külliyesi bünyesinde yer alan Darülhadis Medresesi, dönemin Osmanlı hadis eğitiminin merkezi konumundadır.
Darülhadis Medresesi’nde verilen dersler, hadis ilminin farklı alanlarını kapsamıştır. Bu dersler arasında hadis usulü, hadis tarihi, ricâl ilmi (hadis ravilerinin biyografileri), hadis şerhi (açıklaması) ve hadis metinlerinin incelenmesi gibi konular ve Kütüb-i Sitte (altı temel hadis kitabı) başta olmak üzere, dönemin önemli hadis kaynakları müfredatta yer almıştır.
Bu medresenin de ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte Süleymaniye Külliyesi’yle ilgili Ağustos 1557 tarihli inşaat defterlerinde, Dârülhadis’in kapı ve pencerelerinin yapımıyla ilgili masraflar yer almaktadır. Ayrıca Dârülhadis’in ilk müderrisinin de 1556-57 tarihinde atandığı bilinmektedir. Sonuç olarak Dârülhadis’in 1556-1557 tarihinde tamamlanıp faaliyete geçtiği ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde Darülhadis medresesi yerinde park bulunmaktadır. Yapı günümüze kadar gelmemiştir. Ancak Süleymaniye Darülhadis yapısı, dershane ve öğrenci hücreleri binalarından oluşmaktaydı. Dershane, cami mihrabına karşı sağ tarafta, Kanuni Sultan Süleyman türbesinin güneyinde; talebe hücreleri ise caminin güney doğusunda yer almaktadır.

Birinci Medrese (Evvel Medresesi)
Evvel medresesi yapısının külliyenin genel yapısı içinde olması sebebiyle yapım ve bitiş tarihleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla külliyenin yapım tarihleri arasında belirtilebilir. Çünkü külliyenin planlaması ve inşası bir bütün olarak ele alınmıştır. Evvel Medresesi, Süleymaniye Külliyesi’nin batı tarafında, eğimli bir arazide yer alır. Bu eğim nedeniyle, Süleymaniye Camii’ne bakan cephesi iki katlıdır. Bu durum, yapının tasarımında önemli bir etken olmuştur.
Medrese, klasik Osmanlı medrese plan şemasına sahiptir. Bu şema, merkezi bir avlu etrafında sıralanan derslikler ve öğrenci hücrelerinden oluşur. Avlu, medresenin odak noktasıdır ve öğrencilerin dinlenmesi, sosyalleşmesi ve açık havada ders çalışması için bir ortam sağlar. Avlunun etrafında revaklar bulunur. Bu revaklar hem gölgelik alan sağlar hem de dersliklere ve hücrelere geçişi kolaylaştırır.
Evvel medresesi, Sani medresesi gibi kare planlı bir avlu etrafında U formunda inşa edilmiştir. Avlu etrafındaki revakla ayrılmış 22 adet medrese hücresi bulunmaktadır. Tüm hücreler ocaklı ve kubbelidir.
Günümüzde Evvel Medresesi, Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü olarak hizmet vermektedir. Bu nedenle, yapının özgün iç mekân düzenlemelerinde değişiklikler yapılmıştır. Ancak, yapının dış cephesi ve genel plan şeması büyük ölçüde korunmuştur. Ne yazık ki, günümüze ulaşan kalıntılar ve restorasyonlar, yapının özgün halinin tam olarak anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
İkinci Medrese (Sani Medresesi)
Sani Medresesi, Evvel Medresesi’ni başarıyla tamamlayan öğrencilerin devam ettiği bir üst seviye eğitim kurumudur. Burada, daha ileri seviyede Arapça, mantık, felsefe, kelam, tefsir, hadis, fıkıh ve matematik gibi dersler verilmekteydi.
Sani medresesi de yapı ve mimari olarak Evvel medresesine benzemektedir. Evvel ve Sani medreselerinin her ne kadar yapım tarihleri tam olarak belirlenememiş olsa da Evvel ve Sani medreseleri 1558 yıllarında, Salis ve Rabi medreselerinin ise 1553 yıllarında tamamlandığı medreselere atanan müderris kayıtlarına göre belirlenebilmektedir.
Üçüncü Medrese (Salis Medresesi)
Salis Medresesi, Süleymaniye Külliyesi’nin dört ana medresesinden (Evvel, Sani, Salis, Rabi) üçüncüsüdür ve Osmanlı eğitim sisteminin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Medrese, bu hiyerarşide orta seviyede bir konuma sahiptir ve Evvel ve Sani medreselerinde temel eğitimlerini tamamlayan öğrencilerin daha ileri düzeyde eğitim aldıkları bir kurumdur. Medrese bir dönem Arkeoloji Müzesi’nin deposu olarak kullanılmıştır, şu anda içinde İbni Haldun Üniversitesi bulunmaktadır.
Salis Medresesi’nde verilen dersler, öğrencinin ilgi alanına ve uzmanlaşmak istediği alana göre değişiklik göstermiştir. Bu dersler arasında fıkıh, kelam, tefsir, hadis, mantık, felsefe, matematik, astronomi ve tıp gibi çeşitli alanlar bulunmaktaydı. Müfredat, öğrencileri daha üst düzey medreselere veya farklı ilmi görevlere hazırlamayı amaçlamıştır. Eğitim, genellikle ders anlatımı (takrir), tartışma (münazara), ezber (hıfz) ve tekrar (mükerrer) yöntemleriyle gerçekleştirilmiştir.
Salis medresesi de Rabi medresesi gibi caminin kuzeydoğusunda yer almakta ve kuzey cepheleri Haliç’e bakmaktadır. Bu iki medrese plan şeması olarak birbirinin aynıdır ve simetrik inşa edilmiştir. İki medrese arasında boş bir avlu bulunmaktadır. Bu medrese de Rabi medresesi gibi eğimli bir arazide inşa edilmiştir. Bundan dolayı medrese iç avluları, revakları kademeli ve taraçalıdır. Süleymaniye Camii bahçesinden bakıldığında kubbeler de merdiven gibi görülmektedir.
Her iki medresenin de giriş cephesi hariç diğer cephelerinde yirmişer odası bulunmaktadır. Odalar ocaklı, bacalı, kubbeli ve bölünmüş nişlidir. Medrese hücrelerinin önünde başka medreselerde görülmeyen ve avlunun eğimine uygun sekiler bulunmaktadır. Her medresede on adet seki mevcuttur.
Dördüncü Medrese (Rabi Medresesi)
Rabi medresesi Salis medresesi ile aynı mimari özelliklere sahiptir ve eğimli arazi üzerine ustaca yerleştirilmiştir. Yapı 2005 yılından sonra akademik bir çaba ile restore edilmiş, yakın zamana kadar TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) tarafından kullanılmıştır, 2025 itibariyle bu işlevi sona ermiştir ve âtıl durumdadır. Rabi ve Salis medreselerinin eğime bakan alt katları mülazımlar odaları olarak öğretmenlere tahsis edilmiştir.
Rabi Medresesi, bu hiyerarşide en üst seviyede yer almakta ve Evvel, Sani ve Salis medreselerinde temel ve orta seviye eğitimlerini tamamlayan öğrencilerin uzmanlık alanlarına yöneldikleri bir kurumdur. Bu medresede verilen dersler, öğrencinin ilgi alanına ve uzmanlaşmak istediği alana göre değişiklik göstermiştir. Bu dersler arasında fıkıh usulü, kelam, tefsir, hadis, felsefe, matematik, astronomi, tıp ve edebiyat gibi çeşitli alanlar bulunmaktaydı. Müfredat, öğrencileri müderrislik, kadılık, müftülük, hekimlik, mühendislik gibi üst düzey ilmi ve idari görevlere hazırlamayı amaçlamıştır.
Medresede ders veren müderrisler, alanlarında en yetkin ve saygın âlimlerdir. Öğrenciler ise, Evvel, Sani ve Salis medreselerinde üstün başarı göstermiş, derin bilgi birikimine sahip ve uzmanlaşmaya istekli kimselerden oluşmuştur. Eğitim, genellikle derinlemesine metin incelemesi, eleştirel analiz, tartışma (münazara), tez yazımı ve araştırma yöntemleriyle gerçekleştirmiştir. Öğrenciler, hocalarının rehberliğinde kendi uzmanlık alanlarında özgün çalışmalar yapmışlardır. İcazet (diploma) verme törenleri, medresenin en önemli etkinlikleri arasındadır.
Süleymaniye Camii ve Külliyesi Tıp Medresesi
Süleymaniye Camii ve Külliyesi içinde yer alan önemli medreselerden biri de Darüşşifa (hastane) yapısının yanında yer alan Tıp medresesidir. Külliyenin güneybatısında bulunmaktadır. Süleymaniye Tıp Medresesi, Osmanlı tıp eğitiminde önemli bir yenilik getirerek, teorik ve pratik eğitimin bir arada yürütüldüğü bir model oluşturmuştur. Bu medresedeki hocalar aynı zamanda Darüşşifa’da hekimlik yapmaktadır.
Tıp Medresesi’nde verilen dersler, dönemin tıp bilgilerini kapsamakla birlikte, İbn Sina’nın El-Kanun fi’t-Tıbb gibi klasik tıp eserlerine dayanmıştır. Anatomi, fizyoloji, farmakoloji, cerrahi ve dahiliye gibi temel tıp bilimlerinin yanı sıra, bitkisel tedavi yöntemleri ve eczacılık konuları da müfredatta yer almıştır.
1822-1895 yılları arasında yaşamış olan ve 12 ciltlik Osmanlı tarihi ünlü eseriyle tanına Ahmed Cevdet Paşa, Tıp medresesinin kurulma sebebini askeri ihtiyaçlara bağlamıştır. Diğer yandan medresenin kurulma amacının Osmanlı devletindeki hekim ihtiyacının karşılanması yönündedir.
Medrese külliye içinde bağımsız bir medrese olarak inşa edilmemiş, Darüşşifa ile birlikte çifte medrese şemasında düzenlenmiştir. Caminin güneybatısında Tiryakiler Çarşısı dükkanlarının üzerinde sıralanmış on iki hücreden meydana gelmektedir. Duvarlar küfeki taşından yapılmış ve demir kenetlerle tutturulmuştur. Medresenin giriş kapısı caminin karşısına denk gelmektedir. Yapı diğer medreselerdeki gibi her hücre ocaklı, bacalı ve kubbelidir.
1946 yılından itibaren Süleymaniye Doğum ve Çocuk Bakımevi olarak kullanılan yapı, günümüzde Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı olarak kullanılmaktadır.
Tıp medresesi ile ilgili ilginç bir olay da 14 Eylül 1577 (Hicri 1 Recep 985) tarihinde İstanbul kadısına yazılan bir şikayettir. Şikâyete göre Mimar Sinan Süleymaniye Külliyesi’nin özellikle Tıp medresesinin suyunu şahsi çıkarları için kullanmış ve kadıdan araştırılması istenmiştir. (Fi 25 C985 BOA Mühimme 21 Hüküm 551 sayfa 250).

Darüşşifa
Süleymaniye Külliyesi içinde yer alan Darüşşifa yapısının yapımına 1553 yılında başlanmış 1556 (bazı kaynaklara göre 1557 yılında bitirilmiştir. Darüşşifa, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli hastanelerinden biri olarak faaliyet göstermiş ve dönemin en iyi hekimleri tarafından yönetilmiştir.
Darüşşifa, Süleymaniye Külliyesi’nin batı ucunda, eğimli bir arazide yer alır. Bu eğim nedeniyle Vefa Caddesi’ne bakan cephesi iki katlıdır. Alt kat özgün halinde kervansaray olarak kullanılmıştır. Darüşşifa, birbirine bitişik iki avlu etrafında çözümlenmiş bir plana sahiptir. Darüşşifa’nın iki avlusu, yapının merkezini oluşturur. Bu avlular, hastaların dinlenmesi ve hava alması için tasarlanmıştır. Hasta odaları, tedavi odaları, eczane, mutfak, personel odaları ve diğer hizmet mekânları avluların etrafında sıralanmıştır. Bu düzenleme, mekânlar arasında işlevsel bir ilişki kurmayı ve hasta bakımını kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.
Darüşşifa’nın Haliç’e bakan cephesi anıtsal bir görünüme sahiptir ve iki katlı olarak tasarlanmıştır. Bu cephedeki pencereler ve diğer mimari detaylar, yapının estetik değerini artırmaktadır. Darüşşifa’nın bazı bölümleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür. Bu mimari öğeler, yapıya görkemli bir görünüm kazandırmanın yanı sıra, mekânların akustik özelliklerini de iyileştirmektedir.
Yapının iki avlulu olması onu diğer darüşşifaların çoğundan ayırır. Örneğin, Fatih Darüşşifası tek avlulu bir plana sahiptir. İki avlu, farklı hasta grupları veya farklı tedavi yöntemleri için ayrılmış olabilir.
Darüşşifa’da sadece hastalar tedavi edilmekle kalmaz, aynı zamanda Tıp Medresesi öğrencileri için bir eğitim merkezi olarak da hizmet vermiştir. Öğrenciler, burada teorik bilgilerini pratiğe dökme imkânı bulmuşlardır. Darüşşifa, uzun yıllar boyunca hizmet vermeye devam etmiştir. Ancak, zamanla farklı amaçlarla da kullanılmıştır. Örneğin, 19. yüzyılda bir dönem askeri matbaa ve daha sonra yatılı Kur’an kursu olarak kullanılmıştır. Günümüzde Darüşşifa, restore edilerek kültürel amaçlarla kullanılmaktadır.
İmaret Mutfağı ve Aşevi (Darüzziyafe, Mekel, Matbah)
Medrese talebeleri ve fakirler başta olmak üzere ihtiyaç sahibi hemen herkese yemek pişirilip yedirilen yerlere imâret veya imarethane denilmektedir. Süleymaniye Külliyesi imaretinin iki binası bulunmaktadır. Biri cami avlu kapısının karşısında misafirlerin ağırlandığı Tabhane (İmâret) binası; diğeri ise yanda yemeklerin pişirildiği mutfak, depo ve kiler ile umuma yemek verilen Dârüzziyâfe (Me’kel, Matbah)’tır.
İmaret binası mutfak binasına göre çok daha büyük ve avlusu bulunmaktadır. Tüm çalışanlar, öğrenciler ve konuklar dışında yoksul halkın da yemek ihtiyacı burada karşılanmıştır. İmaret bölümüne giden yemekler daha gösterişli tabaklarda iken burada beyaz taslar kullanılmıştır. Vakfiye’de yemeklerde koyun eti kullanılması, her gün pişen çorbaya verilen ölçülerde pirinç, buğday, nohut, soğan, tuz, biber, sakız ve kimyon konması istenmiştir.
İmaret Odaları (Tabhane, Misafirhane)
İmaret (Tabhane) binası, caminin avlu kapısına karşı, yoldan gelenlerin dinlenmesi, rahatı ve güvenliği için inşa edilen büyük binadır. Burada onsekiz oda, yazlık ve kışlık sofalar, dinlenme yerleri, önlerinde ferahlık veren havuzlar ve çeşmeler ile misafirlerin bütün ihtiyaçları karşılanmaktaydı. Buradan önemli kişiler, bilginler, komutanlar, zenginler ve yoksullar, üç gün üç gece ücret ödemeden kalabilmektedir.
İmarete gelen her konuğa elli dirhem bal ile renkli çini kaplarda şahane yiyecekler sunulmuştur. Ayrıca İmâret hizmetlilerinin, ikindi vakti tepsilerle her odaya yiyecek ikramı yaptığı, yolcuların hayvanlarına yem verdikleri belirtilmektedir. Tabhanenin bir de kervansaray denilen bölümü bulunmaktadır.
Kervansaray, kervanların güvenliği ve konaklaması için inşa edilen yapılara denilmektedir. Külliye bünyesindeki Kervansaray, Dârüzziyâfe’nin altında, binayı L şeklinde arka tarafından saran ahırlardan oluşmakta ve bu nedenle imaretten sayılmaktadır. Kervansarayın iki kapısı olup biri Darüşşifa tarafındaki yokuşa, diğeri ise arka caddeden Tabhane arasındaki ara avluya açılmaktadır. Tabakâtü’l-memâlik’te tüccarlar için inşa edildiği belirtilen Kervansaray, külliyenin inşasıyla ilgili kayıtlarda “ahûr” olarak geçer. Vakfiyede Kervansaraya iki kapıcı ve ahır temizlikçisinin tayin edildiği belirtilmektedir.
Yapı günümüzde İbn Haldun Üniversitesi İslami İlimler Fakültesine bağlı kurum binası olarak kullanılmaktadır.
Hamam (Geleneksel Türk hamamı)
Süleymaniye hamamı, külliye alanının kuzeydoğusunda bulunmaktadır. Yapı; giriş, soyunmalık, soğukluk, sıcaklık, sıcak su deposu, külhan ve odun deposunun bulunduğu avlu bölümlerinden oluşmaktadır. Yapının altı sütunlu revaklı giriş bölümü günümüze gelmemiştir. Zeynep Ahunbay’ın aktarımına göre hamam 1930’larda bir Musevi tüccara satılmış ve uzun yıllar depo olarak kullanılmış, 1980’lerin başında Vakıflar tarafından geri alınmıştır. Restore edildikten sonra eski işlevinde turistik kullanıma açılmıştır.
Kütüphane (Eğitim ve araştırma için kaynak sağlayan yapı)
Normalde Külliye inşa planında kütüphane bulunmamakta ancak daha sonra saraydan gönderilen yazmalarla cami içinde oluşturulmuştur.
Süleymaniye Kütüphanesi günümüzde Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi olarak geçmekte ve hizmet vermektedir. Yazma eser bakımından dünyanın en önemli kütüphaneleri arasındadır. Cumhuriyet döneminde çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ve “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun” ile İstanbul’daki Yazma Eser Kütüphaneleri Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde toplanmıştır.
Kütüphanedeki 106 koleksiyonda toplam 70.000 cilt kadar yazma ve 120.000 basma eser bulunmaktadır. Bunlardan 12.000 cilt kitap Türkçe; 50.000 cilt Arapça; 3.680 cilt ise Farsçadır. UNESCO tarafından oluşturulan ‘Dünya Belleği’ne giren ve Türkiye’de bulunan 3 dokümandan biri olan İbn-i Sina’nın elyazmaları da bu kütüphanede bulunur.
Süleymaniye Külliyesi’nin birinci ve ikinci medreselerinin kitaplık haline getirilmesiyle meydana gelen kütüphane, İstanbul’un çeşitli semtlerinde mevcut kütüphanelerdeki kitapların bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. Büyük çoğunluğu İstanbul’da bulunan, Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde kurulan ve hemen hemen tamamı vakıf olan kütüphaneler, çeşitli sebeplerle kendi binalarını ve içindeki kitapları koruyamaz veya hizmet veremez hale gelince Evkaf Nezareti kıymetli eserleri bir binada toplamaya karar vermiştir.
Bazı kitaplar, I. Dünya Savaşı sebebiyle 1914 yılında Sultan Selim’de Medresetü’l-mütehassısîn’e nakledilmiştir. Bununla birlikte yeni bina arayışları sürmüş, eski sadrazamlardan Âlî Paşa’nın Mercan’da yanan konağının arsası üzerine bir kütüphane yapılması düşünülmüşse de malî imkânsızlık yüzünden bu gerçekleşmemiştir. Nihayet kitapların Süleymaniye medreselerinde toplanmasına karar verilmiş, Medresetü’l-mütehassısîn’e götürülen kitaplar Süleymaniye Camii içindeki kitaplarla birlikte külliyenin ikinci medresesine konulmuştur. Böylece 1918 yılında Süleymaniye Umumi Kütüphanesi ortaya çıkmıştır. Kütüphaneye Süleymaniye adının verilmesinde, içerisinde bulunduğu külliyenin yanı sıra camiden gelen ve kütüphanenin çekirdeğini oluşturan Süleymaniye koleksiyonunun da payı vardır.
Sıbyan Mektebi (İlkokul)
Okuma yazma veya Kur’an öğretilen okullara Abbasiler devrinde ‘küttâb’; Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar’da ise ‘Sıbyân mektebi’ denilmiştir. Kaynaklarda “Muallimhâne”, “Dârütta‘lîm” ve “Mektephâne” adlarıyla da geçen Sıbyân Mektebi, külliyenin güneybatısındaki köşede Evvel Medresesi’nin yanında yer alır.
Vakfiyede, Sıbyân Mektebi’nde yoksul çocukların eğitim göreceği ve burada Kur’an öğretileceği; yoksul ve yetim öğrencilere de mutfak (me’kel)’de pişen yemek ve çıkarılan ekmekten, günde iki defa, iki öğrenciye bir çanak yemek (aş), bir parça et ve iki ekmek verileceği; yetim öğrencilere yılda iki defa giyecek yardımı yapılacağı ve öğrenci sayısının en az otuz kişi olacağı belirtilmiştir. Celalzâde Mustafa, bu mektepte iyi yetişmiş öğretmenlerin güneşin doğuşundan batışına kadar çocuklara ve yetimlere Kur’an öğretimi ve dini bilgiler verdiğini belirtmektedir.
Çarşılar (Akar ve ticaret alanı olarak kullanılan dükkanlar)
Süleymaniye Vakfiyesi içinde külliyenin hayatını sürdürmesi için maddi gelirin akar olarak tanımlanan dükkanlardan gelen gelirle karşılanacağı yazılıdır. Bu amaçla külliye içinde Tıp Medresesinin, Evvel ve Sani medreselerinin ve Sıbyan mektebinin camiye bakan cephelerinde, dış avlu seti ve Darülhadis medresesi altında, Rabi ve Salis medreselerinin camiye bakan cephelerinde ve karşı sırasında vakfiyede akar dükkanları olarak tanımlanan çarşı dükkanları yer almaktadır.
Üst kotta Süleymaniye camisi dışında ama külliye içinde kalan alan dış avlu olarak geçer, bu kottaki dükkanlar zamanının en önemli sosyal merkezini oluştururlar. Bu alanda yer alan bir kısım dükkânın ise tütün ve türevleri satılması ve kahvehanenin yeralması sebebiyle Tiryakiler Çarşısı olarak bilindiği kaydedilmektedir. Bu kahvehaneler dışında çeşitli zanaatkarlar ve berberler de bulunmaktadır.
Caminin kuzeydoğuya bakan seti altında Rabi ve Salis medreselerinin olduğu sırada kemer tonozlu iki katlı dükkanlar Bakırcılar Çarşısı olarak bilinmektedir. Eskiden Bakırcı dükkanları olarak kullanılan iki katlı bu sıra dükkanlar bakırcıların çıkması ile âtıl ve bakımsız halde kalmış, restorasyonu ile kullanımı İBB’ye devredildikten sonra başta İBB kurumları ve tasarıma yönelik atölye ve dükkanların yerleştiği bir işlevle kullanılmaya devam etmektedir.

Süleymaniye Camii Mimari Özellikleri
Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camii’ni yaparken strüktürel çözümlemesi olarak, plan olarak örnek aldığı yapı Ayasofya’dır. Bu yüzden de birçok defa Süleymaniye Ayasofya ile karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırmanın en büyük nedeni ana mekânın ortasında bulunan kubbeden kaynaklanmaktadır. Yapıların planlarını incelediğimizde ana kubbenin dört büyük ayak üzerine oturduğu görülmektedir. Mimar Sinan’ın Süleymaniye’de yaptığı ise Ayasofya’da işlevselliği olmayan kubbeyi taşıyan kemerlerdir. Süleymaniye Camii’ndeki kubbe ve yarım kubbeler Ayasofya’daki kullanımındakinden farklıdır. Bu da aslında iki yapının benzer olmadığını göstermektedir.
Caminin ana kütlesinin planı 69 × 62,3 m kareye yakın, güneydoğu-kuzeybatı ekseninde hafifçe uzayan bir dikdörtgen çerçeve içinde tasarlanmıştır. Oldukça sık açılan pencerelerle duvarlar topraktan itibaren yapının üçte birine kadar yükselir. Mihrap yönünde nispeten masif bir yapılanma gösteren uygulama dışında duvarların örtücü nitelikleri en aza indirilmiştir. Avlu batı kesimiyle cami yönünde dokuzar, yanlarda yedişer olmak üzere yirmi sekiz kubbe ile örtülü revaklarla çevrilidir.
Caminin içinde, ana kubbenin oturduğu dört kemerden yarım kubbesi olmayan ikisinin içindeki pencereli büyük perde duvarlarını taşıyan dört yekpare granit sütun sembolik anlamı çok belirgin olan antik kalıntılardan getirilmiştir. Camii iç mekânında kullanılan dört sütunun ikisi İskenderiye ve Baalbek Jüpiter Tapınağı’ndan getirilmiş, iki tanesinde de Topkapı Sarayı’nda hazır bulunan sütunlar kullanılmıştır. Bunun gibi Osmanlı topraklarında farklı eyalet ve antik yerleşimden sütun ve döşeme taşı getirildiği gibi, Aya İrini Kilisesi’nden alınan on altı sütun da avlu sütun ve döşemelerinde devşirme olarak kullanılmıştır. Döşeme tuğlaları Hasköy ocaklarından gelmiştir. Ahşap malzeme için Göynük’ten ceviz ağaçları, kirişler ve kenetler için Samakov Demirhanesi’nden demir gelmiştir.
Dörtgen mekân, içindeki en uygun noktalara konan dört büyük destek ve bunların üzerine atılan kemerler merkezî kubbe için alt yapıyı oluşturur. Düzgün kesme taşlarla örülerek yükseltilen dört kalın payenin yüzlerine oyulan uzun nişler ve pahlanmış köşeler devâsâ fil ayaklarını olduğundan daha narin göstermektedir. Bu ayakların üzerinde yükselen dört büyük kemer, kubbeye alt yapı oluşturan bir kasnağa destek teşkil etmekte ve ana kubbeyi taşımaktadır.
İç mekânda yanan ince demir askılar üzerindeki yağ kandillerinin isinin belirli bir hava akımıyla ana giriş kapısı üzerinde tasarlanan bir is odasında toplanması ile bu isten yazma eserlerde kullanılan mürekkebin yapılması söz konusu olmuştur.
Caminin iç alanının kandiller, çiniler, billur toplar ve renkli nakışlarla süslü devekuşu yumurtaları ile doyumsuz haz veren bir atmosfer oluşturulduğu belirtilmiştir. Ana kubbeden inen büyük asma topun altın varakla kaplı olduğu ve iç alanın 300 devekuşu yumurtası ile süslendiği bilinmektedir. Devekuşu yumurtalarının örümceklerin cami içerisinde ağ örmelerine engel olduğu kaydedilmiştir.
Süleymaniye Camii’nin avlu kapıları ve alınlıkları mermer yüzeyler üzerine renkli nakışlıdır. Revakların sıralandığı 24 sütun farklı özelliktedir. Daha sonraki çokgen örneklerin aksine bir müezzin mahfili gibi tasarlanan şadırvan selsebil şeklinde çalışmaktadır, daha sonra bu selsebilin şebeke ve çanakları kaldırılmıştır.
Süleymaniye Camii Taç Kapı
Yavuz Sezer’e göre avlunun taçkapısı, iki yanındaki üçer katlı pencereli yapılarla Osmanlı mimarisinde tektir ve Memlük dönemi medrese cephelerine benzer, iki katlı yan revaklar da Venedik’in gotik sahil saraylarını hatırlatır. Sinan, bir saray cephesini andıran bu tasarımı başka camide kullanmamıştır.
Surnâme-i Hümayun albümünde betimlenen 1582 yılındaki III. Murad’ın şehzadesinin sünnet düğünü için Atmeydanı’nda yapılan şenliklerde Mimarlar Ocağı’nın da resmigeçitte yer aldığı ve Süleymaniye Camii’nin büyük bir maketini taşıdıkları görülür.

Süleymaniye Camii Ana Kubbesi ve Yan Kubbeleri
Dört fil ayağı üzerine oturtulan büyük kubbe 27,5 metre çapında, iç mekân 53 metre yüksekliğindedir. Kubbe eteğinde örgünün içinde dövme demir bir kuşak vardır. Kemerler üzerinde yükselen büyük örtünün yanlara doğru açılma kuvveti karşılıklı kesimlerde farklı desteklerle dengelenir. Mihrap ve avlu yönünde birer yarım kubbe ile karşılanan açılma kuvveti böylece dengelenirken yarım kubbelere aktarılan kuvvetler, daha küçük elemanlar olan çeyrek kubbelerle beden duvarlarına ve payandalara aktarılır.
Ana kubbenin tasarımında, Ayasofya’dan esinlenilmiştir; ancak Süleymaniye Camii’nde uygulanan yöntemler, yapının daha az parçalanmış bir iç mekân sunmasını sağlamıştır. Kubbenin kasnağında toplam 32 pencere bulunmaktadır; bu pencereler doğal ışık alımını artırarak iç mekânın aydınlatılmasına katkıda bulunmaktadır.
Ana Kubbedeki Küpler
Ana kubbe, iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbenin iç kısmında sesin akustiğini artırmak amacıyla 64 adet küp yer almaktadır, bu küpler, ağızları iç tarafa açık bir şekilde yerleştirilmiş olup, sesin yankılanmasını kontrol ederken aynı zamanda estetik bir görünüm sunmaktadır. Muhasebe defterlerinde ise kubbe örgüsünde 255 adet çömlek kullandığı yazılmaktadır.
Yarım Kubbeler
Ana kubbeyi destekleyen iki yarım kubbe, ana kubbenin yanlarında yer almaktadır. Bu yarım kubbeler, ana kubbenin açılma kuvvetini dengelemek için tasarlanmıştır. Yarım kubbelerin yüksekliği ve çapı, ana kubbe ile uyumlu bir şekilde tasarlanmış olup, toplamda üç büyük örtü oluşturur.
Yarım kubbelerin her biri, ana yapının estetiğini tamamlamakta ve iç mekânın ferahlığını artırmaktadır. Yarım kubbelerin altında yer alan kemerler, yük taşıma işlevi görebilmekte ve bu sayede ana kubbenin ağırlığını desteklemektedir. Bu yapı hem estetik hem de işlevsellik açısından büyük bir öneme sahiptir. Mimar Sinan’ın bu tasarımıyla, yapının sağlamlığı artırılmış ve iç mekânın akustiği iyileştirilmiştir. Yarım kubbeler 40 metre yüksekliğinde ve 23 metre çaplarındadır.
Ayrıca yan sahınlarında da 3’er adet kubbe bulunmaktadır. Köşelerdeki yan sahın köşe kubbeleri ile birlikte bu adet beşe çıkmaktadır. Ayrıca kuzeydoğu ve güneybatı istikametlerindeki payandaların uçlarında da birer adet ufak kubbe bulunmaktadır. Ana kubbenin köşelerinde ise 4 adet kubbe daha bulunmaktadır. Büyüklü küçüklü olan yan sahın kubbelerinin dışardan aynı kotta bitmelerini sağlamak için küçük kubbeler çift cidarlı olarak inşa edilmiştir. Mimar Sinan bu tasarımı ilk kez uygulayan mimardır. Bu kademelerle kütle dışardan bir piramit görünüşü alır.

Süleymaniye Cami Minareleri
Cami avlusunun dört köşesinde yer alan minareler, caminin görkemini artırmakta ve yapının simgesel değerini pekiştirmektedir. Bu minarelerin ön tarafında olanlar 76 metre, arka taraftaki minareler ise 56 metredir.
Minarelerin alt kısımları, kütleye yapıştırılmış kürsüleriyle toprağa oturmakta ve yükseldikçe prizmatik yüzeyleri daralmaktadır. Minarelerin tasarımında, estetik anlayışı ön plandadır. Minarelerin dış yüzeyleri sade ama etkileyici bir şekilde inşa edilmiştir. Dış görünüşteki düşey hatlar, caminin genel prizmatik mimari yapısıyla ve avlu ile ana mekân arasındaki bağlantıyı güçlendirerek görsel bir denge sağlamaktadır.
Camiyi karşımıza aldığımızda sağdaki uzun olan minareye ‘Cevahir Minaresi’ denilmektedir. Yazının sonunda bu minare ile ilgili efsane okunabilir.
Süleymaniye Cami Hat Yazıları
Süleymaniye Camii’nin kubbe hattının, Ahmet Karahisarî tarafından yazıldığı Kâtip Çelebi’nin “Cihannüma” isimli eserinde açıkça belirtilmiştir. Tuhfe-i Hattatin’de ise, yazıların, Karahisarî ve öğrencisi Hasan Çelebi tarafından yazıldığından bahsedilir. Mimar Sinan Tezkiret-ül Bünyan’da, Süleymaniye Camii’nin kubbe yazısının Hasan Çelebi tarafından yazıldığını söylemektedir.
Süleymaniye Camii’nin ana kubbesinde yer alan “Fatır Suresi’nin 41. ayeti”, ‘Molla Çelebi, Rüstem Paşa, Azapkapı Sokullu Mehmet Paşa, Zal Mahmud Paşa, Şemsi Paşa, Atik Valide, Lüleburgaz Sokullu, İzmit Pertev Mehmet Paşa Camilerinin’ ana kubbelerinde de yer almıştır.
Mihrab üzerindeki yarım kubbenin içinde Enam Suresi 79. Ayeti ve dört payelerin köşesinde Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin yazılmıştır. Minberin sağındaki pencere üstünde Cin Suresi 18. ayeti ile üst pencereler üzerinde Allah’ın güzel adları yazılıdır.

Süleymaniye Camii Bezemeleri, Kalemişleri ve Süslemeleri
Süleymaniye Camii’nde kullanılan süsleme teknikleri arasında kalemişi, çini, taş işçiliği ve mukarnas gibi çeşitli bezeme teknikleri bulunmaktadır. Kalemişi süslemeleri, iç mekânın duvar üstlerinde ve kubbelerinde yoğun bir şekilde yer alırken, çini süslemeler ise caminin duvarlarının alt kısmında yoğun olarak gözlemlenmektedir. Çini işçiliği mihrapta belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Süleymaniye Camii, bezeme açısından çok süslü olmayan sade bir yapıdır. Nişleri, geçit öğeleri, başlıkları süsleyen klasik mukarnaslar, korkulukların geometrik desenleri, kemerlerinin iki renkli taşları, mihrap duvarlarındaki pencere vitrayları, kubbe eteklerinde mekânı çepeçevre dolanan galerinin ağır konsolları bezemesel etkiyi yaratır.
Kalemişi Süslemeleri
Kalemişi süslemeleri, caminin iç mekânında önemli bir yer tutmaktadır. Muammer Semih İrteş tarafından yapılan bir çalışmada, kalemişi süslemelerin barok üslupta olduğu belirlenmiştir. 2010 yılında gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları sırasında yapılan araştırmalar sonucunda, kalemişi süslemelerin geçmişte geçirdiği değişimler detaylı bir şekilde incelenmiştir. Kalemişi süslemelerinin detayları, özellikle ana kubbe etrafında yoğunlaşmakta ve bu alanlar zengin bir görsel estetik sunmaktadır.
Çini Süslemeleri
Süleymaniye Camii’nin çini süslemeleri, Osmanlı döneminin en güzel örneklerini barındırmaktadır. Çinilerde kullanılan motifler lale, nar çiçeği gibi klasik bitkisel unsurlar içerir. Bu süslemeler, caminin genel estetiğine katkıda bulunmakta ve ziyaretçilerin dikkatini çekmektedir. Mimar Sinan’ın çini uygulamalarındaki ustalığı, caminin iç mekânındaki renk uyumunu ve kompozisyonu güçlendirmektedir. Çini süslemelerinin incelikleri ayrıca Kanuni Sultan Süleyman Türbesi ve Hürrem Sultan Türbesi’nde de görülmektedir.
Mukarnas Uygulamaları
Mukarnaslar, Süleymaniye Camii’nin mimarisinde önemli bir dekoratif unsur olarak öne çıkmaktadır. Kubbe geçişlerinde ve köşelerde kullanılan mukarnaslar, yapının görsel derinliğini artırmakta ve ışık-gölge oyunları ile estetik bir görünüm sağlamaktadır. Mimar Sinan’ın bu uygulamalarıyla birlikte, mimari unsurların nasıl bir bütünlük içinde çalıştığını görmek mümkündür.
Süleymaniye Camii Sosyal ve Kültürel Etkileri
Süleymaniye Külliyesi, sadece bir cami değil; aynı zamanda medreseler, hastaneler, kütüphaneler ve diğer sosyal hizmet binalarını içeren bir kompleks olarak tasarlanmıştır. Bu yönüyle, cami toplum hayatının birçok alanına hitap eden bir vakıf eseri olarak işlev görmektedir. Külliye içinde yer alan eğitim kurumları, dönemin bilimsel ve kültürel gelişimine katkıda bulunmuş; bu nedenle Süleymaniye Camii’nin tarihi önemi daha da artmıştır.
Bu medreselerden mezun olan kişiler sarayda ve toplumda önemli işlere atanmış; hekim, kadı, müderris gibi sıfatlarla toplum içinde ve sarayda görev almıştır.
Süleymaniye Camii Restorasyonları
Bilinen ilk restorasyon 1858-1859 yıllarında gerçekleştirilen restorasyondur ve Hacı Ahmed Efendi tarafından yürütülmüştür. Bu onarım sırasında, caminin orijinal görünümünün değiştirilmemesi özellikle istenmiş ve restorasyon sürecinde dikkatli bir yaklaşım benimsenmiştir. Onarım çalışmaları, Osmanlı arşivlerinden elde edilen belgeler doğrultusunda yapılmış ve caminin iç mekânı, minareleri, dış avlusu ile Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan türbeleri gibi önemli yapılar kapsamlı bir şekilde restore edilmiştir.
Süleymaniye Camii’nin 1940’lı yıllardaki restorasyonu, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu onarımda ağırlıklı olarak caminin revaklı avlusunda çalışmalar yapılmış ve caminin iç mekânındaki yapısal sorunlar ele alınmıştır. Restorasyon sürecinde, caminin taş yüzeyleri üzerinde sıva ve boya katmanları kaldırılmış ve özgün bezemelerin ortaya çıkarılması hedeflenmiştir.
Süleymaniye Camii’nin 1955-1960 yılları arasındaki restorasyonu, yine Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde yapılan onarım çalışmaları, caminin iç mekânındaki yapısal sorunları ele almayı amaçlamıştır. Restorasyon sürecinde, caminin taş yüzeyleri üzerinde sıva ve boya katmanları kaldırılmış, özgün bezemelerin bir kısmı kaybolmuş veya zarar görmüştür.
Çimento Kullanımı
Bu restorasyon sırasında, kullanılan malzemelerin kalitesi ve işçilik detayları da önemli bir yer tutmuştur. Özellikle çimento ve alçı içerikli harçların kullanımı, yapı üzerinde olumsuz etkilere yol açmış ve özgün yapıya zarar vermiştir. Bu durum, sonraki restorasyonlarda dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri olarak kaydedilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu restorasyon çalışması, caminin korunması ve gelecek nesillere aktarılması açısından kritik bir öneme sahip olmuştur.
Süleymaniye Camii’nin 2007-2013 yılları arasındaki restorasyonu, Gürsoy Grup tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu restorasyon, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı restorasyon çalışması olarak nitelendirilmekte olup, İstanbul 4 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 14.02.2007 tarihli kararı doğrultusunda yapılmıştır. Restorasyon sürecinde, caminin yapısal sorunları ele alınmış, özgün bezemeler yeniden canlandırılmış ve çeşitli onarımlar gerçekleştirilmiştir. Restorasyon çalışmaları sırasında, caminin ana kubbesindeki çatlaklar enjeksiyon yöntemiyle kapatılmış; ayrıca çimento esaslı sıvalar kaldırılarak özgün malzemelerle yenilemeler yapılmıştır. Bu süreçte, mimarlık ve sanat tarihi alanında uzman birçok kişi görev almış ve caminin estetik bütünlüğünün korunmasına yönelik titiz bir çalışma yürütülmüştür.
Hat Eserlerinde Hata
2019 yılında ise 2007-2013 yılları arasında yapılan restorasyon çalışmalarında hat eserlerinde bir hata yapıldığı ortaya çıkmıştır. Dikkatli bir restoratör, camideki yazılar hakkında yürüttüğü çalışma sırasında hatayı fark etmiştir. Kıbleye göre sol harim giriş kapısında kullanılan ayetlerin sıralamasında yanlışlık yapıldığını belirlenmiş; sağ üst tablada Sad suresinin 50. ayeti, sol üst tablada ise Sad Suresinin 49. ayeti yer aldığı tespit edilmiştir. Fakat kapı tablalarındaki diğer örneklerde de olduğu gibi 50. ayetin solda, 49. ayetin ise sağda olması gerekmektedir.
Ayrıca bu restorasyonda önceki onarımlarda kullanılan çimento esaslı sıvalar ve derzler kaldırılmıştır. Restorasyon sırasında, özgün malzeme olarak horasan sıvası kullanılmıştır. Çimento esaslı sıvaların yerine, yapının aslına uygun malzemelerle yenileme yapılmıştır. Restorasyonda, caminin orijinal küfeki taşlarının analizi yapılmış ve Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesinden getirilen yeni küfeki taşları kullanılmıştır. Çatılardaki kurşun örtüler yenilenmiş ve mevcut kurşunlarda detay hataları düzeltilmiştir. Kurşun kaplamalar, yapının su yalıtımını sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Ahşap elemanlar, böceklenmeye karşı ilaçlanmış ve bozulan yüzeyleri onarılmıştır. Geleneksel cilası yapılmış ve koruma altına alınmıştır.
Ayasofya ve Süleymaniye Camii Karşılaştırması
Süleymaniye Camii, 16. yüzyılda ulaşılan yapı teknolojisi ile cami mimarisi geleneğinin ulaştığı noktaların buluşmasıyla ortaya çıkan bir yapıttır. Ayasofya bir kubbeli bazilika iken, Süleymaniye Camii merkezi bir kubbeyi taşıyan strüktürel öğelerin cami çeperlerinin mimarisiyle bütünleştiği bir yapıttır. Ayasofya’da yan ve orta nefleri ayıran sütun dizilerinin yarattığı perde Süleymaniye’de ortadan kalkmış, kubbeyi taşıyan dört büyük askı kemerinin oluşturduğu ana taşıyıcı sistem ve kubbenin yükünün dağıtıldığı yarım kubbeler ve kemerlerin yardımıyla mekân yan sahınlara doğru açılıp bütünlük kazanmıştır. Bu strüktürel sistem, duvarlara çok sayıda pencere açılmasını sağlamış, mekân aydınlanmıştır.
Süleymaniye Camii Efsaneleri
Efsaneler, bir toplumun kültürel mirasının önemli bir parçasını oluşturur. Tarihsel olaylar, önemli şahsiyetler ve anıtsal yapılar etrafında oluşan bu anlatılar, zamanla değişerek ve zenginleşerek günümüze kadar ulaşır. Süleymaniye Camii, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli simgelerinden biri olarak, inşasından itibaren çeşitli efsanelere konu olmuştur.
Süleymaniye Camii başlı başına bir efsaneyi yaşatmaktadır. Buna göre; Süleymaniye Camii’nin dört minaresi, İslam’ın dört halifesi olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi temsil ettiği genel kabul gören bir görüştür. Dört minarenin toplamda on şerefesi bulunmaktadır. Bu on şerefenin, Osmanlı İmparatorluğu’nun onuncu padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman’ı temsil ettiği söylenir. Minarelerin caminin dört köşesine yerleştirilmesi ve yüksek olmaları, İslam’ın dört bir yana yayılmasını sembolize ettiği şeklinde yorumlanmaktadır.
Süleymaniye Camii Yapım Efsanesi
Efsaneye göre Sultan Süleyman bir cami yaptırmaya karar verir ve bu kararından sonra gece rüyasında peygamberi görür. Peygamber kendisine camiyi nereye yaptıracağını gösterir ve cami unsurlarının da nerelere yapılacağını belirtir.
Sabah Sultan Süleyman, peygamberin gösterdiği yere giderek Mimar Sinan’ı çağırır ve gösterdiği yere bir cami yaptırmak istediğini söylediğinde de Mimar Sinan ‘mihrabı şuraya, minberi buraya yaparız’ deyince de Süleyman kendisine ‘bakıyorum da haberlisin’ der. Mimar Sinan bunun üzerine ‘ben sizin hemen arkanızdaydım’ der.
Süleymaniye Cami Haç Gizlenmiş Mermer Efsanesi
Cami yapılırken Roma-Germen İmparatoru Şarlken (V. Karl), böyle büyük bir camide benim de katkım olsun diyerek çok güzel büyük bir mermer gönderir ve Kanuni’ye mihraba konulması için rica eder. Aslında mermer içine haç gizlenmiştir. Amacı ise Müslümanların bilmeden bu haça secde etmelerini sağlamaktır.
Ancak bu durumu Mimar Sinan rüyasında görür ve Kanuni karşısında haçı kırdırır. İçindeki haç ortaya çıkar. Bu plan karşısında Kanuni haçı başka bir mermer içine koydurarak cami avlusu sağ girişine kapı eşiğine koydurur. O gün bugündür efsaneye göre camiye girenler bu haça basarak girer.
İran Şahı’nın Mücevherleri Efsanesi
Bu efsaneye göre, Süleymaniye Camii’nin yavaş giden inşaatı İran şahı Tahmasb’ın da dikkatini çekmiş, şah bir elçiyle padişaha çok miktarda para, bir kutu mücevher ekinde bir mektup göndermiş, padişahın kudreti kalmadıysa bunları kullanmasını yazmıştır. Kanuni yollanan paraları elçinin huzurunda Yahudi tebaasına dağıtmış, mücevherleri de Mimar Sinan’a vermiş, cami taşlarından daha değerli olmadıklarını söyleyerek başka taşların içine katarak kullanmasını emretmiştir. Bu mücevherler özellikle avlunun sağındaki minare harcında kullanılmış, bundan dolayı bu minareye ‘cevahir minaresi’ denmiştir. Güneşli havalarda minarenin üstünün bu yüzden parladığına inanılır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de geçen bu efsane, dönemin toplumsal algısını yansıtması açısından önemlidir.
Mimar Sinan’ın Nargile İçmesi Efsanesi
Bu efsaneye göre, caminin akustiğini kontrol etmek için Mimar Sinan, caminin ortasında nargile içmiştir. Nargilenin fokurtusundan çıkan seslerin caminin farklı noktalarında nasıl yankılandığını dinleyerek akustiği ayarladığı rivayet edilir. Bu efsane, Mimar Sinan’ın dehasını ve detaylara verdiği önemi vurgulamaktadır. Aynı zamanda, dönemin mühendislik anlayışına dair de ipuçları sunmaktadır.
Caminin ana kubbesinde bulunan küplerin bu şekilde ayarlandığı efsanelere konu olmaya devam etmektedir. Caminin akustiğinin mükemmel olmasının sebebi olarak, kubbenin eteklerine yerleştirilen içi boş küplerin olduğu rivayet edilir. Bu küplerin, sesin eşit şekilde dağılmasını sağladığına inanılır.
İki ayda İnşaatın Bitme Hikayesi
Külliyenin inşaatı sırasında caminin kubbesinin tamamlanmasından sonra çevre binaların inşaatına devam edildiği kayıtlarda anlaşılmaktadır. Mimar Sinan, Tezkiretü’l-bünyân’da, onu çekemeyenlerin kötülemeleri üzerine padişahın bir gün kendisini uyarmak için hışımla tam mihrap ve minberin tasarımlarıyla uğraştığı bir esnada, atölyesine geldiğini anlatır.
Süleymaniye’nin ana kubbesinin kapanmasından sonra Sinan’ı çekemeyenler onun binadaki bütün kusurlar ortaya çıkacağı için caminin içindeki iskeleyi kaldırmadığı, kubbenin duracağının şüpheli olduğu ve hatta mimarın delirmeye başladığı dedikodularını padişaha ulaştırmışlardır. Kanuni’nin binanın ne zaman biteceğini tehditkâr bir şekilde sorması ile Sinan iki ayda biteceğini söyler. Ertesinde, aklını kaybedip etmediğini kontrol etmeleri istenen saray ağalarına da aynı cevabı verir. İki ay sonraki açılış töreninde Kanuni Sultan Süleyman “Gel ‘azîzüm, binâ eyledüğün beytullâhı sıdk u safâ ve du’â ile yine sen açmak evlâdur.” diyerek dua ve övgüyle anahtarı Mimar Sinan’a verecektir.
Ayrıca İlgili Kaynaklar:
Süleymaniye Camii Fotoğrafları
İstabul Gezilecek Yerleri
Marmara Bölgesi Gezilecek Yerleri
Türkiye Camileri Kategorisi
Ayasofya Hakkında Tüm Bilgiler
Selimiye Cami ile İlgili Bilgiler
Mimar Sinan, Sai Çelebi, Yapılar Kitabı, Tezkiretü’l-Bünyan, Tezkiretü’l-Ebniye, Koçbank, 2002.
Reha Günay, Mimar Sinan ve Eserleri, YEM Yayınları, 2002.
Selçuk Mülayim, Ters Lale, Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2001.
Tanju Cantay, Süleymaniye Camii, Eren Yayınları, 1989.
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, YEM Yayınları, 2016.
Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997.
Kazım İsmail Gürkan, Süleymaniye Darüşşifası
Tuncay Zorlu, Süleymaniye Tıp Medresesi
Zeynep Nayır, “Süleymaniye Külliyesi ve Sorunları”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, 4, Ankara, 1982.
İbrahim Yılmaz, Doğan Yavaş, “Arşiv Belgelerine göre Süleymaniye Camii ve Külliyesi 1858-1859 Yılları Onarımları”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 2021
Nil Köroğlu Orbeyi, “Mimar Sinan Camileri revak sütunları üzerine bir araştırma: Süleymaniye Camisi, Selimiye Camisi ve Kara Ahmet Paşa Camisi örnekleri”, Erciyes Universitesi, FBE Dergisi, 2012
Mesut Gül, “Mimar Sinan’ın Şehzade Süleymaniye ve Selimiye Camii’leri Pencere Alınlık Düzenlemelerinde Malzeme-Teknik ve Süsleme”, Turkish Studies, 2020
Ahmet Ersen, Nilgün OLGUN, Seden Savaş AKBULUT, Büşra Şenyurt YILDIRIM, “Süleymaniye Camii 2007-2010 Yılları Restorasyonu ve Restorasyon Kararları.” Restorasyon Yıllığı Dergisi, 3 (2011): 7-27
Mehdin Çiftci, “Osmanlı Zirve Döneminin İhtilaflı Medresesi: Süleymaniye Dârülkurrâsı”, MAU İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Mehdin Çiftci, “Süleymaniye Darülhadisi”, MAU İslam Tarihi Bölümü, Doktora Tezi, 2012
Ferhat Aslan, “Süleymaniye Camii Efsaneleri”, Akademik Araştırmalar Dergisi
https://istanbultarihi.ist/312-suleymaniye-camii-ve-kulliyesi
https://www.arkitera.com/gorus/suleymaniye-camisinin-cift-cidarli-kubbeleri-ve-bu-konudaki-yayinlara-elestirel-bir-bakis/
https://islamansiklopedisi.org.tr/suleymaniye-camii-ve-kulliyesi
https://islamansiklopedisi.org.tr/suleymaniye-kutuphanesi
http://www.fatih.gov.tr/suleymaniye-camii
https://turkiyeturizmansiklopedisi.com/tiryaki-carsisi
https://arkeofili.com/suleymaniye-camisinin-restorasyonunda-hata/